MA‘RÛF-i KERHÎ
REŞAT ÖNGÖREN 01 Ocak 1970
Ebü’l-Mahfûz Ma‘rûf b. Fîrûzân el-Kerhî (ö. 200/815-16 [?])
Iraklı zâhid ve sûfî.
Bağdat’ın Kerh mahallesinde doğdu (Hatîb, XIII, 199). Sâmerrâ yakınındaki Kerh-i Bâceddâ veya Şehrizor civarındaki Kerh-i Cüddân’dan olduğu da kaydedilmektedir (Yâkut, IV, 255). Hıristiyan veya bir rivayete göre Vâsıtlı Sâbiî bir ailenin oğlu olan Ma‘rûf’un çocukluğunda ailesi tarafından hıristiyan bir hocaya teslim edildiği, teslîs inancına karşı çıktığı için hocası kendisini dövünce ailesini terkedip kaçtığı, yıllar süren bu ayrılığı sırasında sekizinci imam Ali er-Rızâ ile karşılaştığı, onun vasıtasıyla müslüman olduğu, eve döndüğünde evlât hasretiyle yanan anne ve babasının da ona uyup müslüman oldukları bütün kaynaklarda belirtilmektedir. Bazı kaynaklarda babasının adının Ali olarak geçmesi (Sülemî, s. 84) onun İslâmiyet’i kabul ettikten sonra bu adı almış olabileceğini akla getirmektedir. Ma‘rûf’un zühd hayatına yönelmesi, Dâvûd et-Tâî’nin müridi Ebü’l-Abbas İbnü’s-Semmâk vasıtasıyla olmuştur.
Kûfe’de vaazını dinlediği İbnü’s-Semmâk’ın Allah’tan yüz çeviren kimseden Allah’ın da yüz çevireceğini, Allah’a bütün kalbiyle yönelen kimseye O’nun rahmetiyle yöneleceğini ve bütün mahlûkatı ona yönelteceğini ifade eden sözlerinden çok etkilendiğini, Allah’a yönelip efendisi İmam Ali er-Rızâ’nın hizmeti dışında bütün meşguliyetini ve malını terkettiğini söylemesi Ma‘rûf-i Kerhî’nin Ali er-Rızâ ile münasebetinin sürekli olduğunu göstermektedir. Nitekim Ali er-Rızâ’nın kapıcısı olduğu, Şiî bir grup onu ziyaret ederken meydana gelen izdiham sırasında kemiklerinin kırılıp bir süre sonra öldüğü kaydedilmektedir (a.g.e., s. 84). Zehebî, muhtemelen Ali er-Rızâ’nın kapıcısının adının da Ma‘rûf olduğunu söyleyerek bu rivayeti doğru kabul etmez (A?lâmü’n-nübelâ?, IX, 343). Onun İmam Ali er-Rızâ’nın kapıcısı olduğuna dair Sünnî kaynaklarında da yer alan bu bilgi Şiî çevrelerinde genel kabul görmekle birlikte bazı Şiî müellifleri tarafından eski Şiî tabakat kitaplarında Ma‘rûf’un adının geçmemesi sebebiyle şüpheyle karşılanmıştır. Bir kısım eserlerde Ma‘rûf’un İmam Ca‘fer es-Sâdık’ın yakınlarından olduğu kaydedilmekteyse de bu rivayet onun Ma‘rûf-i Mekkî adlı biriyle karıştırılmasından kaynaklanmaktadır (Ma‘sûm Ali Şah, II, 289). Kendisinden naklettiği bir sözünden (Feridüddin Attâr, s. 294) Ma‘rûf’un Dâvûd et-Tâî ile de görüştüğü anlaşılmaktadır. Nitekim bu sözü kaydeden Attâr’dan önceki kaynaklarda da onun Dâvûd et-Tâî ile görüştüğü belirtilmektedir.
İbn Teymiyye, Ma‘rûf-i Kerhî’nin Kerh dışına çıkmadığını ileri sürerek Ali er-Rızâ vasıtasıyla müslüman olup ondan hırka giydiğine ve Dâvûd et-Tâî’nin sohbetlerine katıldığına dair bilgilerin doğru olmadığını söylemiş (Minhâcü’s-sünne, VIII, 44), Ebû Nuaym el-İsfahânî ve Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî gibi müelliflerin bu tür bilgilere yer vermemiş olmasını da dayanakları arasında zikretmiştir. Ancak İbnü’l-Cevzî, Menâkıbü Ma?rûf el-Kerhî ve ahbâruh adlı eserinde onun Ali er-Rızâ vasıtasıyla müslüman olduğunu kaydetmekte ve Dâvûd et-Tâî’nin sohbetlerine katıldığını da Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî’den naklen zikretmektedir (s. 51, 57). Öte yandan Ma‘rûf’un Kerh dışına çıktığı kaynaklarda belirtilmektedir. Zehebî de Sülemî’nin bu kaydının doğru olmadığını belirterek İbn Teymiyye ile aynı kanaati paylaşmıştır (A?lâmü’n-nübelâ, IX, 339). Onun Dâvûd et-Tâî ile görüşmediğini ileri süren Şiî müellifleri de vardır (Abdülhüseyin Zerrînkûb , s. 114).
Ma‘rûf-i Kerhî’nin 200 (815-16) veya 201 (816-17) yılında Bağdat’ta vefat ettiği belirtilmekle birlikte 204 (819-20) tarihini verenler de vardır. Zâviyesinin bulunduğu yere defnedilen Ma‘rûf-i Kerhî’nin kabrinin çevresinde kendi adıyla anılan bir kabristan oluşmuş ve mezarının üzerine bir cami inşa edilmiştir.
Ma‘rûf-i Kerhî’nin mânevî tasarrufunun ölümünden sonra devam ettiğine inanıldığından kısa bir süre içinde kabri ziyaretgâh haline gelmiştir. İlk kaynaklardan itibaren nakledilen, “Ma‘rûf’un kabri tecrübe edilmiş bir ilâçtır” sözü (Sülemî, s. 85; İbnü’l-Cevzî, Menâkıbü Ma?rûf el-Kerhî, s. 200) yaygındır. Tasavvufta velî kabirlerini ziyaret edip şifa bulma geleneği muhtemelen Ma‘rûf’un kabrinin gördüğü bu ilgiden sonra başlamıştır. XVII. yüzyılda Bağdat’ı ziyaret eden Evliya Çelebi türbe etrafında oluşan kültürden bahsetmektedir.
Tasavvuf tarihinin en büyük şahsiyetlerinden olan Mar‘ûf-i Kerhî’nin önemi daha çok Kadiriyye, Halvetiyye, Nakşibendiyye, Rifâiyye, Desûkıyye, Mevleviyye, Safeviyye, Ni‘metullahiyye, Nurbahşiyye, Bektaşiyye gibi Sünnî ve Şiî birçok tarikatın silsilesinin kendisiyle devam etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu silsilelerin ilki Ali er-Rızâ, Mûsâ el-Kâzım, Ca‘fer es-Sâdık, Muhammed el-Bâkır, Ali Zeynelâbidîn ve Hüseyin b. Ali vasıtasıyla Hz. Ali’ye ulaşır. On iki imamdan yedisinin yer aldığı “silsiletü’z-zeheb” denilen bu silsileyi sadece Nakşibendîler (Muhammed Pârsâ, s. 28), Ca‘fer es-Sâdık’tan sonra Kasım b. Muhammed b. Ebû Bekir ve Selmân-ı Fârisî vasıtasıyla Hz. Ebû Bekir’e de ulaştırırlar. Diğer silsile Dâvûd et-Tâî, Habîb el-Acemî ve Hasan-ı Basrî vasıtasıyla yine Hz. Ali’ye varır. Üçüncü bir silsile de Ferkad es-Sebahî, Hasan-ı Basrî, Enes b. Mâlik vasıtasıyla Hz. Ali’ye ulaşır (İbnü’n-Nedîm, s. 260).
Ma‘rûf-i Kerhî’nin talebelerinden en önde geleni, birçok silsilenin kendisiyle devam ettiği Cüneyd-i Bağdâdî’nin şeyhi Serî es-Sakatî’dir. Ayrıca Ma‘rûf’tan sonra müridleri Şehâbeddin Ahmed Tebrîzî, İsrâfil el-Mağribî, Ebû Hamza Muhammed el-Bağdâdî ile de farklı silsileler oluşmuştur.
Ahmed b. Hanbel başta olmak üzere Yahyâ b. Maîn, Bişr el-Hâfî gibi dönemin önemli simalarının Ma‘rûf-i Kerhî’yi ziyaret edip kendisiyle bazı konuları istişare ettikleri, Ma‘rûf’un ilimde yetersiz olduğunu söyleyen birine Ahmed b. Hanbel’in, “İlimle elde edilmek istenen şey Ma‘rûf’un ulaştığı mertebedir” cevabını verdiği, onun duası makbul sayılan abdal zümresinden olduğunu söylediği kaydedilmektedir. Süfyân b. Uyeyne ve Abdülvehhâb el-Verrâk’ın da Ma‘rûf’un büyüklüğü ve kerâmetleriyle ilgili sözleri vardır. Gazzâlî İhyâ?ü ?ulûmi’d-dîn’de Ma‘rûf’un çeşitli sözlerini nakletmiş, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Mesnevî’de (II, 71) onun büyüklüğünün İmam Ali er-Rızâ gibi bir zata hizmet etmesinden kaynaklandığına işaret ederek, “Ma‘rûf, Hz. Peygamber’in haremine bekçi oldu da aşk halifesi kesildi, nefesleri Tanrı nefesi oldu” demiştir.
Ma‘rûf-i Kerhî zâhidliğiyle tanınmış, duası kabul edildiğine inanıldığı için daha sağlığında zâviyesi herkesin rağbet ettiği bir yer haline gelmiştir. Müridi Serî es-Sakatî’ye, “Allah’tan bir şey dilersen Ma‘rûf’un hürmetine diyerek iste” şeklindeki nasihati, tasavvuf tarihinde şeyhlerden istimdad ve tevessül geleneğini başlatan ilk örnek olması bakımından önemlidir. Onun Ali er-Rızâ’dan huruf ilmini öğrendiği nakledilir. Sülemî ve Hücvirî, Ma‘rûf’u fütüvvet ehli sûfîler arasında saymıştır. Fütüvvet ehlinin alâmetlerini vefalı olmak, karşılık beklemeden övmek ve istenmeden vermek şeklinde ifade eden Ma‘rûf-i Kerhî tasavvufu, “Hakikatleri elde etmek ve halkın elindekilerden ümidi kesmektir” şeklinde tarif etmiştir. Ayrıca onun ilâhî aşktan ilk söz edenlerden olduğu nakledilir. Aşkın ancak Allah’ın lutfu olduğunu, kazanılan bir şey olmadığını söylemesi tasavvuf düşüncesi üzerinde ciddi etki yapmıştır.
Ma‘rûf-i Kerhî hadis rivayetinde de bulunmuştur. Bekir b. Huneys, Rebî‘ b. Sabîh, Abdullah b. Mûsâ ve İbnü’s-Semmâk’tan hadis almış, kendisinden Halef b. Hişâm, Serî es-Sakatî, Zekeriyyâ b. Yahyâ el-Mervezî, Yahyâ b. Ebû Tâlib rivayette bulunmuştur. İbnü’l-Cevzî onun rivayet ettiği yedi hadisin tahrîcini yapmıştır.
İbnü’l-Cevzî, Menâkıbü Ma?rûf el-Kerhî ve ahbâruh adıyla yirmi yedi bölümden oluşan bir eser kaleme almıştır. Tasavvufa ve sûfîlere birçok eleştiri yönelten İbnü’l-Cevzî’nin Ma‘rûf’un faziletlerini anlatan böyle bir eser yazması, onun görüşlerini sürdüren İbn Teymiyye’nin Ma‘rûf-i Kerhî’yi eleştirmemesine sebep olmuştur. Muhtemelen her ikisini de etkileyen Ahmed b. Hanbel’in onun hakkındaki olumlu tavrıdır.
Ma‘rûf-i Kerhî’nin eser telif ettiğine dair kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Ona nisbet edilen Fütûh-i Erba?în isimli risâle İbrâhim Edhem Giridî tarafından tercüme edilip neşredilmiştir (İstanbul 1312). Kırk bölümden oluşan risâlede ilâhî aşk konusu ele alınmaktadır.