« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

05 Haz

2017

Kendi yanlışımıza fetva vere vere

Servet Avcı 01 Ocak 1970

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu... Bir önceki Diyanet İşleri Başkanı... Hürriyet'teki röportajda, konuşmamış âdeta çığlık atmış:

"Böyle bir dini anlayışın, çocuklarımız, torunlarımız tarafından nasıl karşılanacağından emin değilim. Artık yavaş yavaş yol ayrımına geliyoruz. Çocuklarımız, torunlarımız sorguluyor, görüyor, biliyor. Bireyin olmadığı, kadın hakkı, insan hakkı, çevre bilinci, bilgi üretimi, sosyal adalet, hukuk, özgürlük, düşünce gibi temel değerlerin yeterince gelişmediği, sadece melankoli, sadece menkıbe, gözyaşı, ötekileştirme ve öfkenin yer aldığı bir din anlatımı İslamofobi'yi mahallemize indirecektir. Bizim çocuklarımız, torunlarımız da büyük sorular soracaktır..."

"İslamofobi'nin mahallemize inmesi"... Ne kadar ürkütücü değil mi? Dindarlık algısı ve onun yol açtığı tepkilerin gösterdiği istikameti özetliyor...

Baskı dönemlerinde bile kendince itibarı olan dindarlık, kendisini iktidarda hissettikçe şımarıklaşan, kendisine yapılanın daha fazlasını 'karşı'ya yapan/yapılmasına itiraz etmeyen, lüks ve şatafat düşkünü veya onaylayıcısı, 'kamu malı hassasiyeti' azalmış, gelişmeyi 'madde'ye indirgemiş, kamu ve özel hayattaki büyük tefessühe rağmen, köprüyü, yolu, hızlı treni pazarlayan bir sosyal gerçeğe dönüştü... Manevî boyut 'madde'ye yenildikçe itibardan yedi ve o dindarların çocuklarında bile fazlasıyla değer kaybetti...

Bardakoğlu'nun, -üstelik kendi çoluk çocuğumuz eliyle- 'İslamofobi'nin mahallemize inmesi' tehlikesine dikkat çekmesindeki gibi, yıllardır "Bu bedeli dindarların hepsi ödeyecek" başlıklarıyla anlatmaya çalıştığım tam da buydu... İlgili yazılardan birini şöyle bitirmiştim:

"Diyanet İşleri Başkanlığı'nın dindarlığın üzerine düşen bu ağır gölgeyle ilgili bir düşüncesi yok, 'mâlûm memuriyet gereği' olamaz da!.. Keşke bu ülkenin fikir namusunu koruyan ilahiyatçıları çıkıp, bağıra bağıra gelen bu erozyonla ilgili açık açık konuşup, nesilleri etkileyecek tehlikeye dikkat çekseler... "

Bardakoğlu bunu yapmış ve iyi de yapmış... Bizim dinî anlayışımızın sığlaştığını, dindarlığın dar bir alana sıkıştığını söylüyor ve ilâve ediyor: "Müslümanlar şeklen dindarlaştıkça, dünyevileşmesi de artıyor. İslam, seccadeni ser ibadetle ömrünü geçir demiyor. Düşünce, bilgi, yararlı iş, temizlik, haklının ve mağdurun yanında olma, iyiliği destekleyip kötülüğü önleme, insanı insan olduğu için sevme hepsi ibadettir..."

Karar gazetesinde yazan ilahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Öztürk de bu konuda uyarıcılık görevini yapan 'istisna'lardan... 'Deizmin ayak sesleri' başlıklı makalesinde "Muhtemelen pek çoğumuz İslâmî alanda işlerin iyi gittiği zehabındayız. Fakat dört bir köşesi muhafazakârlık motifleriyle bezeli gettomuzdaki sosyolojik vakumdan çıkıp etrafa şöyle bir göz attığımızda, bilhassa genç kuşakların İslâmî-ahlâkî değerler sistemine karşı ilgisiz, hatta mesafeli bir dünya görüşüne meylettikleri gerçeğiyle karşılaşırız" diyor...

Öztürk'e göre, yeni bir dil ve dünya görüşü kurma yolunda genel felsefeden tarih, bilim, ahlak ve tasavvuf felsefelerine, sosyolojiden antropoloji ve sosyal psikoloji gibi beşerî ilimlere kadar insanlığın müşterek ilmî ve entelektüel müktesebatının hemen her biriminden faydalanılması gerektiği şüphesizdir. Ecdat, fetih, nizam-ı âlem, medrese nostaljileriyle kendimiz çalıp kendimiz söylemeye devam ettiğimiz takdirde, deizm gibi tehditler yakın gelecekte karabasan gibi üstümüze çökecektir.

***

"Neden" sorusuna cevap ararken finali "Kendi yanlışlarımıza fetva verir olduk" diyen Bardakoğlu'nun sözleriyle yapalım ve bu röportajla tarihe düştüğü not dolayısıyla kendisini tebrik etmiş olalım:

"İslâm düşüncesi maalesef bu yüzyılda kapitalizmin ve serbest piyasa ekonomisinin payandası haline geldi. İslâm'ın ana kaynaklarının verdiği mesaj sosyal adalet ve hakkaniyet eksenindedir. Ama ne hikmetse İslâmî düşüncede bu sosyal adalet fikri, fakirin ve mağdurun yanında olma fikri zayıflayıp, giderek güçlünün, zenginin yanında olan bir dini söylem gelişti. Gönlüm isterdi ki, evrensel ilâhî din olan İslâm'ın günümüz uleması dünyada kanıksadığımız bunca eşitsizlik, sömürü, adaletsizlik, güçlü ve egemenin oldubittiler karşısında hakkın sesi olsun..."

Ziyaret -> Toplam : 125,26 M - Bugn : 16845

ulkucudunya@ulkucudunya.com