Teşhis başkan babadan, tedavi oğlundan
Aydın Engin 01 Ocak 1970
AKP Başkanı, Türkiye toplumunda “hastalık” olarak gördüğü bir sorunu birçok kez dillendirdi.
Yıllar önce Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışma ofisinin penceresinden, Beşiktaş iskelesinde vapurdan inen kadınlara baktığında “tiksinti duyduğunu” bile söylemişti. Tiksintisinin mini eteklerden mi, bacaklara yapışan “tayt”lardan mı, çok dar pantolonlardan mı, bir omuzu açıkta bırakan giysilerden mi, dekoltesi biraz açık göğüs yakalarından mı kaynaklandığı belli olmadı, ama kadınların, özellikle genç kadınların giysilerinden hiç de hoşlanmadığı, öyle giyinmeyi “milli ve yerli” bulmadığı besbelliydi...
Bu “değerli değerlendirmelerini” 9 Şubat’ta, Saray’da düzenlenen bir ödül töreninde bir yakınmayla sürdürdü:
“... Ülkemizin geçtiğimiz 14 yılda yaşadığı dönüşümün en zayıf halkalarını eğitim ve kültür oluşturuyor. Bu konuda fevkalade müteessirim...”
Bu “teessür”ünü 28 Mayıs’ta AKP iktidarının gözbebeği Ensar Vakfı’nın İstanbul’da toplanan genel kurulunda yaptığı konuşmada daha derinleştirdi, daha “entelektüel” bir içerik kazandırdı.
Şöyle dedi:
“... Siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var. Elbette sevindirici gelişmeler yaşandı. İmam hatiplere olan ilginin artması, tüm okullarda Kuran-ı Kerim, siyer-i nebi gibi derslerin okutulması çok güzel gelişmeler. Ama bizim hayalimiz olan nesillerin yetiştirilmesi konusunda hâlâ pek çok eksikliğimiz bulunuyor...”
“Sosyal ve kültürel iktidar” nitelemesi başlı başına sorunlu. Sosyal ve kültürel zenginlik ve hele özgürlük yerine “kültürel iktidar” nitelemesi bal gibi faşizan bir söylemdir. Nazilerin kitap yakma ayinleri sırasında benzer yaveler epey sık kullanılmıştı.
Ama AKP Başkanı böyle düşünüyor ve bunu pervasızca dile getiriyor. Ona göre 18. yüzyılın başlarından beri bu topraklar üstünde devlet politikası olarak uygulanan kültürel yönelimler toplumda bir “sosyal ve kültürel hastalık” yaratmış; yerli ve milli olmayan bu kültür ve yaşam biçimi gitgide bir yozlaşmaya yol açmıştı.
***
AKP’nin 14 yıllık iktidarı ile bu hastalığın tedavisi için arayışlar başlamıştı. Önceleri ürkek, son dönemlerde de pek güçlü adımlara tanık olmaktayız.
Ancak bu “hastalığın” tedavisi yönünde en atak, en derin, en köklü yöntem “Başkanın oğlu”ndan, “büyük Türk düşünürleri” arasında yerini almaya başlayan Bilal Erdoğan’dan geldi.
Önceki gün İstanbul Okmeydanı’nda,
“Okçuluk Araştırmaları Enstitüsü”nün açılış töreninde Bilal Erdoğan konuştu.
Başkan’ın oğlu önce “Bütün dünya Türklere düşman” diyen yaygın saptama ve saplantının bir başka yönüne ışık tuttu ve “Bizi kültürleriyle tutsak etmeye çalıştılar” buyurdu.
Sonra “hastalığın” sebeplerini ortaya koydu:
“... Müziklerinden yemeklerine, kıyafetlerine, bütün yaşam tarzlarına kadar bizitutsak etmeye çalıştılar. Türkiye’de yıllarca müzik derslerinde blok flüt çalınmasının sebebi basit bir şey değildir. Beden eğitimi derslerinde ritmik jimnastiğin öne çıkarılmasının sebebi basit bir şey değildir.”
Ardından da tedavi yöntemini hepimize armağan etti:
“Bizim kendi sporlarımızın, müziklerimizin, müzik enstrümanlarımızın, kendi kültürel öğelerimizin yer alması demek bir milletin bağımsızlığının gerçek manada korunması, sahiplenilmesi demek... Okçuluk merkezine gelen çocuklarımız sadece spor yapmış olmuyorlar, aynı zamanda dimağlarında kültürel kodlarıyla, hafızalarıyla çok sağlıklı bir ilişki, iletişim kuruyorlar. Adeta format atılan, silinen belleği yeniden var etmiş oluyorlar.”
***
Ey Türk gençliği!
Haydi bakalım, hep birlikte milli yemek yemeye, milli giysilere bürünmeye, milli müzik dinlemeye, okçuluk, güreş, cirit gibi milli ve yerli sporlardan başkasına (mesela futbola, basketbola) asla yüz vermemeye...
Ve hem babaya, hem oğluna teşekkür üstüne teşekkür etmeye...