NECÂTÎ BEY (ö. 914/1509)
Bayram Ali Kaya 01 Ocak 1970
Divan şiirinin temelini atan en büyük sanatkârlardan.
Edirne’de Fâtih Sultan Mehmed’in ilk saltanat yıllarında (1444-1446) doğduğu tahmin edilmektedir. Asıl adı Îsâ’dır. Ailesi Hakkında yeterli bilgi bulunmamakla birlikte çocukken Edirneli yaşlı bir hanım tarafından köle olarak alınıp sonradan evlât edinildiği ve yetişmesinde Sâilî adlı bir şairin katkısı olduğu bilinmektedir. Şiir ve nesir yazmaya yöneldiği gençlik yıllarında Edirne’den ayrılıp Kastamonu’ya gitti, orada hatla da ilgilendi. “Necâtî” mahlasıyla yazdığı şiirleriyle ününü duyurmaya başladı. “Döne döne” redifli gazelinin Bursa’da şair Ahmed Paşa’ya ulaşması ve beğenilmesi bu döneme rastlar. Şiirleriyle Fâtih’in dikkatini çekince İstanbul’a giderek divan kâtipliğiyle görevlendirildi ve sultan için kasideler yazdı. Fâtih’in vefatının ardından II. Bayezid’in takdirini kazanan Necâtî, Şehzade Abdullah Karaman sancağına tayin edilince onun divan kâtibi oldu. Üç yıl sonra şehzade âniden ölünce şairin görevi ve mutlu günlerinin de nihayete erdiği anlaşılmaktadır. Nitekim çok sevdiği bu şehzadenin ölümünden duyduğu acıyı bir nevi tâziye olarak sultana takdim ettiği ünlü mersiyesinde dile getirmiştir. Şair, İstanbul’da bulunduğu bu süre içinde başta padişah olmak üzere devlet erkânına, devrin diğer meşhur kişilerine kasideler sundu, yeni dostlar edindi. Bunlardan biri olan ve “Hâtemî” mahlasıyla şiirler de yazan Kazasker Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi’nin aracı olmasıyla, Sultan Bayezid diğer oğlu Şehzade Mahmud’u Manisa sancağına tayin ettiğinde şairi de nişancılık göreviyle şehzadenin yanında gönderdi, bundan sonra Necâtî “bey” olarak anıldı. Devrin ileri gelen bazı şairlerinin de bulunduğu Manisa’daki görevi uzun sürmedi ve Şehzade Mahmud da genç yaşta ölünce Necâtî bu şehzade için de bir mersiye yazarak tekrar İstanbul’a döndü. Yeni bir görev kabul etmeyip kendisine bağlanan 1000 akçe aylıkla Vefa semtindeki evinde ilim ve sanat sohbetleri düzenleyerek yaşamayı tercih etti. 25 Zilkade 914’te (17 Mart 1509) vefat etti. Mezarını öğrencisi Sehî Bey mermerden yaptırmış, üzerine de, “Nakl-i Necâtî âleme târîh olmağın / Târîhini Sehî dedi: Gitti Necâtî hây” tarih beytiyle şairin, “Bir seng-dil firâkına ölen Necâtî’nin / Billâhi mermer ile yapasız mezârını” beytini yazdırmıştır. Öğrencilerinden Sun‘î ise tarih ibaresini, “Gittin Necâtî âh” şekline dönüştürerek bir başka tarih düşürmüştür. Şairin mezarı İstanbul Unkapanı’nda Manifaturacılar Çarşısı’nın inşası esnasında ortadan kalkmışsa da daha sonra çarşı ortasında yeniden ihya edilen Hızır Bey hazîresine bir mezar taşı diktirilerek üzerine yukarıdaki beyitler yazdırılmıştır.
Sehî Bey tezkiresinde (s. 76) hocası Necâtî’yi abartılı ifadelerle över, güzel ve âşıkane gazelleriyle çok beğenilmiş matla‘ları olduğunu, kıtalarının inciler saçtığını ve divanının halk arasında dillerde dolaştığını söyler. Ayrıca şairin şeyhlere yakışır parlak mutasavvıfane şiirleri ve son derece güzel sözleri bulunduğunu kaydeder. Latîfî’ye göre Necâtî şiirde atasözü söylemeyi olgunluğa eriştiren, gazel tarzında yeni bir çığır açan ve kendisinden önceki şairlerin üslûbunu hükümsüz bırakan bir şairdir (Tezkire, s. 325). Kınalızâde Hasan Çelebi de Necâtî’nin “eşi, benzeri olmayan” bir şair olduğunu söyler ve babası Ali Çelebi’nin “Haşre dek her şâir ü kâmil dese şi‘r ü gazel / Gelmeye kimse Necâtî gibi mâhir fi’l-mesel” (Tezkire, II, 971) beytiyle bu fikrini destekler. Hasan Çelebi ayrıca şairin “döne döne” redifli gazeliyle nasıl üne kavuştuğunu uzun uzadıya anlatır. Âlî Mustafa ise bir zamanlar Necâtî’nin divanından güzel parçaları seçmekle görevlendirildiğini ve kırktan fazla “dört başı mâmur” gazelini belirlediğini yazar (Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, s. 167).
Necâtî’nin dili bilhassa gazellerinde oldukça sade, üslûbu güçlü ve etkileyicidir. Kendine has zengin hayallerle süslü şiirlerinde önemli ölçüde mahallî renk ve özellik görülür. Bu mahallîlik sadece kullandığı dilde değil benzetmelerinde, tabiat ve av sahnelerine ait son derece canlı tasvirlerinde de güçlü bir şekilde hissedilir. Halk diline ve psikolojisine yakın nükteli ifade ile güçlü bir dil hâkimiyeti vardır. Kelime hazinesindeki zenginlik, kullandığı teşbih ve mecaz unsurlarındaki orijinallik, ifadesindeki rahatlık, rindâne edası, söylediklerini yeri geldikçe atasözü ve deyimlerle süslemesi, kafiye ve rediflerini çoğunlukla Türkçe kelimelerden seçmesi, daha XV. yüzyılda konuşma diliyle şiir yazmada başarı göstermesi, Türkçe’yi büyük bir başarıyla aruza uygulayabilmesi de onun önemli özelliklerindendir.
Necâtî, Türk şairleri içinde en çok Şeyhî’yi, İran şairlerinden Kemâleddîn-i İsfahânî, Nizâmî, Selmân-ı Sâvecî ve Câmî’yi beğenmektedir. Onun şiirleriyle çağdaşlarından Edirneli Revânî, Bursalı Ahmed Paşa ve Şeyhî’nin şiirleri içinde aynı redifte yazılmış olan örneklerin sayısı az değildir. Gerek kendi döneminde gerekse önceki dönemdeki şairlerin şiirlerine nazîreler yazan Necâtî bazı beyitlerinde kendini Şeyhî’ye benzetir ve onu üstat olarak gördüğünü ifade eder.
Pek çok şair için şiirlerine nazîre yazılması bir övünç kaynağı iken Necâtî bunlara iltifat etmez; hatta nazîrelerini beğenmediği Mihrî Hatun gibi bazı şairlere de kızar.
Necâtî’nin çağdaşları üzerinde olduğu gibi sonraki yüzyıllarda yaşamış şairler üzerinde de etkisi vardır. Tezkirelerdeki kayıtlardan ve divanlardaki örneklerden hareketle onun daha yaşadığı dönemde üstat kabul edildiği, sonraki asırlarda da Türk şiirinin belli başlı üstatları arasında anıldığı söylenebilir. Necâtî’nin şiirlerine nazîre yazan veya şiirlerini tahmîs edenler arasında şu isimleri saymak mümkündür: Mihrî Hatun, Âhî, Revânî, Üsküplü İshak Çelebi, Tokatlı Vâlihî, Mürekkepçi Enverî, Sehî Bey, İznikli Kurbî, Fuzûlî, Hayâlî, Ispartalı Mîrî Efendi, Nihânî, Rahmî (Bursalı Nakkaş Bâlî), Filibeli Rızâyî, Yahyâ Bey, Âlî Mustafa Efendi, Bâkî, Neşâtî, Nedim, Şevkî, Sun‘î (Necâtî Sun‘î’si), Üsküplü Zârî, Sâkî, Verdî, Vasfî Şâver, Mesîhî, Şeyhoğlu Cemâlî, Sa‘dî, Subhî (Mustafa Çelebi), Sûzî-yi Nakşibendî ve Âsaf (Damad Mahmud Paşa). Cumhuriyet dönemin şair ve yazarlarından Behçet Necatigil’in de “Gönül” olan soyadını şaire karşı duyduğu sevgiden dolayı değiştirdiği ileri sürülmektedir.
Necâtî Bey’in günümüze ulaşan tek eseri divanıdır. Şair, divanını yakın dostu ve hâmisi Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi adına tertip etmiştir. Çok sayıda nüshası bulunan eseri (meselâ bk. İÜ Ktp. TY, nr. 784; Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 1769; TSMK, Revan Köşkü, nr. 783; Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, Manzum, nr. 424) Ali Nihad Tarlan yirmi nüshasını karşılaştırarak neşretmiştir (İstanbul 1963). Tevhid, na‘t, mi‘râciye, methiye türü şiirlerle muhtelif beyit, müfret, kıta, nazım, rubâî ve nesir örnekleri de bulunan bu neşirde Tarlan’ın numaralandırmasına göre yirmi beş kaside ve 650 gazel bulunmaktadır. Mehmed Çavuşoğlu bu metinden hareketle divanı önce tahlil etmiş (İstanbul 1971), ardından seçmeler hazırlamıştır (İstanbul, ts.). Necâtî Bey’in şiirlerinden pek çok araştırmacı ve şiir meraklısınca da farklı hacimlerde seçmeler yapılmıştır.
Sehî Bey, Necâtî’nin Münâzara-i Gül ü Hüsrev adlı bir mesnevisi olduğundan bahsederek beş beytini örnek verdikten sonra eserin kayıp olduğunu söyler. Âşık Çelebi, şairin Manisa’da bulunduğu sırada Şehzade Mahmud’un emri üzerine İmam Gazzâlî’nin Kimyâ-yı Sa?âdet’i ile Avfî’nin Cevâmi?u’l-hikâyât’ını tercüme ettiğini, ayrıca Leylâ ve Mecnûn adlı bir mesnevi yazdığını belirtir (Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 131b). Latîfî ise Necâtî’nin divanından başka herhangi bir eseri olmadığını, öğrencilerinden Sun‘î ve Sehî’nin Gül ü Sabâ ile Mihr ü Mâh’tan bahsettiklerini, ancak bu kitapları gören olmadığını bildirir.