Sâdelik şatafatı yenmeli...
Adnan İslamoğulları 01 Ocak 1970
Mevcut iktidara, yani AKP hükümetine, adının ne olduğunu, henüz kimsenin bilmediği ama fiilî olarak tek adam yönetimi olduğu henüz hayata geçmediği hâlde ayan beyan ortaya çıkan bir sözde cumhurbaşkanlığı ya da başkanlık sistemine eleştiriler getirmenin çok da fazla anlamı kalmadı...
Mevcut iktidarın, yani AKP hükümetinin çelişkilerini ortaya koymanın, bugün söylediklerini yarın, hatta saat farkıyla bile tekzib ettiklerine dair örnekler ortaya koymak da büyük ölçüde anlamını yitirdi...
Kişiler üzerinden giderek, zamanında şöyle dedin, şimdi bunu diyorsun demenin de bir ciddiyeti yok...
Medyadaki yandaş kalemlerin birkaç dakika arayla nasıl çark ettiklerini ve 180 derece nasıl dönebildiklerinden bahsetmek de artık vaka-i âdiyeden bir hâl aldı...
Çünkü bu ve buna benzer konu ve durumlar hakkında ne yazılırsa yazılsın, ortaya ne konulursa konulsun muhatapları üzerinde bir tesiri yok, mahcup olmuyorlar, utanmıyorlar, özür dilemek hak getire, yanlış ve hatadan münezzehler, lâ-yüsel hissediyorlar kendilerini, âdeta ismet sıfatları var üzerlerinde...
İç bünyelerinde müthiş bir rehabilitasyon mekanizmaları var, inanılır gibi değil...
Gözleriyle adam yediklerini görseler, yediğinin adam değil ceylan olduğuna inanabiliyorlar, yeter ki bir yetkilileri onun adam değil aslında ceylan olduğunu söylesin...
Cocacola ânında ya meyve suyu fabrikasına dönüşüyor ya da yabancı sermayenin ne kadar önemli olduğu konusunda bir ânda iknâ olabiliyorlar...
Almanya'nın dost mu düşman mı olduğu konusunda kararsızlar, "Eyy Almanya" dendiğinde azılı bir düşman oluyor, Siemens'e ihâle verildiğinde ilişkilerin normale dönmesi gerektiğine iman ederek dost oluyor, Almanya aynı Almanya...
Bunun gibi sayısız örnek vererek bugünün yazısını da kotarabilirim aslında...
Fakat asıl söylememiz gereken bu tür örnekleri sıralamak değil, bu kitlenin en azından bir süre daha 'umutsuz vakâ' olduğu gerçeği...
Çünkü motivasyonlarının en belirgin argümanı üzerinde tepinilen dinî duygular...
Kâhir ekseriyeti temsil etmiyorlar ama mevcut iktidarı ayakta tutan bir kitle bu...
Oysa geride memnuniyetsiz, şikâyetçi, endişeli büyük kitleler var...
Kimisi memnuniyetsizliğini, şikâyetlerini, endişelerini açıkça dile getirebiliyor, kimisi ya korkuyor ya da bekliyor...
Bir yeni umut bekliyor, bir yeni heyecan bekliyor, bir yeni kadro bekliyor, bir yeni söz bekliyor...
Eğer, memnuniyetsizliklerine, şikâyetlerine, endişelerine cevap verecek bir yapı görürse sahip çıkacak, destekleyecek, yanında olacak...
Bunun en büyük göstergesi referandumda çıkan sonuç...
Mühürsüz oylarla ilgili tartışmaları bir kenara bıraksak bile, referandum propagandalarındaki ezici adaletsizliklere ve istismarlara rağmen toplum ikiye bölünmüş durumda...
15 Temmuz gibi bir ihânetin, siyasal anlamda etinden, suyundan, yününden de istifade eden bir iktidar var ve bu iktidarın referandumda kaybettiği büyük illerin hemen hemen tamamındaki 'hayır' oyları Türkiye'nin yakın geleceğindeki bir erken seçimi ya da 2019'daki genel seçimleri ve Başkanlık seçimini belirleyecek doneleri içinde barındırıyor...
Ve aslında bakarsak, bütün bunların en yetkili ağızdan bir itirafı da mevcut:
"Metal yorgunluğu"...
İşin gerçeği bunun adı metal yorgunluğu falan değil, bunun adı ciddi bir yönetim ve kadro krizi. Artık yönetemiyorlar, artık toplumun önüne koyacakları kadroları yok... Bu bir yönetim yorgunluğu ve yıpranması, yani deformasyon, yani kirlilik...
İşte bu siyasal zemin bir yeni partiyi ihtiyaca dönüştürüyor, bu ihtiyaç enerji biriktiriyor, ümit biriktiriyor, heyecan biriktiriyor, beklenti biriktiriyor...
Bu enerjiyi, ümidi, heyecanı ve beklentiyi Türkiye'yi yönetecek, Türkiye'yi fabrika ayarlarına geri döndürecek, toplumda hızla büyüyen bölünmüşlüğün önüne geçecek, devleti millî bir akılla donatacak, ülkenin kaynaklarını yandaş arpalığı olmaktan çıkaracak, dini ve tüm mukaddesleri siyasetin oy avcılığı ve istismar dili olmaktan çıkaracak, devlet karşısında vatandaşa adaletin güvenini verecek, ülkenin sosyolojik mayınlarıyla oynamayacak, dini, dili, meşrebi, mezhebi ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkese kendisini birinci sınıf vatandaş hissettirecek, gerginlik yaymayacak, Cumhuriyetin kuruluş değerlerini esas alacak, Cumhuriyetin kurucu kadrolarını tartışma konusu yapmayacak ve ne olursa olsun, hangi sebep ve gerekçeyle olursa olsun devlet yönetiminde liyakat prensibinden vazgeçmeyeceğine milleti inandıracak bir kadro ve program ile milletin huzuruna çıkacak, demokrasiyi bir yönetim biçimi olarak değil problemleri çözme metodu olarak hayata geçirecek, hukukun üstünlüğüne ve yargının bağımsızlığına sıkı sıkıya merbut olacak yeni partinin Türkiye'ye nefes aldıracağı gün gibi âşikâr...
"Sâdelik şatafatı yenecek..."
Bu söz Sn. Meral Akşener'e ait....
Evet, sâdelik şatafatı yenmeli... Sâdelik gösterişi yenmeli... Tevâzu kibri yenmeli... Nezâket nobranlığı yenmeli... Ciddiyet lakaytlığı yenmeli... Samimiyet riyâkârlığı yenmeli... Doğruluk yalanı yenmeli... Adâlet adâletsizliği yenmeli...
İyi, doğru ve güzel olan her ne varsa, kötüyü, yanlışı ve çirkini yenmeli...