PEN Almanya Başkanı: Türkiye en büyük gazeteci hapishanesi
Söyleşi: Felix Schlagwein 01 Ocak 1970
Cumhuriyet davası nedeniyle Erdoğan ve Yıldırım'a bir açık mektup yazan PEN Almanya Başkanı Venske, Türkiye'de gazetecilerin yargılandığı davaları absürt olarak nitelendirdi.
Uluslararası Yazarlar Derneği PEN'in Almanya şubesi başkanı Regula Veske, Cumhuriyet davasının başlaması nedeniyle Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım'a bir açık mektup yazdı. "Muhtemelen yazdığım bu mektubu okumaya cesaretiniz olmayacak" diyerek Erdoğan ve Yıldırım'a seslenen Venske, Cumhuriyet Gazetesi çalışanlarının serbest bırakılmasını talep etti. Bir yıl içinde Türkiye'de tutuklanan gazeteci sayısının en az 165 olduğunu hatırlatan PEN Almanya Başkanı, böylece Erdoğan ve Yıldırım'ın ülkeyi "dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi" konumuna getirdiğini söyledi.
DW: Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım'a yazdığınız açık mektupta gayet sert ifadeler kullanıyorsunuz. Mektubunuz ile neye ulaşmayı umuyorsunuz?
Regula Venske: Öncelikle mektubu mümkün olduğu kadar çok kişinin okuyacağını ve verdiğim bu önemli sayıların insanların kafasına yerleşeceğini ümit ediyorum. Mektubumu okuyan kişilerin, Türkiye'de bugüne kadar kaç kişinin işten çıkarıldığını, kaç kişinin kısmen absürt suçlamalarla tutuklandığını ve kaç gazetecinin hapiste yattığını görmesini istiyorum. Türkiye artık dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi oldu. Bu konuları ne kadar tekrarlasak az. Ayrıca mektubumu kaleme alırken, Türkiye'de tutuklu bulunan ve yargılanan meslektaşlarım yüzünden duyduğum öfke ve belki de korkuyu ifade edebilmeyi umdum. Tabii ki hitap ettiğim politikacıların mektubumu okumalarını ve öz eleştiride bulunmalarını isterim ama bu yönde pek umudum yok.
Teröre destek suçlamasıyla tutuklu Cumhuriyet çalışanlarının davası Türkiye'deki “Basın Özgürlüğü için Mücadele Günü”nde başladı. İronik bir durum değil mi bu?
Evet, öyle, zira aslında bu tarihin Türkiye'de bayram olarak kutlanması gerekirdi. 1908'de bu tarihte basından sansür ilk kez kaldırılmıştı. Cumhuriyet Gazetesi ise 1924'ten beri varlığını sürdürüyor. Birçok darbe girişimini atlattı ve askeri dikta rejimlerinde de yayın hayatına devam etti. Geçmişte bu gazetede çalışan birçok isim tutuklandı, işkence gördü, hatta öldürüldü. Ama isminde "Cumhuriyet"i taşıyan gazete hiç şimdiki kadar büyük bir saldırıyla karşı karşıya kalmadı. Eski Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Almanya'da sürgünde ve eleştirilerini cesurca dile getiriyor. Tutuklu yargılanan Cumhuriyet çalışanlarına yöneltilen suçlamalar ise tamamen absürt. Örneğin Gülen hareketi ile bağlantılı olmakla suçlanıyorlar. Oysa daha birkaç yıl öncesine kadar Fethullah Gülen hakkında eleştirel yayın yaptıkları için yargılanıyorlardı.
Türkiye'de insan hakları savunucusu Peter Steudtner gibi Alman vatandaşları da tutuklanıyor. Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel Ankara hükümetine karşı politikaların sertleştirileceği sinyalini verdi. Federal hükümet Türkiye'de basın ve ifade özgürlüğü gibi insan haklarını korumak için somut olarak ne yapabilir?
Bazı anlaşmaların, özellikle de insana alaycı gelen mülteci geri kabul anlaşmasının dikkatle incelenmesini doğru buluyorum. Bizim Uluslararası Yazarlar Derneği PEN'in Almanya şubesi olarak Alman yayınevleri ile kitabevlerinin çatı kuruluşu Alman Kitap Basım ve Yayıncıları Derneği Borsa Birliği ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü ile birlikte başlattığımız #FreeWordsTurkey adlı imza kampanyasına yaklaşık 145 bin kişi katıldı. Tabii politikacıların "biz ne yapabiliriz?" diye kendilerine sormaları lazım, biz yazarlar ve gazetecilerin de ne yapabileceğimizi sorgulamamız gerek. Bizim yöntemimiz söz ile. Haber yapmaktan ve eleştirmekten yılmamamız gerek.
Mektubunuzda Erdoğan'ı sadece Türkiye'de değil, aynı zamanda Almanya'da da kutuplaştırma siyaseti izlemekle suçluyorsunuz. Türkiye Cumhurbaşkanı Almanya'da yaşayan Türklerin Alman toplumuyla ilişkileri açısından ne gibi bir tehdit teşkil ediyor?
Erdoğan kutuplaştırıcı söylemleriyle kışkırtıyor ve bu Türk kökenli hemşehrilerimiz için olumlu bir gelişme değil. Bizim için önemli olan, huzur içinde birlikte yaşayabilmemiz, farklı fikirlere sahip olabilmemiz ve hatta farklı partilere oy verebilmemiz. Farklı görüşler de demokrasinin bir parçası ancak siyasi rakiplerin birbirine göz hizasında ve saygı içinde hitap etmesi gerek. Fakat Erdoğan'ın konuşmalarında bu yok. Hele son konuşmaları, insan düşmanı olarak gördüğüm birçok mecaz ve imgelerle doluydu ve korkunçtu.
PEN'in hem Alman hem de uluslararası şubeleri halklar ve uluslar, etnik gruplar ve dinler arasında barışçıl bir şekilde birlikte yaşam amacıyla çaba sarfediyor. Türkiye Cumhurbaşkanı ise bunun tam tersini yapıyor. Kendi çizgisi dışında olan herkes zorla susturulsun isteniyor.
Gerçekten de mektubunuzun sonunda yazdığınız gibi "gerçeğin ve adaletin sonuçta kazanacağına" inanıyor musunuz?
İnsanlık tarihine baktığım zaman, çok barbarlık olduğunu görüyorum. Dehşet verici savaşlar, işkence, cinayet ve adam öldürmeler. Ama aynı zamanda insanların özgürlük, adalet, hakikat, insaniyet ve sevgi için çabaladıklarını da görüyoruz. İktidardakiler ilk çağlardan beri bununla mücadele ediyorlar ama sanırım bu çabaları bastırmak mümkün değil. İnsanlığın yarattığı en iyi ve en güzel şey de bu: Özgürlük sevgisi, kültür sevgisi ve huzur içinde birlikte yaşama duyulan sevgi.
© Deutsche Welle Türkçe