Kafana göre takıl kanka
Aslı Aydıntaşbaş 01 Ocak 1970
Kuşkusuz kurallar belli olsa, keyfi bir düzen olmasa, bel altı vurulmasa, hak ve demokrasi mücadelesi çok daha kolay olacak. O zaman tüm zorluklara katlanmak, baskıları göğüslemek daha bir mümkün gözükecek.
Ancak gel gör ki, ne oyunun kuralları ne de memleketin kanunları belli. Maçın hakemini de, kaleyi de, takımın ligdeki yerini de, her saniye değiştiriyorlar. Sonra da zaten eli kolu bağlanmış insanlardan hak mücadelesi bekliyorlar.
Kolay değil.
Bunları söylememe neden olan, cuma günü hukuk devleti noktasında yaşanan iki vahim gelişme. Daha doğrusu, bize hukuk devletinde yaşamadığımızı hatırlatan iki olay. Birincisi, malum Selahattin Demirtaş’ın mahkemesi. Demirtaş, sokağı doldurup taşıran büyük bir sevgi seliyle Bakırköy’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaretten mahkemeye çıktı. HDP liderinin tutuklanmasının ne kadar vahim bir durum olduğunu, yaptığı basın toplantılarına istinaden terör bahanesiyle 6 milyonluk milli iradenin gasp edilmesinin ne büyük bir tarihi çirkinlik olduğunu anlatmama gerek yok. Bunları zaten yazdım geçmişte.
Ancak Demirtaş’ın cuma günü mahkemeye çıkması bambaşka bir açıdan bir hukuk ihlaliydi. HDP lideri, hâlâ milletvekili. Demirtaş’ın dokunulmazlığı, Ahmet Davutoğlu’nun başbakan olduğu dönemde sadece bazı spesifik dosyalar için kalktı ve bu dosyalardan yargılanıyor. Ancak cuma günü hâkim önüne çıktığı dava, dokunulmazlığı kalkan davalardan biri değil.
Haliyle hâkimin kendisine dava açması, sorgulaması, tamamen hukuk dışı.
Ama “gücü gücüne yetene” dönemindeyiz ve hukuk kimsenin derdi değil.
İkinci vahim ihlal, Anayasa Mahkemesi’nin 3 önemli sembolik basın davasıyla ilgili verdiği kararın, keyfi bir biçimde (ve muhtemelen hükümet talimatıyla) bir alt mahkeme tarafından tanınmaması. Daha doğrusu, anayasaya aykırı bir biçimde reddedilmesi. Hükümet sözcüsü Bekir Bozdağ’ın açıklamalarına paralel olarak alt mahkemenin Anayasa Mahkemesi kararını fiiliyatta yırtıp atması.
Ezcümle, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yıldönümü yaklaşırken, fiili olarak Anayasa Mahkemesi’nin kapısına kilit vurulması.
Anayasa Mahkemesi’nin uzun bir sessizlikten sonra 3 ayrı kararla Cumhuriyet Kitap Eki Yayın Yönetmenimiz Turhan Günay, Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın hak ihlali başvurularını haklı görmesi, sadece demokrasi açısından olumlu bir gelişme değil, dünya kamuoyunda potansiyel olarak Türkiye’nin önünü açabilecek bir adımdı. Anayasa Mahkemesi gazetecilerin tutuksuz yargılanması yönünde bir içtihat oluşturabilirse, Türkiye’yi tüm dünya nezdinde ayıplı bir otoriter rejim yapan gazeteci davalarında bir rahatlama sağlanabilirdi.
Ancak rejim, hak-hukuk meselelerine “Türkiye’nin önünü açmak”, “Adaletin yerini bulması” ya da “Mağduriyetleri gidermek” perspektifinden bakmıyor.
Bu tarz rahatlamaları, “Surda gedik açmak” olarak görüyor. Ve bundan korkuyor.
Bırakın 74 yaşındaki Şahin Alpay’ın tutuksuz yargılanmasını, yandaş medyada TBMM önünde maddi sıkıntıları nedeniyle kendini yakan vatandaşa yönelik nefreti gördünüz. Ona bile tahammül yok. Mümkün olsa, darbe girişiminden yargılayacaklar.
Dedim ya, kurallar değişiyor, kanunlar oyuncak oluyor. Bildiğimiz ahlaki parametreler yok karşımızda. Haliyle sözün ve mantığın bir değeri de yok.
Böyle bir durumda hak mücadelesi vermek çok zor, çok