Ali Babacan’ın dramı
Levent Gültekin 01 Ocak 1970
Yaklaşık bir yıl önce, Ali Babacan’la alakalı ilginç kulis bilgileri edinmiştim. Bu yazıyı o zaman yazmayı düşündüm. Fakat araya başka meseleler girince gündemimden çıktı.
Babacan’ın, dün medyaya yansıyan “Keşke son hükümette yer almasaydım” sözlerini okuyunca, konu kafamda canlandı.
Aslında bu sadece Ali Babacan’ın dramı değil. AK Parti’deki, İslamcı çevreden gelen birçok kimsenin de dramı. Çünkü benzer bir süreç yaşayıp benzer bir sona ulaştılar.
Fakat bu kişiler arasında Ali Babacan en modern, en demokrat, en liyakatlilerden biriydi. Bu nedenle, yaşanan bu dramı onun üzerinden anlatmayı tercih ettim.
İlk olarak Gezi’de ters düştüler
Abdullah Gül, Ali Babacan, Bülent Arınç gibi İslamcı çevreden gelen kişiler, Erdoğan ile ilk olarak Gezi sürecinde ayrı düştü. O günden sonra bu ayrışma her geçen gün daha da büyüdü.
Fakat bu kişiler ayrışmanın nereden kaynaklandığını, niçin olduğunu bir türlü anlamak istemedi. Hep alttan aldılar. Bir gün Erdoğan’ın, gidişatın farkına varacağını ve takındığı tavırdan vazgeçeceğini düşündüler. Ya da buna inanmak istediler.
Peki niçin böyle davrandılar?
Bu konuya birazdan döneceğim. Önce Erdoğan’ın Babacan’ı yıpratma çabasından örnekler vereyim.
Azar, dışlama, fırça ve aşağılama
Babacan, Erdoğan’ın kurala, kanuna, ekonomik disipline aykırı taleplerine ‘Hayır’ diyordu. Bu durum da Erdoğan’ı fazlasıyla rahatsız ediyordu.
Gezi’yle beraber bu rahatsızlık ciddi bir ayrışmaya dönüştü.
Erdoğan Babacan’ı olur olmaz her yerde, hatta milletvekillerinin önünde azarlamaya başladı.
Bir gün Babacan üyelere ekonomideki durumu anlatmak için sunum dosyalarıyla MKYK toplantısına katıldı. Fakat Babacan tam sunuma başlayacağı sırada Erdoğan başka bir AK Parti’liye dönerek “Ekonomide neler oluyor bize sen anlat” dediğinde salonda buz gibi bir hava esti.
Herkes çok şaşkındı.
Birkaç ay sonra, Soma faciası ertesinde AK Parti il başkanları Manisa’da toplandı. Bir il başkanının eleştirileri üzerine Babacan söz aldı. Tam bu sırada Erdoğan bütün il başkanlarının önünde Babacan’a “Sen bu işlerden anlamıyorsun” diyerek sert bir fırça attı.
Tüm bunlara rağmen Babacan son hükümette de görev almaktan imtina etmedi.
Erdoğan cumhurbaşkanı olduktan sonra, Babacan’ın politikalarına artık açıktan itiraz ediyordu. Bununla da kalmıyor, Yiğit Bulut gibi danışmanları aracılığıyla da Babacan’ı rencide ediyordu.
Ekonomide uygulanan politikaların milli olmadığına vurgu yaparak sonunda Babacan’ı ve Merkez Bankası başkanını neredeyse ‘hainlikle’ suçlamaya kadar vardırdı.
Ekonomide işler kontrolden çıkınca, Erdoğan’ın daveti üzerine Ali Babacan ve Merkez Bankası başkanı sunum yapmak üzere saraya gitti. Babacan saraya vardığında karşısında Erdoğan’ın danışmanlarından Yiğit Bulut ve Cemil Ertem’i buldu.
Erdoğan şöyle haber göndermişti: “Sunumu Yiğit Bulut’a yapsın ben sonra katılacağım.” Bunun üzerine Babacan toplantıyı terk etmek üzere hareketlendiğinde Erdoğan’dan haber geldi: “Beklesin geliyorum.”
Esasında Erdoğan’ın Babacan’dan alacağı sunumun da verilerin de bir kıymeti yoktu. Çünkü Babacan’ın karşısına Yiğit Bulut’u oturtarak Babacan’ın itibarına son darbeyi indirmişti.
Hep şu ‘dava’ uğruna
Peki, Babacan tüm bu yaşananları niçin sineye çekti?
Sadece Babacan değil Erdoğan’ın istiskal ettiği, aşağıladığı, dışladığı, değersizleştirdiği bütün AK Parti’liler benzer şekilde davrandı. Sineye çekmek. Hiç bir şey yokmuş gibi yola devam etmek.
Peki niçin? Neden Erdoğan’a ‘Dur’ demeyi göze alamadılar. Neden AK Parti’yi demokratik çizgiye zorlayacak bir tutuma yönelmediler?
“Tüm bu olup bitene niçin katlanıyorsun?” diye soranlara, şöyle cevap veriyorlardı: “Dava zarar görmesin diye açıktan itiraz etmiyoruz, rest çekip gidemiyoruz.”
Sözümona dava için, hem kendilerine büyük kötülük yaptılar hem ülkeye, hem de ‘dava’ dedikleri, İslamcıların 40 yıllık birikimine.
“Dava zarar görmesin” diye diye, ülkenin uçurumun eşiğine getirilmesinde rol aldılar.
Hangi ‘dava’ Türkiye’den daha önemli?
Halbuki İslamcıların bir davası yokmuş. Hiç olmamış. Bunu bir türlü görmediler. Ya da görmek istemediler.
Tasfiye edilen bu İslamcı arkadaşlara şunu sormak isterim: Ülke kötüye giderken ‘dava’ nasıl daha iyi olacaktı? Ülkede iç barış, demokrasi, değerler… birer birer yara alırken o nasıl bir ‘dava’ ki ayakta kalacaktı?
Hem hangi ‘dava’ Türkiye’den daha önemli? Ne tür bir ‘dava’ Türkiye’nin kazancıyla çelişir?
Toplum olarak hepimizin, bütün ideolojilerin tek bir davası vardır, o da Türkiye’yi yaşanabilir bir ülke yapmak.
Türkiye zarar görürken, kötüye giderken ‘dava’yı ayakta tutmak, onu koruma refleksiyle olup bitene ortak olmak akıl alır bir şey mi?
Hem, kendi itibarını koruyamamış insanların, bir davanın, bir inancın, bir ideolojinin itibarını koruması mümkün mü?
Erdoğan’ın etrafında toplanan, ilgi gören, el üstünde tutulan insanlara baktığınızda ‘dava’ dediğiniz şey sadece ve sadece Erdoğan’ın tek adamlığını tesis etmek. Bir türlü göremediniz mi?
Yiğit Bulut’un teorisyenliğini ve sözcülüğünü yaptığı bir davadan kimseye bir hayır gelmez. Bunu anlayamadınız mı?
Ülkemizin ateşe atılmasına bile isteye ortak oldunuz
Üç yıl boyunca Erdoğan’ın sistematik olarak uyguladığı yıpratma ve aşağılama politikalarına sesinizi çıkarmadınız. Hepsini sineye çektiniz. Tek bir gün “Bir dakika arkadaş, senin derdin ne?” bile demediniz. Güya davayı korumak için, ülkemizin ateşe atılmasına bile isteye ortak oldunuz.
Bu itaatkar tutumunuzla hem Erdoğan’ın büsbütün kontrolden çıkmasına sebep oldunuz, hem de Türkiye’nin umudunu tükettiniz. “Kirli, gayri ahlaki işler yaparak yüce bir davaya hizmet edilmez” sözü hiç mi aklınıza gelmedi.
Ne oldu şimdi? Günün sonunda ne var elinizde?
Hem sizin itibarınız yerle bir oldu, hem de Türkiye’nin itibarı. Hem inancımıza büyük leke sürüldü hem de bu inancı yol haritası olarak benimseyen insanların alnına.
İktidarınızın ilk yıllarında yaptığınız birkaç iyi iş vardı. Onları da harcayıp tüketmiş bir halde siyasete veda ediyorsunuz.
Bu utanç size ömür boyu yeter
Son duraktasınız, bir bakın bakalım heybenizde ne var? Çocuklarınıza anlatacak ne tür hikayeleriniz var?
‘Gözünüz gibi koruduğunuz o dava’yı sonunda Yiğit Bulut gibilere teslim edip çıktınız.
Bu utanç size ömür boyu yeter.
Hepinize, hepimize geçmiş olsun diyorum.
Evet, geçmiş olsun.