Deli Veli faşist miydi
ERTUĞRUL ÖZKÖK 01 Ocak 1970
1970’li yıllarda, Türkiye yine bugünkü gibi bölünmüştü. Yine kutuplaşmış, insanlar birbirlerine, girdikleri mevzilerden bakıyordu.
Dünya, “bizim siperdekilerle”, “karşı mevzidekilerden” ibaret, iki kutuplu bir âlemdi.
O yüzden 1977 seçimi akşamı Ecevit’in Meclis’te çoğunluğu ele geçirdiğini öğrendiğimizde, “Ohh faşistler gitti, hayatımız kurtuldu” diye sevinmiş, ertesi sabah kalkıp da, Milliyetçi Cephe’nin iki-üç sandalye ile çoğunluğu aldığını öğrendiğimizde “dünyanın sonu gelmişti”.
O günlerde Ankara’nın efsanevi isimlerinden biri Atatürk Lisesi’nin müdürü Deli Veli’ydi.
“Faşistin Allahı” diyorduk.
Ülkücülerin bütün kötülüklerini simgeleyen beş-on kişiden biriydi.
Önceki gün Hürriyet Pazar’da onunla ilgili şeyleri okuduğumda, kutuplaşmanın insanlarla ilgili ne büyük haksızlıklara yol açtığını bir kere daha öğrendim.
* * *
O yıllarda iki kız arkadaş yolda yürürken, iki erkekle karşılaşıyor.
Erkeklerden biri, kızlardan birinin arkadaşıdır.
Onlar konuşmaya başlayınca, öteki kızla erkek de tanışıyor.
Gün kutuplaşma günü.
İki-üç kişi bir araya geldiği zaman, konu anında siyasete geliyor.
Deli Veli konusu açılıyor.
Bu da normal, o günlerde Cumhuriyet Gazetesi’nin hangi gün açsanız bir Deli Veli hikâyesi var.
Kızlardan biri onun hakkındaki fikrini anında söylüyor:
“O en büyük faşist” diyor.
“Atatürk Lisesi’ni faşistlerin yuvası yaptı” diyor.
Kız solcu, “Dev-Genç’li.”
O da “Solcunun Allahı...”
Genç delikanlı sessizce kızı dinliyor.
Kız atıp tutmaya devam ediyor.
Bilmiyor ki, karşısındaki hoşuna giden delikanlı o “Faşist Deli Veli’nin has be has oğlu...”
Allah’tan aşk denilen şey, kutup falan dinlemiyor.
Mevzileri yerle bir ediyor.
* * *
Devrimci kızla, “ülkücü Deli Veli’nin”oğlu evleniyorlar.
Solcu kız o andan itibaren bambaşka bir Deli Veli tanımaya başlıyor.
Devir değişiyor.
Askeri dönemler geliyor.
O faşist kayınpeder, genç kadının yasaklı Marksist kitaplarını evinde saklıyor.
Daha da kara günler geliyor.
Deli Veli gelinine, “Kızım benim de evimi arayacaklar, gel kitaplarını al” diyor.
Kız alıp, kitapları yakıyor.
Gelini öldürülen devrimcilerin cenazelerine gittiği zaman, kayınpederi onu korumak için gizli gizli takip ettiriyor.
Solcu gelinle, ülkücü kayınpeder, bir devrin bütün mevzilerini yıkıp, arkasındaki insani tabyalara yerleşiyorlar.
Biri ötekinin gözünde “terörist komünist”, öteki berikinin gözünde “eli kanlı faşist”.
Bu hikâyeyi Ayşe Arman’ın Hürriyet Pazar’da, sinema oyuncusu Halit Ergenç’in eski eşi Gizem Soysaldı ile yaptığı mülakatta okudum.
Deli Veli’nin oğlu babası, Dev Genç’li kız da annesiymiş.
Ben de o dönemin Ankara’sında yaşadım.
Karşılıklı siperlerde ben de mevzilendim.
Ben de karşıdakini “faşist” olarak gördüm, “komünist” olarak etiketlendirildim.
* * *
Ama görüyor musunuz, yıllar geçiyor ve o gayri insani etiketle damgalanmış bedenlerin altından nasıl insani ruhlar çıkıyor.
O insanların bir bölümü askeri yönetim sırasında cezaevlerinde aynı koğuşlara, aynı cezaevlerine düştüler.
Orada arkadaşlıklar, sağlam arkadaşlıklar oluştu.
Etiketlerin arkasındaki insanlar keşfedildi.
Kadere bakın ki, şimdi aynı kamplaşmayı yeniden yaşıyoruz.
Misillemeler, cezalandırmalar, intikam almalar aynen devam ediyor.
Bunlara bir de yıllardır biriktirilen hasetlikler, kıskançlıklar eklenince, bugün geldiğimiz nokta, 30 yıl öncesini bile mumla aratır hale geliyor.
* * *
Eminim, yıllar geçecek ve ilerde bugünlere ait de böyle insani hikâyeleri okuyacağız.
Olan, arada kaybolup giden insanlara, kurumlara olacak...