EĞİTİMCİ YÖNÜYLE MÜMTAZ TURHAN
Erhan BULUT 01 Ocak 1970
Türk Eğitim Sisteminin Sorunları İçin Çözüm Yolları Arayan Çerçek Bir Münevver:
“Memleketin bugünkü asıl derdi okuma yazma bilenlerin azlığı değil, münevverlerin iyi yetişmemiş olmasıdır” Mümtaz TURHAN
Savaştan yeni çıkmış, yaralarını sarmaya çalışan Türkiye Cumhuriyetini büyütüp geliştirecek eğitim kadrolarını yetiştirme adına yenileşme ve reform hareketleri kapsamında, her alanda olduğu gibi eğitim alanında da köklü değişikliklere gidilmiştir. Özellikle ülkenin hızlı kalkınmasını sağlayacağı düşünülen eğitimli bireylerin yetiştirilmesi çalışmalarının bir ayağını da yurtdışına öğrenci gönderme projesi oluşturmuştur.
Milli Eğitim Bakanlığının sınavla yurtdışına öğrenci gönderme projesi kapsamında birçok öğrenci yurtdışına gönderilerek eğitim almaları sağlanmıştır. Milli Eğitim Bakanlığının açtığı sınavı kazanarak yurtdışına giden aydınlardan biri de Mümtaz TURHAN’dır.
Mümtaz Turhan, 1908’de Erzurum’un Hasankale (Pasinler) ilçesinde dünyaya gelmiştir. 1916’da Erzurum’un Rus işgaline uğraması üzerine ailesi Kayseri’ye göç etmiştir. Mümtaz Turhan 1924’de Kayseri Sultânîsi’nin (lise) ilk ve orta kısımlarını, 1927’de de Ankara Lisesi’ni bitirdi. Ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne kayıt yaptırmış fakat bu sırada Milli Eğitim Bakanlığının açtığı sınavı kazanarak Yükseköğrenim için Almanya’ya gitmiştir. 1928-35 yılları arasında toplam yedi yıl kaldığı Almanya’da önce Berlin Üniversitesi’nde psikoloji öğrenimi görmüş ve ardından Frankfurt Üniversitesi’nde yine psikoloji alanında doktora yapmıştır. 1936’da Türkiye’ye dönmüş ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tecrübî Psikoloji Kürsüsü’ne asistan olmuştur. 1939’da doçent olan Turhan 1944’de bilimsel çalışma yapmak amacıyla İngiltere’ye gitmiş ve ikinci doktorasını Cambridge Üniversitesi’nde sosyal psikoloji alanında yapmıştır. 1950’de profesör olan TURHAN, 1949-51 yılları arasında Birleşmiş Milletler Sosyal Komisyonu’nda Türkiye temsilcisi olarak çalışmıştır. Özellikle eğitim ve kültür alanında birçok eseri bulunan TURHAN, 1969’da hayata veda etmiştir.
Ülkemizin önemli sosyal bilimcilerinden olan Mümtaz TURHAN öncelikli olarak kalkınma, kültür değişmesi ve batılılaşma konuları üzerinde durmuştur. Maarifin, memleket kalkınmasının manivelası, mesned noktası olarak seçildiği takdirde, onun bu vazifeye layık bir şekilde teşkilatlandırılması, gaye ve fonksiyonunun ona göre tayin edilmiş olması gerektiğini ifade eden Turhan, maarifin esas vazifesinin, yukarıdaki hedefleri gerçekleştirebilecek ilim zihniyetiyle mücehhez menevverler yetiştirmek ve diğer bütün vatandaşlara mesleki ve umumi bir bilgi vermek olduğunu belirtmektedir (Maarifimizin Ana Davaları, 1964, s:7).
Gerek kalkınmanın, gerek batılılaşmanın, gerekse kültür değişmesiyle başa çıkmanın yolunun eğitimden geçtiğini düşünen Turhan, eğitimin amacı ve nasıl bir hedefi olması gerektiği üzerinde durmuş, bilimsel anlayışın ağır basması gerektiğini vurgulayarak bilim adamı yetiştirmeyi en önemli sorun olarak görmüştür. Sosyal ve milli bir eğitimin şartlarını ortaya koyduktan sonra, karakter eğitimine eğilmiştir. Sosyal eğitimin toplumu kucaklaması gerektiğini belirtmiş, milli eğitimin genel bir değerler sistemine dayanması yanında eski ve yeni kuşakların bu eğitimi benimsemelerinin önemli olduğunu belirtmiştir(Mümtaz Turhan ve Karakter Eğitimi, Kasım 2009).
Turhan, II. Meşrutiyet döneminde gelişen ve bugün dahi etkisi devam eden, aşırı pozitivist ve materyalist zihniyetle şekillenen ve İslam’ı çağ dışı bir inanç olarak görerek Batı yaşam tarzını taklit eden, ona özenen ve de bunu bilimsel zihniyetmiş gibi lanse eden Batıcılık’ı reddetmiştir. Maarifin ana davası, aynı zamanda Türkiye’nin kalkınmasının, ilerlemesinin, bugünkü medeniyet seviyesinde bir millet olmasının da esas davasıdır diyen Turhan’a göre; “medeni ileri bir millet; hakiki ilme, ilim zihniyetine ve bunlarla mücehhez (donanmış) olarak yetişmiş münevverlere (aydınlara) sahip cemiyet demektir.”(Maarifimizin Ana Davaları, s:5) Bu ifadeleriyle, milli kalkınmayı sağlayacak seçkin bilim insanları yetiştirilmesi gerektiğini vurgulayan ve “batılılaşmayı” bir milli eğitim davası olarak gören Turhan, II. Meşrutiyet döneminin meşhur eğitim bakanı Emrullah Efendi’nin milli kalkınma için tasarladığı milli seçkinci eğitim teorisini (Tuba Ağacı Nazariyesi) yeniden gündeme getirerek “elitler eğitimi”ni savunmuştur.
Bu konuda ünlü bir sosyal antropoloğun: “İlkel bir topluluğu medenileştirmek gayesiyle sadece okuma yazma öğretirseniz, okuma yazma bilen ilkel bir topluluk elde etmiş olursunuz”. Düşüncelerini öne çıkaran Turhan; milletlerarasında kültür ve medeniyet farklarını doğuran, onların halk tabakaları değil, aydın zümreleri olduğunu söyler. Türkiye’nin geri kalışının sebebi, halkının cehaleti değil, aydınlarının gerek nicelik, gerek nitelik bakımından yetersiz oluşudur. Onun için bir memleketin geriliğinden halkını sorumlu tutmak kadar gülünç ve abes bir şey olamaz (Turhan, 1980, 85-87).
Mümtaz Turhan eğitim ve öğretimin içeriği ile ilgili olarak da bilginin işlevine parmak basmaktadır. Ona göre eğitimde önemli olan bilginin kendisi, azlığı ve çokluğu değildir. Önemli olan bilginin ruhsal gelişme ve düşünsel ilerlemede oynadığı roldür. Okul yılları ile ilgili olarak; “genç yaşlarda ihmal edilip telafi olunamayan bizzat bilginin kendisi olmayıp onun vasıtasıyla elde edilmesi lazım gelen zihni formasyon, fikri tekamül, muhakeme ve zekanın inkişafıdır” der(Mümtaz Turhan ve Karakter Eğitimi, Kasım 2009).
Turhan, bilim ve bilimsel düşünceye büyük önem vermiş, eğitimin ve eğitim aracılığıyla kalkınmanın yolunun bilim adamı yetiştirmekten geçtiğini her vesileyle ifade etmiştir. Türk eğitim sistemi, memleketin muhtaç olduğu birinci sınıf ilim ve teknik adamlarını yetiştirebilir bir hale gelinceye kadar Avrupa ve Amerika’ya yükseköğrenim için öğrenci göndermekten ve Araştırma Enstitüleri açmaktan geçmektedir (Maarifimizin Ana Davaları, 1964, 87).Avrupa’ya öğrenci gönderme fikri ve uygulaması esasen Batılılaşma tarihinin tümünde vardır. Mümtaz Turhan’a göre geçmiş yıllardaki uygulamaların aksaklık ve hataları şunlardır: Batı’yı tanımamak, hedefi doğru tayin edememek, plan ve programsızlık ve yanlış öğrenci seçimi (aynı eser, 88-90).
Eğitimde nitelikli insan unsuruna dikkat çeken Turhan, eğitim kurumlarına bir bütün olarak ve sistematik bakıp, değerlendirmesini bunun üzerinden yapmaktadır. Turhan: “Esasen iyi bir üniversiteniz yoksa liseyi düzeltemezsiniz, çünkü lise demek muallim demektir, onun yerini ne programla, ne müfredatla ne de iyi kitaplarla dolduramazsınız” diyerek muallimin eğitimdeki önemine vurgu yapmıştır(aynı eser, s:27).
Turhan Maarifimizin Ana Davaları adlı kitabında Tahsilin gayesi başlığı altında bu milletin fertlerinin eğitimiyle ilgili önemli tespitlerde bulunmuş, mevcut uygulamaları eleştirerek bu tespitlerle ilgili çözüm önerilerini aşağıdaki şekilde ifade etmiştir:
Terbiye ve tahsil müesseseleri, o memleketin ihtiyacı olan insanların tam aksini yetiştirir, kabiliyetli ile kabiliyetsizi, en zeki ile ahmağı bir tutar ve hiçbir seçime tabi kılamadan her ikisini de ayni surette mezun eder, ferdlerin dörtte üçü ümmi(cahil) olduğu halde sun’i bir münevver bolluğu ve işsizliği oluşturursa böyle bir cemiyette niçin okutulduğunu sormak yalnız münevverler için değil, herkes, her ana ve baba için bir vazife oluyor.
…..
Şimdi bu şartlar altında okumaya karşı bir heves ve kabiliyeti olmıyan bir çocuğu, ona ve kendimize işkence eder gibi istidadının olmadığı bir sahada okutmanın ne faydası var? Şüphesiz başka, medeni bir memlekette bu çocuk, daha ilk tahsilin sonunda kendiliğinden tasfiye edilir ve ister istemez istidat ve temayülüne uygun bir mesleğe intisap eder. Fakat bizim emsalsiz ve yalnız hafıza kuvvetine dayanan terbiye ve tahsil sistemimiz sayesinde bir çocuk, ne kadar istidatsız, ne kadar ahmak ve iradesiz olursa olsun mektebini hatta üniversiteyi herkes gibi bitirebiliyor. Tahsilini bu şekilde bitiren bir genç, eğer sıradan bir memuriyete geçip hayatının sonuna kadar sıkıntı çekmeğe mahkûm olmazsa bir mesleğe girmesi de güçleşir. Çünkü hem çıraklık yaşını geçirmiş, hem de hayatta işine engel olarak tenbellik, teşebbüs ve takip fikrinden mahrumiyet, faal olamama gibi bir çok fena alışkanlıklar edinmiştir.
Diğer taraftan memleketin birinci sınıf ilim ve ihtisas adamına olan büyük ihtiyacı kadar her sahaya ait usta işçiye, ustabaşıya hergün artan bir hızla yurda yayılan çeşitli teknik vasıtaların işletilmesi ve tamiri için teknisyenlere ihtiyaç olduğunu…
Bize göre fevkalade yanı vasatın üstünde bir zeka ve istidada sahip olmayan, okumaya karşı hususi, büyük bir temayül veya heves beslemeyen bir çocuğu, bugünkü şartlar içinde ilk veya orta mektepten sonra okutmak, hiç faydası olmayan bir işe teşebbüs etmekten başka bir şey değildir. Bununla hem çocuğa, hem aileye, hem de memlekete fenalık edilmiş olur. Bilakis isteksiz olarak okuyanın zamanı, okutanın da emeği ve parası israf edilmiş olur. Bu takdirde çocuğu, memlekette yokluğu en çok duyulan ameli bir mesleğe intisap ettirmek, bir teknisyen, bir iş adamı olarak yetiştirmek veya ticarete teşvik etmek şüphesiz daha hayırlıdır(aynı eser, 1964, s:41-44).
Eğitim ve düşünce dünyamızda uzun süre varlığını sürdürmüş olan, eğitim mi, öğretim mi tartışması ile ilgili olarak Mümtaz Turhan ilginç bir tespitte bulunmuştur. Ona göre, Çin eğitim sistemi daha çok terbiyeye (eğitime), Batı eğitim sistemi ise tahsile (öğretime) yönelik görünmektedir. Batı eğitim sistemi sanat ve meslekler ile ilgili bilgiler bilimsel bilgiler olduğu için tahsil ağırlıklı, Çin eğitim sisteminde de sanat ve meslekler daha çok ampirik(deneysel) bilgiye dayandığı için terbiye ağırlıklı sayılmaktadır(aynı eser, 1964, s:10-11, 15). Batı eğitiminin daha nesnel, Doğu eğitiminin daha öznel oluşu biçiminde de yorumlanabilecek olan bu tespit, bilimin batıda gelişmiş olmasını da açıklar niteliktedir. Turhan bu konuda, terbiye ve gelenekçi eğitim ihmal edilmeden batının planlı, sistematik ve bilimsel bilgisinin esas alınmasıyla, eğitim sorunlarına köklü çözümler bulunacağını belirtmiştir.
Türkiye’nin ana ve hayati davası millet olma ve millî bir kültüre ulaşma davasıdır. İktisadi kalkınma, bu ana davanın küçük bir parçasıdır. Millî eğitim; bir toplumun bağımsızlığını, barış ve sükûn içinde yaşamasını temin eden, topluluk hayatını düzene koyan değerleri, değer ölçülerini ve sistemlerini genç nesillere aşılaması, benimsetmesi ve yetiştirmesi şeklinde tanımlanır.
İrade ve Karakter eğitimi ile demokrasi eğitiminden de söz eden Turhan, demokrasinin otoriter yapıların aksine kişilere sorumluluk ve görev şuuru gibi bir iç disiplini de vermekte olduğu üzerinde durur. Ona göre demokrasi bir eğitim meselesidir. “Üniversite Problemi” adlı kitabında, üniversitelerin ana fonksiyonlarını şu şekilde sıralar: 1. Bilim adamı, araştırmacı yetiştirmek ve bilimsel araştırmalarda bulunmak, 2. Üniversite de dâhil olmak üzere bütün eğitim kademeleri için eğitim elemanı yetiştirmek. 3. Kaliteli yönetici ve iş adamı yetiştirmek(Turhan, 1967, 50). Gerçek bir üniversitenin yokluğu bir ülkenin kalkınmasına, ilerlemesine mani olabilir, fakat seviyesi düşük bir üniversite memleketi muhakkak mahva götürür. Ülkede yeterli sayıda yüksek kaliteli bilim adamı yetiştirdikten sonra ancak diğer tedbirlere, üniversite bünyesindeki aksaklıklar doğuran şartların ıslahına geçilebilir (Turhan, 1967, 51-52).
Sonuç olarak Mümtaz TURHAN, ülkenin heralanda kalkınması ve muasır medeniyetler seviyesine çıkması yolunda en önemli etkenin eğitim olduğunu vurguladıktan sonra bu eğitimin nasıl olması gerektiğini açıklamış, bu konuda tespitlerine ilişkin çözüm önerilerini de beraberinde zikretmiştir. Herkesin okur-yazar olmasının ülkenin gelişmişliğinde önemli bir gösterge olamayacağı, aslolanın üretime katkı sunan bilim adamlarının niteliğinin arttırılması gerektiği, okumak istemeyenlerin zorla okutulmasının anlamlı olmadığını, asgari bir eğitimden sonra (ortaokul), bu kişilerin ilgileri ve ülke ihtiyaçları doğrultusunda mesleki ve teknik alanlara yönlendirilmesi gerektiği, üniversitelerin sayılarının arttırılmasından ziyade niteliğinin arttırılmasının daha önemli olduğu, öğrencilere karakter eğitiminin henüz eğitimin başında verilmesinin ve eğitimde muallimlerin mesleki donanım ve yeterliliklerinin eğitimdeki diğer tüm değişkenlere göre(fiziki mekan, program, ders araç gereçleri vb.) çok daha önemli olduğuna vurgu yaparak bu alanlarla ilgili çözüm önerilerinde bulunmuştur.
Bugün bu problemlerin eğitim dünyamızda hala tartışılıyor olması, konunun ehemmiyetini göstermektedir. Gerek Nurettin TOPÇU, gerekse Mümtaz TURHAN çocuklarda karakter eğitiminin önemine vurgu yapmaktadırlar. Bugün 2012 yılında yürürlüğe giren 6287 sayılı kanunla eğitim 4 + 4 +4 şeklinde kademelendirilerek zorunlu 12 yıla çıkarılmış, bu çerçevede Ortaöğretimde zorunlu eğitim kapsamına alınmıştır. İlk 4 yılı ifade eden ilkokul kademesi, anasınıfını da içine alacak şekilde sınav maratonundan tamamen arındırılarak karakter eğitiminin yapılacağı bir dönem olarak değerlendirilmelidir.
Ayrıca “Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin maliyetini hesaplayın” ifadesi eğitime yapılan hiçbir yatırımın israf olmadığını göstermesi bakımından önemlidir. Özellikle öğretmenin mesleki donanımına katkı sunan tüm çalışmaların bu doğrultuda değerlendirilmesi ve bu konunun eğitimde en öncelikli mesele olarak ele alınması gerektiği gün gibi ortadadır.