19 Ağustos 1981-Alparslan Türkeş ve ülkücüler...
Adnan İslamoğulları 01 Ocak 1970
12 Eylül darbesinin ardından işkencelere ve cezaevlerine savrulan Ülkücüler, hem işkence tezgâhlarında, hem cezaevlerinin insanlık dışı uygulamalarının ve hem de darağaçlarının altında erkekçe bir imtihan veriyorlardı, erkekçe ve mertçe ve mü'mince; Ülkü Ocakları'nda öğrendikleri ve üniversiteler başta olmak üzere hayatlarının her alanında yaşadıkları ülkücülüklerinin gereği olarak...
Çünkü inanıyorlardı, çünkü 'vatan tehlikede' denildiğinde ilk önce ayağa kalkması gerekenlerin ülkücüler olduğunu biliyorlardı...
Ve bu topraklarda bin yıldır "vatan" diyerek ayağa kalkanların kelleleri koltukta olurdu. Ülkücüler de zaten kelleyi koltuğa alarak "vatan" demişlerdi...
12 yaşında Mamak Cezaevi'nde hayatını kaybeden Aydoğan Pehlivan'dan darağacında son nefeslerini "vatan sağ olsun" diyerek mü'mince ve erkekçe teslim eden 9 ülkücüye, İsmail Şimşek'ten işkenceler altında hayatını kaybeden Bekir Bağ'a ve daha nicelerine kadar, ülkücüler zor yılların imtihanlarını alınlarının aklarıyla veren kahramanlardı...
19 Ağustos 1981 MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Dâvâsı'nın ilk duruşması, Alparslan Türkeş'in ve Mamak Cezaevi'ndeki ülkücülerin bir yıllık 12 Eylül zulmüne nasıl direndiklerinin şâhikasıydı. Başbuğ Alparslan Türkeş salona girdiğinde, salondaki tüm sanık ülkücüler aynı ânda ayağa kalkmış ve hep bir ağızdan hançereleri yırtılırcasına İstiklâl Marşı'nı söylemişler ve başta mahkeme heyeti olmak üzere duruşmayı izleyen dünya basınını şaşkınlık içinde bırakmışlardı.
turkes-002.jpg
BBC haberi şöyle geçiyordu:
"Dünyanın en ilginç siyâsî dâvâlarından birisi Ankara'da başladı, vatana ihanetten yargılanan Türk milliyetçileri duruşmaya İstiklâl Marşı ile başladılar..."
O İstiklâl Marşı'nın anlamı, ülkücülerin "Boyun eğmeyeceğiz" direnişi ve tavrıydı...
O İstiklâl Marşı, Alparslan Türkeş'in, elindeki MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Dâvâsı başlıklı iddianâmeyi sallayarak, mahkeme heyetinin gözlerinin içine baka baka söylediği şu sözlerle anlamını buluyordu:
"'Ne yaptımsa bilerek isteyerek yaptım, Türkiye ve Türk milleti için yaptım. Milliyetçiliği suç olarak kabul ediyorsanız, ölünceye kadar bu suçun faili olacağım... Mevzu vatansa hepimiz ölelim, mevzu makamsa hepiniz ölün..."
Tarih şâhittir ki ülkücüler, 12 Eylül'e boyun eğmediler...
Ne işkencelerine, ne mahkemelerine, ne hukukuna ne de zulmüne boyun eğdiler...
Hani, "Kahramanlar savaşta en ön safta, ödülde en arkada duranlardır" diyordu ya Alparslan Türkeş, işte o zor yılların imtihanlarını veren ülkücülerin 'kâhir ekseriyeti' ödülsüz bir hayatı tercih eden kahramanlardı...
***
Aradan çok uzun yıllar geçti, çok uzun yıllar...
Ölümün soğukluğunda, işkencenin insan onurunu hiçe sayan ahlâksızlığında, hücrelerin ve koğuşların içine sığan uzun yıllarda ve dahi idam sehpasının son adımlarında savrulmayan ülkücüler, siyasetin sert rüzgârlarında savruldu, fırtınaya tutulmuş bir gemi gibi sallandı, sallandı... 1992'de BBP ve yenilerde İYİ Parti bölünmeleri yaşandı...
Herkesin sorması gereken sorular var...
"Bu ülkenin en büyük tehlikesi bölücülüktür" diyen Alparslan Türkeş;
"Türk milliyetçiliği ayaklar altına alındığında ne yapardı, nasıl bir saf tutardı?"
"Habur'daki çadır mahkemeleri kurulduğunda ne yapardı, nasıl bir saf tutardı?"
"Silvan caddelerinde Türk askerine hakaretler, küfürler edilirken ne yapardı, nasıl bir saf tutardı?"
"Oslo'da PKK ile pazarlık masalarına oturulduğunda ne yapardı, nasıl bir saf tutardı?"
"Resmî kurumlardan T.C. ibâresi kaldırıldığında ne yapardı, nasıl bir saf tutardı?"
"Andımız okullardan kaldırıldığında ne yapardı, nasıl bir saf tutardı?"
"Dolmabahçe mutabakatı adı altındaki o aymazlık karşısında ne yapardı, nasıl bir saf tutardı?"
"APO'nun Nevruz mesajı Diyarbakır'da okunduğunda ne yapardı, nasıl bir saf tutardı?"
"Ülkücü lise müdürleri bürokratik kıyıma uğradığında ne yapardı, nasıl bir saf tutardı?"
Yüzlerce sorudan yalnızca birkaçı bunlar...
Bu sorular ve benzerî yüzlerce soru cevaplanmadan Türk milliyetçiliği kendine sağlıklı, sahih bir siyâsî yön tabelâsı oluşturamaz...
Bu sorular cevaplanmadan ne Beştepe'deki ve ne de Tâceddin Dergâhı'ndaki kabir milliyetçiliklerinin hiçbir anlamı yoktur...
Vatanperliğimizin, milliyetçiliğimizin ve ülkücülüğümüzün üzerinde büyük hakları bulunan Başbuğ Alparslan Türkeş'i vefatının 21. yıldönümünde rahmet ve saygı ile yâd ediyorum...
Hayatımın son nefesine kadar bir ülkücü olarak yaşayacak olan bendeniz, "12 Eylül sonrası ülkücüler ve Türk milliyetçileri için söylenen, "Kendileri içeride, fikirleri iktidarda" sözü ne kadar büyük bir yalansa, bugün söylenen "Devleti idare ediyorlar" sözü de bir o kadar sunturlu bir yalandır" diyorum...
Çünkü, bizim öğrendiğimiz ve anladığımız ve bugüne kadar hatasıyla sevabıyla, doğrusuyla yanlışıyla hayatımıza mihenk taşı kıldığımız ve hiçbir siyâsî karşısında takla atmadığımız ülkücülük, müesses nizamın nöbetçi çavuşluğu ya da müesses nizamın kriz zamanlarında tedâvüle sokulacak bir ihtiyat akçeliği değildir... Son yıllarda tesettüre giren yeni müesses nizamın bekçiliği ise hiç değildir...
"Başbuğ Türkeş" ve "Muhsin Başkan" sloganları ardında bıraktıkları resmî kurumlarındaki kartvizit sahiplerin olsun, ülkücülükleri ve milliyetçilikleri ve de hâtıraları bize yeter...