ŞEYH GALİB 1757 - 1799
NİHAD SAMİ BANARLI 01 Ocak 1970
XVIII. asrın inanmış sanatkârı Şeyh Galib, Türk Divan Edebiyatının son bü yük şiiridir. Denilebilir ki Divan şiiri, uzun, aralıksız ve rakipsiz hayatının bu son asrında, son sözünü Şeyh Galib'le söylemiş; son sanat hamlesini onun eseriyle yapmışdır.
Galip Dede bir Mevlevi çocuğudur: Babası Mustafa Reşid Efendi, münevver ve samimi bir Mevlevi dervişi idi. Onun babası Mehmed Efendi de yine Mevlevi idi. Galib'in annesi Emine Hatun'dur.
Şeyh Galip, İstanbul'da Yeni Kapı Mevlevihanesi civarında bir evde doğmuşdur. Eski harflerle ( eser-i aşk) ve ( cezbetü'llah) terkipleri, onun doğumuna düşürülen tarihlerdir. (H. 1 171)
Şair, ilk tahsilini babasının yanında yapmışdır. Babası ona Türkçe ve Farsça öğretmiş; şiir zevki tatdırmış; mensup olduğu tarikatin adabını, fikir, felsefe ve heyecanını tanıtmaya çalışmışdır. Babasına bir mürşid gözüyle bakan ve onun üstad-ı küll olduğunu söyleyen Galib, bu inanmış babadan çok faziletler öğrenmişdir.
Şeyh Galib, babasından başka, Galata Mevlevihanesi Şeyhi Hüseyin Dede'den ve bir dil ve edebiyat muallimi olduğu bilinen Hoca Neş'at Efendi' den ders görmüştü. Daha çocuk denecek yaşta, gerek babasından gerek hocalarından Mesnevi okuyan Şeyh Galib'in şahsıyetinin teşekkülünde Mevlana Celaleddin F.Umi'nin ve çevresinde Mevlana' ya gösterilen derin ve muazzam saygının büyük tesiri vardır.
Şeyh Galib'in asıl adı Mehmed'dir. Şiirlerinde kullandığı Esad mahlasını ona hocası Neş'et Efendi. vermişdir. Galib mahlasını ise ne zaman ve niçin aldığı iyi bilinmiyor.
Galib'in bilinen ilk vazifesi, 24 yaşında iken devam etdiği Divin-ı Hümayun Beğlikci Odası memurluğu'dur. Aynı yıllarda, şiirde hayli ilerlemiş bulunan Galib'in kendi şiirine güvenen ve söyleyişe yeni bir hamle getirdiğine inanan bir sanat anlayışı ve o ölçüde de bir nefsine itimad duygusu vardı. Bü yük şairin 23-24 yaşlarında iken divan tertib etdiği bilinmekdedir.
Şeyh Galib, babasından, çevresinden ve hocalarından aldığı terbiye ile bir Mevlevilik atmosferi içinde, ciddi, samimi ve heyecanlı bir Mevlevi olarak yetişmişdir. 30 yaşlarında iken de Konya'ya giderek Mevlana Dergahı'nı ve Türbesi'ni ziyaret etmiş; Konya'da çile'ye girmiş fakat ailesinin ısrarı üzerine İstanbul'a dönerek çilesini Yeni Kapı Mevlevihanesi'nde tamamlamışdır. Böylelikle tarikatin bütün merhalelerinden geçerek, her sahadaki istidad ve kaabiliyeti ile Çelebi'ler çevresinde sevgi ve itimad uyandırmışdır.
Şeyh Galib, şiiri, sanatı ve mevleviliği dolayı sıyle, devrin büyük hükümdarı Sultan Üçüncü Selim' le de tanışmış ve padişahdan samimi bir sevgi ve iltifat görmüşdür.
Bu sırada Galata Mevlevihanesi şeyhliğinde bir değişme olmuşdur: Mevlevihane'nin 104 yaşındaki şeyhi Numan Dede, Konya'daki merkezden izinsiz, Üsküdar'da bir hankaah yaptırdığı için vazifesinden alınmış ve yerine Şems Türbesi'nin türbedarı Abdullah Dede gönderilmişdir. Ancak Abdullah Dede, İstanbul'a vasıl olamadan, Kütahya'da vefat edince. Galata Mevlevihancsi yine şeyhsiz kalmışdır.
Bu vefat hadisesi Çelebi'lik makaamını uyandırmış; Galata mevlevihanesi için İstanbul' da bu makaama çok layık bir insan bulunduğu akla gelmişdir. Neticede, henüz 34 yaşında, genç bir mevlevi olan Galib Dede Galata Mevlevihanesi şeyhliğine tayin edilmişdir. Konya merkezi tarafından bu makaam için Şeyh Galib'in hatırlanışında, öteden beri, Mevleviliğe büyük yakınlık duyan Sultan Üçüncü Selim' in Galib'e gösterdiği yakınlığın da uyarıcı bir hissesi olması çok mümkin ve muhtemeldir
Nitekim bu tayin Galata Dergahı için hayırlı olmuş; uzun zamandan beri harib ·vaziyette duran dergah, padişahın emriyle tamir edilmişdir. Reisü'l-Küttab Reşid Efendi'nin himmetiyle Mevlevihaneye tatlı su getirtilmiş; şeyhin dcrgahda oturabilmesi için, dergâahda bir de harem kısmı inşa edilmişdir.
Bir tarafdan, güzel şiirler söyliyen, öte yandan, musıkide üstadane besteleriyle tanınan ve sevilen Üçüncü Selim, bir şiir, raks, mılsıki, cezbe ve iman tarikati olan mevleviliğe derin saygı gösteriyor; Galib Dede'nin şeyhliği yıllarında onun dergahını çok sık ziyaret ediyordu. Bu arada Mevlevihaneye bir şadırvan yapılmış; hükümdarla genç şeyhin sohbetleri için de bir Hünkar Mahfili inşa ettirilmişdi.
Sultan Selim, dergaha her gelişinde Galib'e zarif hediyeler getiriyordu. Galib'i şeyhi biliyor, ondan feyiz ve himmet bekliyordu. Bir defasında şair ve hattat Cevri Çelebi tarafından yazılmış bir Mesnevi getirmişdi. Maddi manevi büyük kıymet taşıyan bu üstün hediye Galib'i çok sevindirmiş, ona bir şükran kasidesi söylemişdi.
Hükümdarın bu ziyaretlerini, Galib de Saray'a giderek hürmetle iade ediyordu. Sarayda hüküm· dar ve ailesi tarafından derin sevgi ve ihtiram görü yordu. Üçüncü Selim'in annesi Mihrişah Sultan; kızkardeşleri Hatice ve Beyhan Sultanlar, Şeyh Galib'in hayranları arasında idiler. Hatta bir rivayete göre, bu şiir mıisıki ve maneviyat atmosferi içinde bir gönül macerası doğmuşdu: Mevlevi dergahının genç şeyhi ile Osmanlı Sarayı'nın genç ve güzel sultan hanımı Beyhan Sultan, birbirlerini sevmişlerdi. Aralarında, açığa vulrulmayan, temiz ve samimi bir Hüsün ve Aşk hayatı yaşanmışdı. Ancak Şeyh Galib'e, onun şahsıyet ve hassasiyetine çok yakışan bu rivayet, bugün hala, bir rivayet olmakdan ileride değildir. Galib Divanı'nda Beyhan Sultan için söylenmiş şiirlerdeki hararet, bu rivayete kuvvet katmış olmalıdır.
Bu şiirler, şairin Hz. Muhammed için, Mevlana için terennüm etdiği şiirler gibi sıcak bir aşk neşidesi üslubundadır. Hiç birisi aşk şiiri olmadığı halde bu manzumelerin mısralarını meydana getiren musıkide bir aşkın lirizmini hissetmek mümkündür. Bir misal olarak, Sultan Selim'in Beyhan Sultan için yaptırdığı Çeragan Silıilsarayı hakkındaki kasidesinde, şairin, hükümdarı överken bir söz düşürüp Beyhan Sultan'ı "öyle sultan ki! ... " tekrirlerle medhe başlayan beyitleri, böyle duygulu bir iç âlemini aksettiren söyleyişlerdir: (…..)
Şeyh Galib'in Üçüncü Selim için kasideleri" ; onun icraatı ve imar faaliyetleri hakkında söylenmiş tirih manzümeleri; Beyhan Sultan için yazılıruş şiirleri vardır. O kadar ki Osmanlı Sarayı ile Galib Dede ve Mevlevilik arasında bu yakınlık, bir aralık bir hesed havası uyandırmış bu arada Şeyh Galib'i çekemeyenler, ona hücum edenler olmuşdur.
Fakat Galib Dede'nin genç yaşda ulaşdığı bu ikbal, çok uzun sürmemişdir: Büyük şair, 1799 yılı Ocak ayı'nın dördüncü Cuma günü, henüz 42 yaşında iken, hastalanarak vefat etmişdir.
Hastalığının aşk yüzünden verem olma şeklindeki tefsiri, daha çok, bir yakıştırma gibi görünmekdedir.
Şeyh Galib'in ölümü, İstanbul'da geniş teessür uyandırmış; kendisine büyük cenaze töreni yapılmış; Na'şı Yüksek Kaldırım'ın yukarısında Galata Mevlevihilânesi'nin caddeye bakan kapısı yanındaki kabrine gömülmüşdür.
Galib Dede öldüğü zaman, siyah saçlı ve siyah sakallı idi. Buna mukaabil ak saçlı ve aksakallı babası henüz hayatta bulunuyordu. Bu baba Galib'in tabutu üzerine ·kapandığı zaman teessürünün şiddetinden, Mevlevi olduğunu ve ölüm zamanlarındaki hikmeti unutarak: "Oğlum! Bu kara sakal bu beyaz kefene yakışmıyor! Ölüm senden çok bana yakışırdı!" demekten kendini alamamışdır.
Aynı vakitsiz ölüm, devrin şairlerine tarihler yazdırmış; hayatında Galib'le iyi geçinemiyen şair Süruri bile onun ölümü için:
Hüzn ile yazdı Sürûrî tarih
Geçdi Galip Dede candan yahut: 1213
Meddedüb ahı dedim tarihini.
Oldı nâ-peydâ meded Galib Dede: 1213 gibi tarihler söylemişlerdir. (…..)
Şeyh Galib'in vefatında Ahmed ve Mehmed isimli iki küçük oğlu ve Zübeyde adında bir kızı vardı. Zevcesi bir "Saraylı" idi. Ancak, çocuklarının da küçük yaşlarda vefat etdikleri haberi, eğer doğru ise, bu ölümlerin sarî bir hastalıkdan ileri geldiğini düşündürerek Şeyh Galib'in veremden öldüğü rivayetini kuvvetlendirebilir.
Edebi Şahsiyeti
Şesyh Galib, şiirlerindeki dil, şekil ve diğer ortak vasıflar bakımından, klasik divan şiir geleneğinden ayrılmış bir şair değildir. O da Divan nazım şekillerini eskiler gibi kullanmış; şiirlerini müşterek İslâm kültürüyle söylemiş; O da kasideler, gazeller terennüm edip hadiselere tarihler düşürmüşdür.
Hatta Fariîi manzumeler gibi söylenmiş beyitlerin ve zincirleme izafetlerin nazım dilini süsleseler bile Türkçe söyleyiş bakımından çirkin olacaklarını ileri sürdüğü halde kendisi de bu tarz söyleyişden tamamiyle ayrılmış sayılamaz.
Ancak Galib Dede, bir XVIII. asır sonu şairi ve bir İstanbul çocuğudur. Yaratılışdan, büyük şair olduğu için milletinin dilindeki işlenmiş güzelliği ve bu dilin sesini duymuşdur. Bu duyuşladırki içinde bulunduğu asrın Mahallileşme Cereyanı’na onun da ruhu kaymış; o da sözlerini, zaman zaman halk dilinde yerleşecek bir dil musıkisi içinde söylemişdir. Şiirlerinde yer yer kullandığı halk ağzı söyleyişler ve Divan şıiri lisanına aksettirilmiş bir İstanbul Türkçesi bulunması da bundandır.
Tıpkı Nedim gibi, Şeyh Galib'in de sade lisanla şarkısı; hece vezniyle türküsü vardır. Hatta basit Türkçe ile şiir söylediği de olmuşdur. Onun:
Hâsılı, âlem bilür bu sırrı inkâr eylemem
Gizlesem de âşikâr etsem de canımsın benim gibi, yahut:
Gerçi sensin herkesin gönlünde cevlân eyleyen
Kangı âşıkdır senin gönlünde gönlün kimdedir
gibi şarkı mısraları, İstanbul halkının dilinde çok kolay kalabilecek söyleyişlerdir. Hüsn ü Aşk Mesnevisi'ndeki;
Yâirin bize bir selâmı yok mu gibi ve bilhassa:
İnsâfın o yerde nâmı yok mu
gibi Tardiyye mısraları ise asırların dilinden düşmeınişdir. Gazeleri arasında sık sık rastlanan:
Böyle şeylerden beğim kan oldığın bilmez misin
gibi mısralarda, yer yer, Nedim tarzı bir söyleyiş ve âşikar bir İstanbul Türkçesi vardır.
Nihayet Şeyh Galib, bütün bu dil ve şekil unsurlarının üstünde, Türk divan şiirine yepyeni bir hayal âlemi ve bir başka lügat getirmeğe muvaffak olmuş; İslâm’î Türk edebiyatını aşmanın fanusuna sığmaz dediği bir neş'e ile ve öyle bir sanat ışığı ile -son bir defa- aydınlatmışdır.
Onun bir kısım kaside, gazel, müseddes, muhammes, tercii, tahmis ve tesdislerinde fakat bilhassa Hüsn ü Aşk isimli, üstün Mesnevisinde terennüm etdiği iç âlemi, şiir iklimlerine ince mazmunlar ve "renkli hayaller kervanı” ile katılan, hisli ve hayal dolu bir ruhun zevkli ifadesiyle süslenmiş, ışıklı ve cazip bir âlemdir.
Şeyh Galib, şiirde cezbe, hareket ve hayal unsurlarına geniş yer vermek bakımından edebiyatımızda yeni bir "şahsiyet" olmakla beraber onun şiirlerindeki bu hayal unsurları büsbütün orijinal değildir.
Bu üslup, aslında Sebk-i Hindi veya Sebk-i İsfahâni denilen ve İran şairlerinden Urfi ve Saib ile Şevket-i Buhâri elinde gelişen bir ifade tarzından yankılanmışdı.
Bu şairler, İran'da doğmuş, orada büyümüş olmakla beraber Hindistan'a gitmişler; orada saygı ve iltifat görmüşler ve İran şiirinde Hind üslubu denilen "girift hayallerle" yüklü; anlaşılması güç fakat zarif ve renkli bir şiir tarzı vücuda getirmişlerdi.
Şiirde yeni mazmunlar, zevkli istiareler, allegorique ifadeler ve hayallerle zengin bu tarzın bazı akisleri, Türk edebiyatında daha XVII. asır sonlarında görülmeğe başlamışdı. Fakat Türk şiirinde Hind üslubunu temsil eden yegâne kudretli şair Şeyh Galib oldu.
Şu şartla ki Sebk-i Hindi denilen bu tarz, Şeyh Galih'in elinde Türkçenin sırlarıyle birleşerek ve yer yer, şiire hayal ve mazmun yığma aşırılığından ayrılarak, tamamiyle orijinal, şahsî ve milli bir ifade güzelliği almışdır. ''Esrârını - Mesnevi' den alan" mistik bir coşkunlukla fakat mevzuunu kavramış bir ustalıkla Şeyh Galib, yer yer, en coşkun duygu ve düşüncelerini bile, sade, samimi ve tabii bir üslupla söylemek kudretini göstermişdir. Kısaca Galib Dede Hind üslubunun bir taklidcisi değil, bu üsluba şahsî ve millî hüviyet veren, Türkçenin sesini duymuş ve havasını kavramış bir şairdir.
Diğer tarafdan Şeyh Galib, Türk edebiyatında Fuzûli'yi, Nef'i, Nabi ve Nedim'i en iyi anlayan şairlerdendir. Eserlerinde bu büyük Türk şairlerinden, kuvvetli akisler vardır. Böylelikle gerek millî mazi'den gelen sesler, gerek Hind'den, İsfahan'dan akseden zevkler, Galib Dede'nin şair ruhunda; ince ve sanatkâr benliğinde onun şahsi menşurundan geçerek "bir başka lugat" la terennüm edilmek sırrına ulaşmışdır. Şeyh Galib'in asıl şahsıyeti, işte hurdadır.
Bunun mühim bir sebebi de şudur:
Şeyh Galib Divan şiiri ekolünün hemen her sözünü söyleyip âdeta tüketmiş bulunduğu bir devrede yetişmişdir. Klasik an'anenin kuvvetli devam etdiği bu devirde yeni bir şiir söylemek için hep aynı divan şiiri malzemesini kullanmak zorundadır. Bu sebeple onun şiire getirebileceği yenilik, bir istiftedir. Mevlevi dergahının şiir, raks ve musıki saltanatı içinde yetişmiş büyük bir şairin, bu âlemlerden edindiği bir söz ve ses güzelliği ile söze rakseden bir ifade vermek kaabiliyeti bu şairde kendini göstermiş, Şeyh Galib, bunun için Türkçe şiire yeni bir ses getirmişdir. Şiirlerinde âdeta Mevlevi ayinlerinin sesi bulunması da bundandır.
Galib'in şiirlerinde yer yer tazelenen eski Divan şiiri mısralarının XVIII. asır şiirinin, çok kere, güzel sesli mısraları oluşu da bundandır. Nef'i uslubü mübalağaların Galib'de daha sevimli ve te'sirli oluşu; Fuzuli tarzı duygulanmaların; Nabi yollu düşünüşlerin ve Nedim ruhlu şuhlukların, Şeyh Galib'in mısralarında yeni bir hareket ve terennüm lisanı bulması, hep, onun şiiri, raksı, musıkiyi; hayal'i, hakikati ve düşünceyi birleştirmekdeki şahsi terkib ve istif kaabiliyetinin neticesidir.
Bu kudretli fikir ve musıki şairinin daha üstün söyleyişlerine ise zaman müsaade etmemişdir. Bu sanatkâr, elimizde bulunan belli başlı eserlerini 24-26 yaşlarında vermişdir. Eserlerini vadettiği daha kuvvetli istikbal ise, şairin henüz 42 yaşında ölmesi ile yarım kalmış; belki daha büyük eserler meydana koyabileceği, en olgun bir çağda hayat, şaire müsaid davranmamışdır.