TUNÇ, Mustafa Şekip (1886-1958)
FIRAT MOLLAER 01 Ocak 1970
Henry Bergson üzerine eserleriyle tanınan psikolog ve felsefeci.
İstanbul’da doğdu. 1905’te Vefa İdâdîsi’nden mezun oldu. Mülkiye Mektebi talebesiyken Fransızca öğrenmeye yoğunlaştı. Bu çabası onun psikoloji ve felsefeye yönelmesini etkiledi. II. Meşrutiyet’in ilân edildiği dönemde Mülkiye’yi bitirdi. Kısa bir süre sonra kişisel eğilimleri açısından daha verimli olacağını düşündüğü eğitimcilik mesleğine yöneldi; hayatını pedagoji, psikoloji ve felsefe alanlarına adadı. Eğitimcilik yönünde yaptığı bu seçim onun siyasal görüşlerini de biçimlendirdi. Dönemin radikal toplumsal değişim yanlısı görüşlerine karşı, toplumsal değişimin zorlama yollarla değil zaman içinde pedagojik yöntemlerle halkın seviyesinin yavaş yavaş yükseltilmesine dayanan bir politikayla gerçekleştirilmesi gerektiği düşüncesini benimsedi. Mustafa Şekip’in düşüncesinin bu yönde gelişmesinde Henry Bergson, William James ve Sigmund Freud’un önemli bir yeri vardır. Toplumsal değişimde geçmişin önemi ve şimdiki zaman üzerindeki etkisi, politikada hayata rasyonalist gerçekleri dayatmak yerine terbiyeye önem verilmesi, toplumsal değişimi yaratıcı gelişmenin serbest yaşam hamlelerine bırakmak ve eğitimin salt zekâya dayandırılmasına dair bilinç felsefesi aksiyomlarını şüpheyle karşılayarak bilince de yer açmak gerektiği yönündeki başlıca görüşler onun düşüncesini biçimlendirdi.
Mustafa Şekip, Batı felsefesinde pozitivizm eleştirileri için önemli bir dönüm noktası sayılan I. Dünya Savaşı yıllarında Cenevre Üniversitesi’nde psikoloji öğrenimi gördü; pozitivizme yönelik eleştiriler onun entelektüel hayatını şekillendiren en önemli etkenlerden biri oldu. Bu dönem, Mustafa Şekip’in rasyonalizme karşı eleştirel felsefeleri yakından tanımasına katkıda bulundu. Jean Jacques Rousseau Pedagoji Enstitüsü’nden aldığı diplomayı Cenevre Üniversitesi’nden aldığı psikoloji sertifikası ile tamamlayarak eğitimini bitirdi ve yurda döndü. Bu dönemde Terbiye Mecmuası’ndaki yazıları İstanbul Dârülfununu hocalarının ve özellikle Ziya Gökalp’in dikkatini çekti. İsmail Hakkı ve Mehmed Emin beylerin teklifleri üzerine Edebiyat Fakültesi müderris muavinliği görevine tayin edildi (1919).
Üniversitedeki görevinin başlarında Millî Mücadele’ye destek veren Dergâh dergisinde yazılar yazdı. İttihat ve Terakkî Fırkası’nın egemen ideolojisi haline gelen Ziya Gökalp’in pozitivist sosyolojisine karşı derginin Bergsoncu çizgisinin belirginleşmesinde, kaleme aldığı elliye yakın yazının önemli bir payı vardır. Bu yazılarında -Bergson’un pozitivizme yeni bir metafizikle karşı çıkışında olduğu gibi- maddî ölçülere karşı mâneviyatın, niceliğe karşı niteliğin ve bir diriliş anını ifade eden hayat hamlesinin sonucu olarak gördüğü Millî Mücadele’yi destekledi. Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Turancılığı gözden düşmüş akımlar sayıp Anadolucu bir milliyetçiliği benimsedi ve Anadolu’daki dirilişin metafizik alt yapısını kurmaya yönelik bir çizgi takip etti. Dergâh’ın felsefî çizgisini açıklığa kavuşturan yazıları, aynı zamanda Türkiye’de muhafazakârlığın felsefî ve siyasî bir dile dönüşmesi açısından önemli rol oynayacaktır. Dârülfunun’daki görevini 1933 üniversite reformu sonrasında da ordinaryüs profesör unvanıyla sürdürdü. Uzun bir süre hizmet ettiği üniversiteden 1953 yılında emekliye ayrıldı ve 1958’de vefat etti.
Mustafa Şekip Tunç’un Kemalist aydınların radikalizmine karşı benimsediği tedrîcî metotlara dayanan muhafazakâr değişim anlayışı, egemen reformculuk anlayışını kategorik olarak reddetmekten ziyade metodik bir farklılığı ifade eder. Mustafa Şekip dinin toplum hayatındaki yerinin yeniden düşünülmesini, eski metafizik sistemlerin doğrudan sahiplenilmesi yerine yeni bir metafiziğin kurulmasını ve toplumsal değişim anlayışının bu metafizikle güçlendirilmesini önermiştir. Ayrıca Bergsoncu metafizik ilhamları pedagoji açısından dönemin egemen ruhuyla çok da ters düşmeyecek pragmatist akımlarla dengelemiştir. Onun düşünceleri rasyonalist akımlara muhalefet eden bir felsefî çizgide yer almaktadır. Bergson felsefesi yanında rasyonalist gerçeklere değil deneye önem verilmesi gerektiğini söyleyen pragmatizmden etkilenmiş, bilinç felsefelerini eleştirmek ve bilinci kavramak açısından imkânlar sağlayan psikanalizle, sadece laboratuvardan devşirilmiş niceliksel verileri değil bilinç durumlarının da tahlil edilmesine yer açan T. Ribot’nun psikoloji ekolüyle ilgilenmiştir. Bu etkilerden en belirleyici olanı Bergson felsefesidir.
Bergson’un felsefî monizme karşı getirdiği eleştirileri değerlendiren Mustafa Şekip, varlığın temelini tek bir öze indirgeyen monist felsefelerin tek yanlı kaldığı var sayımına dayanan plüralist bir felsefe yaklaşımını savunmuştur. Plüralizm, çoklu gerçek anlayışı ve apriori gerçeklerden ziyade deneyi öncelemesiyle rasyonalizmi bir tür dogmatizm olarak görme açısından da işlevsel olmaktadır. Bu bakımdan Bergson’un yaşam felsefesiyle James’in deneysel metodunu uzlaştırmaya çalışmıştır. Ona göre Bergsoncu felsefenin temel kavramlarından olan somut hayat ve somut insan, soyut rasyonalizmle zekâyı önceleyen entelektüalist akımların yanılgısını göstermesi ve realiteye salt zekâyla yetinmeyen bir felsefeyle daha derinden nüfuz edilebilmesi açısından son derecede önemlidir. James’in rasyonalizme ve entelektüalizme yönelik eleştirileri de bu karmaşık realitenin kavranması bakımından öne çıkmaktadır. Pragmatizm şe’niyetlere doğrudan doğruya teması, bütün diğer vasıtaları mârifete tercih etmesi, her şeyden çok tecrübeye kıymet vermesi itibariyle önemli bir felsefî akımı temsil etmektedir. Mustafa Şekip, James’in benimsediği tecrübenin geniş bir açılıma sahip olduğunu, sadece maddî tecrübeyi değil ruhsal tecrübeleri de kapsadığını düşünmektedir. Bu düşünce, Bergson’un bilinci ve ruhu bir realite olarak doğrudan kendi verileriyle anlamaya çalışan felsefesiyle kesişmektedir. Dolayısıyla James’in pragmatizmi de bilinç durumlarını salt fizyolojiyle açıklayarak bir gölge olaya indirgeyen ve Newtoncu yaklaşımla bilinci atomlardan meydana gelen bir madde gibi açıklayan indirgemeci anlayışlardan farklı şekilde bilinci yeni ve şahsî bir âlem olarak, yani olumlu bir realite biçiminde anlamaya çalışmaktadır. Ruhsal ya da psikolojik tecrübeyi anlamanın onu fizik deney kadar gerçek kabul etmekten başka bir yolu yoktur. Böylece tecrübe yalnızca bedenin ruh üzerindeki etkisini değil ruhun beden üzerindeki etkisini de gösterir.
Plüralizm açısından bakıldığında varlığın özünü maddeye indirgeyen materyalist monizm gibi ruha indirgeyen idealist-spiritüalist monizm de aynı yanılgıya düşer. Zira bu da tecrübenin değil aklın mahsulüdür. Spiritüalistlerin anladığı ruh bütün bireylerde özdeş olan, dönüştürülemez, daima aynı kalan, homojen bir yapıdır.
Mustafa Şekip’in benimsediği şahsiyetçi yaklaşım ise her bireyin farklı bir şahsiyete sahip olduğunu var sayar. Ruhu dönüştürülebilir ve yeniliklere açık, ne niceliksel verilerle ne de atomist açıklamalarla anlaşılabilecek bir imkânlar kaynağı biçiminde görür. Bu imkân, şuuru Bergson’un deyişiyle “yaratıcı tekâmül” ya da James’in deyimiyle “şuur akışı” diye anlamakla ilgilidir.
Mustafa Şekip’in Bergson ve James’ten aldığı ilham sadece bilincin yeni bir realite olarak tanımlanmasına yönelik değildir. Her iki düşünür âlemi olmuş bitmiş mekanik bir nesne halinde değil tamamlanmamış bir oluş diye görmektedir. Mustafa Şekip, bu yaratıcı âlem görüşünden hareketle içinde yaşanılan âlemin bir âlem-i zarûret değil âlem-i imkân olduğunu söyler. Burada söz konusu olan, rasyonalist ve bilimci anlayışların kavrayamayacağı biçimde hayatı bir âlem-i ihtimâlât şeklinde gören ve cehdlerle yeni hakikatlerin yaratılabileceğine inanan, hayatı daima halledilebilecek noktaları olan bir sorun olarak kalmaya mahkûm bir mesele şeklinde değerlendiren ve bu yolda istenen cevabı determinist ilkelerden ziyade “gayri muayyen bir sûrette mütemâdî olan müterakki tecrübeler”in verebileceğine inanan atılımcı bir yaşam felsefesidir. Bu tür bir düşüncenin, Millî Mücadele döneminin mâneviyatını destekleyen ve ulus devletin kuruluşunu donmuş rasyonalist kalıplardan ziyade gelişmeye açık bir süreç biçiminde yorumlayan iyimser bir görüşü uyandırdığı tahmin edilebilir.
Bergson’un düalist felsefesi, maddenin statik durumunu inceleyen zekânın yanında hayatın dinamizmine derinden nüfuz edebilen sezginin bilinci ve ruhu bir realite olarak anlama açısından yeni ufuklar açmıştır. Bu düalizmin çağdaş Türkiye’nin düşünce tarihine tercümesi ise Batı ile Doğu, zekâ ile kalp, materyalizmle aşırı mistisizm arasında ölçülü bir yol tutulması şeklinde karşılığını bulacaktır. Mustafa Şekip radikal Batıcılık’la radikal Doğuculuğu, zekâya aşırı güvenle sadece kalbe güvenmeyi, materyalist inançlarla aşırı mistisizmi aynı ölçüde hatalı görür. Bu bağlamda farklı değerlerin uzlaştırılmasına dayanan, realitenin iki yanını da içerebilecek, ölçülü fakat vukuflu bir metodun izlenmesi gerektiğini savunur. Bunun politik anlamdaki sonucu, gelenek ve modernleşmenin uzlaştırılması gerektiğini ve modernleşmenin ancak geleneğin yeni terkiplere kavuşturulmasıyla mümkün olabileceğini ileri süren muhafazakâr modernleşme yaklaşımıdır. Böyle bakıldığında Mustafa Şekip’in temel yaklaşımları, Türkiye’de pozitivist modernleşme anlayışına karşı alternatif bir modernleşme projesinin felsefî temelini kuran yaklaşımlardan biri olarak düşünce tarihindeki yerini almıştır.
Eserleri. Entelektüel hayatının geneline bakıldığında üretken bir yazar olan Mustafa Şekip François Coppée, Henry Bergson, Théodule Ribot, William James, Sigmund Freud, Hermann Ebinghaus, Georges Dwelshauvers, Henri Delacroix, Emile Bréhier, L. Dugas, Emile Zola gibi isimlerden sayısı kırka yaklaşan tercümeler yapmıştır. Bu eserlerin ana konuları bireylerin ve toplumların gelişimi, şahsiyet, yaratıcılık, mânevî kudret, metafizik, mistisizm, şuur, hâfıza, ihtimaliyet, muhayyile, psikanaliz, genel psikoloji, din psikolojisi, pedagoji, terbiye, felsefe tarihi, din felsefesi gibi anahtar kelimelerle özetlenebilecek bir alana yayılmıştır. Başlıca telif eserleri şunlardır: Rûhiyat Dersleri (1919), Rûhiyat Derslerine Lâhika (1920), Gülmek Nedir, Kime Gülüyoruz? (1921), Rûhiyat (1924), Felsefe-i Din (1927), Terakki Fikrinin Menşe ve Tekâmülü (1928), Çin Felsefesinin Kaynakları (1933), Yeni Türk Kadını ve Ruhî Münasebetleri (1939), Üç Zihniyet (1940), İnsan Ruhu Üzerinde Gezintiler (1943), Ruh Yapımız ve Onun Tipleri Bakımından Ahlâk (1944), Ruh Âleminde (1945), Fikir Sohbetleri (1948), Psikolojiye Giriş (1949), Psikoloji Dersleri (1950), Bir Din Felsefesine Doğru (1959). Mustafa Şekip’in makaleleri Dergâh, Ağaç, Bilgi, Dârülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, Dârülfünun İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, Hayat, İş Mecmuası, Kültür Haftası, Mihrab, Millî Mecmua, Terbiye, Türk Düşüncesi, Türk Yurdu, Yeni Mektep gibi dergilerde yayımlanmıştır.