Avrupa’ya veda
Aslı Aydıntaşbaş 01 Ocak 1970
Almanya’yla kriz, akıllara ziyan bir durum. Hesapsız, plansız, her anlamda Türkiye’nin çıkarlarını zedeleyecek bir hadise.
Şimdi sakin sakin yapılan işin neden yanlış olduğunu anlatmak istiyorum.
Darbeye katılan isimlerin iadesinin Almanya’dan talep edilmesi, Ankara’nın hakkı. Bu konuda kimsenin itirazı yok. Ancak Türkiye, olağanüstü hal çerçevesinde 15 Temmuz’dan bu yana o kadar vahim uygulamalara imza attı ki, artık dünya skalasında bir baskı rejimi olarak görülüyor. Darbecilerin dayak yemiş fotoğraflarının Anadolu Ajansı tarafından servis edilmesinden tutun da gazeteci ve milletvekillerinin hapse atılmasına kadar birçok örnek nedeniyle, uluslararası hukuk artık Türkiye’ye suçlu iadesi açısından ‘safe country’ yani ‘güvenli ülke’ olarak bakmıyor. Yargısına da, mahkemesine de güven duyulmuyor.
Bu yüzden Almanya ve birçok ülke, Türkiye’de PKK ve FETÖ davalarından aranan bürokrat, gazeteci ve diğer isimlerin iltica taleplerini kabul ediyor. Türkiye ise bu konuda kızgın. Halen Türkiye cezaevlerinde 55 Alman vatandaşı var ve bunlardan 22 tanesi FETÖ ve PKK’ye destek suçuyla aranıyor. Sadece 4 tanesi çifte vatandaş.
Fakat tabii ki Adil Öksüz söz konusu olduğunda, kimse olaya sadece bir insan hakları meselesi olarak bakamaz. Darbenin en kritik ismi olan Adil Öksüz’ün kimliği, o gece Akıncılar üssündeki görevi ve darbe öncesi yapılan toplantılardaki rolü belli. Haliyle bu şahıs Almanya’daysa, Ankara yaygara koparmakta haklı.
İyi de, Adil Öksüz sahiden orada mı? Bir lokantada görüldüğü söyleniyor. Ne bir foto, ne detaylı bilgi var. Darbe sürecinden bu yana FETÖ yapılanmasıyla öğrendiğimiz en önemli şey, nasıl bir gizlilik içinde hareket ettikleri. 30 yıl ‘kripto’ yaşam süren askeri yetkililer var. Erdoğan’ın dibinde görev yapıp gerçek kimliğini gizleyenler var.
Hal böyleyken, hele de Adil Öksüz gibi birinin, “Canım döner çekti. Hadi şurada yiyiverelim” diye köşedeki Türk lokantasına uğraması, bana pek mümkün gelmiyor. Hatırlarsanız daha önce de Londra’da benzer bir vaka yaşanmış, sonra Adil Öksüz olduğu sanılan o vatandaş çıkıp “Ben Adil Öksüz değilim” diye röportaj vermişti. Şimdi aynı durum olmasın?
Velev ki elinizde ciddi bir istihbarat var. Bunun yöntemi, gidip araştırmak, günlerce titizlikle takip etmek, resimlemek, sonra da MİT üzerinden Alman gizli servisiyle irtibat kurup anlaşmaktır. Türkiye geçmişte böyle hareket ederdi. Ben bu kadar hassas bir konuda, ‘Orada görülmüş’ diye Dışişleri üzerinden ‘nota’ verildiğini ve bunun gazetelere servis edildiğine ilk kez tanık oluyorum. Sağlam bilgi ve foto varsa, sözlerimi geri alıyorum. İş sadece duyumsa, vahim bir hata.
Almanya’yla arayı bozmanın başka sakıncaları da var. Hepimiz Türkiye’nin Avrupa rotasının bittiğinin farkındayız. Ancak kâğıt üzerinde Türkiye’nin AB süreci hâlâ sonlandırılmış değil. Bu, ekonomik ve siyasi konumlanma açısından önemli. Müzakere sürecinin askıya alınması, her şey bir yana, Türkiye’ye ‘yatırım ortamı’ açısından oldukça külfetli olacak, yabancı yatırımcının zaten azalan iştahını iyice kesecektir.
Şu zamana kadar AB sürecinin tamamen askıya alınmamasındaki yegâne neden, Berlin’in tutumuydu. Avrupa Parlamentosu iki kez karar geçirdi, Almanya sayesinde AB Konseyi bunu dikkate almadı. Geçen ilkbaharda, Hollanda krizi ve Nazi atışmaları sonrasında yine bazı Avrupa ülkeleri Türkiye’nin müzakere sürecinin bitirilmesi için kapalı kapılar ardında bir lobi faaliyeti başlatınca,
“Durun, dokunmayın. Böyle kalsın” diyen yine Almanya’ydı.
Ama bu durum artık değişiyor. Artık Berlin’in “AB müzakere sürecine dokunmayalım” tezini savunması mümkün değil. Bırakın müzakereleri, artık ‘gümrük birliğinin güncellemesi’ gibi mütevazı bir hedef bile zor. Önümüzdeki nisanda, AB sürecinin resmen askıya alınması şaşırtıcı olmaz. Gümrük Birliği’nin genişlemesi meselesi ise geçmiş olsun...
Haliyle ben artık bu işin düzelmesini mümkün görmüyorum. Bu gerilim, Almanya seçimlerinden sonra da devam eder.
Ve öyle görünüyor ki, Almanya’yla birlikte Avrupa’ya da veda etmiş oluyoruz.