‘Türkiye-ABD krizi ile İran-ABD krizi iç içe geçecek’
Ceyda Karan 01 Ocak 1970
ABD’nin İran’a uyguladığı dünyadaki petrol piyasalarını sarsacak yaptırımlardan Türkiye’nin de etkileneceğini belirten Doç. Dr. Gülriz Şen’e göre, Türkiye-ABD krizi ile İran-ABD krizi iç içe geçecek. Şen, ABD’nin İran’ı petrol piyasasından tecrit etmeye yönelik bir yaptırım siyaseti izlediğine dikkat çekti.
ABD Başkanı Donald Trump'ın Mayıs ayında İran nükleer anlaşmasından çekilme kararının ardından gelen yaptırımlar İran ekonomisini olumsuz yönde etkiledi. İran'da halk sokaklara döküldü, Riyal'in aşırı değer kaybı nedeniyle protesto gösterileri düzenlendi.
ABD'nin yaptırım siyasetini, İran'daki son durumu TOBB Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve İran uzmanı Doç. Gülriz Şen ile konuştuk.
‘YAPTIRIMLARIN ÇOK TARAFLI HALE GELMESİ İRAN İÇİN SORUN'
Gülriz Şen, İran için asıl sıkıntıların yaptırımların çok taraflı hale gelmesiyle kendisini göstereceğine dikkat çekti. İran'ın kırılgan bir ekonomiye sahip olduğuna değinen Şen, İran'ın hedefinin yaptırımların çok taraflı hale gelmesini engellemek olduğunu belirtti:
"Yaptırımlar İran-ABD ilişkilerinin devrim sonrası dönemde ayrılmaz bir parçası olageldi. ABD, İran'a yönelik ilk yaptırımlarının rehine krizinin hemen akabinde uygulamaya başlamıştı. Bu krizden bir an evvel çözüm alabilmek için yaptırım siyasetini devreye sokmuştu. Zaten diplomatik ilişkilerin kopması 1979'da başlayıp 444 gün boyunca süren rehine krizine dayanır. Daha sonra yaptırımlar her ne kadar bu rehine krizinin çözülmesinin ardından kademeli olarak kalksa da her daim aslında Amerikan siyasetinin bir parçası oldu. 1990'larda hem başkanlık kararnameleri hem de kongre tarafından İran'ın küresel sisteme yeniden entegrasyonunun önlenmesi için kullanılan önemli bir enstrümandı. 2000'lerde nükleer programı nedeniyle İran hem ABD'nin tek taraflı yaptırımlarına maruz kaldı hem de ABD'nin çabalarıyla Birleşmiş Milletler yaptırımlarına maruz kaldı. Donald Trump, dönemiyle birlikte İran'a nükleer programı nedeniyle uygulanan yaptırımların yeniden döndüğünü gördüğünü görüyoruz. İlki 7 Ağustos'ta başladı. Bu İran'ın değerli metallerle, otomotiv endüstrisine yönelik ya da dolarla yaptığı ticarete yönelik eylemlerini kapsayacak. En büyük yaptırım ise 4 Kasım'da devreye giriyor. Bu daha kritik. Çünkü ikinci yaptırımların kapsamı da İran'ın petrol ve doğalgaz ihracatını ve finansal sistemle olan ilişkilerini hedef alacak. Aslında 2010 yılından itibaren ağırlaşan yaptırımların yeniden tedavüle girdiğini görüyoruz. Buradaki temel fark şimdilik bunların ABD tarafından uygulanıyor olması. Henüz çok taraflı bir yaptırımdan bahsetmiyoruz. İran nükleer anlaşmanın içinde, yükümlülüklerini sürdürüyor. Bu İran'ın ABD ile ilişkilerinin ayrılmaz bir parçası. Bir yandan İran ekonomisini zorlayan bir sistemden bahsediyoruz. Özellikle çok taraflı yaptırımlar İran'ı epey bir sarstı. Burada en kritik gelişme Avrupa Birliği'nin uyguladığı petrol yaptırımları olmuştu. Bu nedenle aslında şu an ABD'nin uyguladığı yaptırımlar İran'ı yıpratacak. Önümüzdeki süreçte reel etkilerini daha sık göreceğiz. Protestolar da bunun bir göstergesi. Ancak çok taraflı olduğu vakit İran için sorun. ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarında İran bunu bir yandan iç siyasette ‘ABD'ye karşı kimliğimizi, devrimimizi, devletimizi koruyoruz' şeklinde ‘Biz direniyoruz' söylemi var. Öte yandan, yaptırımların elbette ekonomik olarak bir külfeti de var. Zira Ruhani 2013 yılında iktidara gelmeden önce seçim sürecinde yaptığı propaganda da şöyle söylüyordu: ‘Elbette nükleer program bizim için vazgeçilmez, ama ülkenin sanayisi de çalışmalı.' O nedenle İran nükleer programdaki ısrarıyla ekonomisinde bir an önce ihtiyaç duyduğu istikrarı yakalamak için aradaki dengeyi kurmak zorunda hissetmişti kendisini. Aslında bu nükleer anlaşmanın geleceğine dair kaygılar arttığı vakit İranlı yetkililere sorulduğunda, ‘Biz yaptırımlara alışkınız, başa çıkabiliriz' vurgusu vardı. Ama elbette bu kadar kırılgan bir ekonomide yaptırımların büyük bir külfet getireceği de aşikâr. O nedenle hedef yaptırımların çok taraflı yaptırımlara dönüşmesini engellemek. Bu durum İran'ın nükleer anlaşmada kalmaya daha istekli olacağını gösteriyor. En azından Avrupa Birliği, Çin ve Rusya ile ilişkilerde ekonomik kazanımlarını korumaya çalışacak."
‘İRAN, AVRUPALI ŞİRKETLERİN ABD'NİN BASKISINA ÇOK DAYANAMAYACAĞINI BİLİYOR'
Avrupalı şirketlerin ABD'nin baskısına dayanamayacağını İran'ın bildiğini belirten Gülriz Şen, yeni dönemde İran'ın Çin'e daha da yakınlaşacağını ifade etti. Şen, kasım ayında yürürlüğe girecek olan yaptırımları hafifletebilmek için İran'ın petrol ihracatında güvendiği ülkeler arasında Çin ile Hindistan olduğunu söyledi:
"Avrupa Birliği nezdinde bir irade var. Trump'ın İran'a karşı yaptırımlarına karşı durmak, İran ile nükleer anlaşmayı sonuna kadar muhafaza etmek gibi ama Avrupalı finans çevreleri buna ne kadar uyabilir, temel bir soru. Zaten 2016'dan itibaren nükleer anlaşmanın yürürlüğe girip, nükleer programa yönelik yaptırımların kalkmasının ardından Avrupalı finans çevreleri İran ile iş yapmaktan halen daha çekiniyordu. Bunun sebebi de ABD'nin İran'a yönelik devam eden diğer yaptırımlarıydı. Şimdi açık bir şekilde Trump İran ile iş yapan şirketlerin kurumların cezalandırılacağını ilan etti. Bu nedenle AB yetkilileri ne derse desin şu ana kadar İran'ın 2016 sonrası anlaşma yaptığı bütün büyük kurumlar İran'dan yavaş yavaş çekilmeye başladı. Otomotiv endüstrisinden, total enerji sektöründen çekilenler var. İran o nedenle Avrupa Birliği'ne çok güvenemeyeceğini biliyor. Aynı zamanda Avrupa Birliği'nin balistik füze konusunda ABD ile hareket edebileceğinden şüpheleniyor. Birkaç ay önce dini liderin Avrupa Birliği'ne bazı talepleri olmuştu. ‘Biz anlaşmada kalırız ancak Avrupa Birliği bizim zararımızı tazmin etmeli. Petrol ve doğalgaz ihracatımızın sekteye uğramasını engellemeli. Onun yanı sıra balistik füze gibi iç meselelerimizi gündemine almamalı' şeklinde uyarıları olmuştu. O nedenle İran ne yaparsa yapsın anlaşmanın içinde kalsa dahi Avrupalı şirketlerin ABD'nin baskısına çok dayanamayacağını biliyor. Ahmedinejat döneminden hatırladığımız doğuya bakış stratejisi yeniden gündemde. Rusya'dan daha ön planda Çin'in olduğunu görüyoruz. Özellikle hem otomotiv endüstrisinden çekilen Avrupalı şirketlerin yerini hem de Güney Pars sahasından doğalgaz sahasındaki yatırımlardan çekilecek olan Total gibi şirketlerin yerine zaten konsorsiyumun içinde yer alan Çinli şirketler yer alacak. Yeni dönemde Çin'in devreye gireceğini görüyoruz. Zaten en son yapılan temaslarda da Çin'den petrol alma garantisini aldı. Yani Kasım ayındaki yaptırımları hafifletebilmek için petrol ihracatında İran'ın güvendiği Çin ile Hindistan gibi ülkeler var. Hindistan da kısıntıya gitti ama bu konuda en net duran Çin oldu. Çin İran ile geliştirdiği ekonomik ilişkilerin hiçbir ülkeye zarar vermediğini duyurdu. Nükleer anlaşmanın tam anlamıyla çökmesinin dünya için büyük bir tehdit olduğunu duyurdu. Yeni dönemde İran daha da çok Çin'e sarılacak. Avrupa Birliği'ne çok da güven duymuyor. Avrupa şirketleri, Avrupa Birliği tarafından verilen garantilerden ya da engelleme statüsü gibi düzenlemelerden ziyade aslında 90'lardan beri gördüğü o tarihsel tecrübeye bakacaktır. Trump yönetiminin onlara karşı uygulayacağı yaptırımlardan korkan bir Avrupa sermayesi var. 2016 yılının sonuna doğru İran'ın bir açıklaması vardı: ‘Biz ABD ile ilişkilerimizi tam olarak normalleştiremeyeceğimizin farkındayız. Onlardan tek beklentimiz Avrupa Birliği ile geliştireceğimiz ekonomik ilişkilere set çekmemeleri. O nedenle Avrupa sermayesini korkutmaktan vazgeçsinler.' O dönem John Kerry'di Amerika Birleşik Devletleri'nin dışişleri bakanıydı. ABD, Avrupalı finans yetkilileri ile kendilerine herhangi bir tehdit altında olmadığına dair görüşmelerde bulunmuştu. Ama o iklim son derece değişti. Artık Trump yönetimi altında Avrupalı firmalar korkuyor. Ama Çin'in bunu ekarte ettiği gibi bir imkan var. Çünkü farklı firmalar kurarak ABD pazarına girmeyen firmalarla İran ile ilişkilerini sürdürebilir. O noktada eli güçlü olan devlet Çin gibi duruyor. Bu İran'ı bir yandan Çin-ABD ilişkilerinde de bir koz unsuruna dönüştürüyor."
‘İRAN, FATURAYI REJİME KESMEKTENSE HÜKÜMETE KESİYOR'
Gülriz Şen, İran'ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney'in hükümeti hedef alan açıklamalarıyla faturayı hükümete çıkarmaya çalıştığını belirtti. Şen, 4 Kasım'da devreye girecek yaptırımlarla İran'daki ekonomik krizin devleşeceğini söyledi:
"Ocak ayındaki gösteriler çok şiddetliydi. İran'ın önemli bir kısmına çok kısa bir sürede yayıldı. Önceleri hükümeti hedef alan ekonomik sorunları dile getiren gösteriler, hızlı bir şekilde rejim karşıtlığına dönüşmüştü. Çok büyük şehirlere yayılmadı. Daha kırsal şehirlerde kaldı ve bir şekilde yatıştırıldı. Ruhani'nin orta sınıfı rahatlatan politikalarının ve nükleer anlaşmanın ardından ekonomiye gelen istikrarın bu alt kesimlere çok da sirayet etmediğini göstermiş oldu. Bu rejim içinde elitler arasında farklı bir rekabeti de körükledi. En son dini liderin yaptığı bir açıklama var. Bu ilginç bir şey. Çünkü İran'da genelde ekonomik sorunların sorumlusu olarak yaptırımlar ve ABD görünür, çuvaldızı pek kendilerine batırmazlar ama dini liderin ‘Bütün kabahati yaptırımlara bağlamamak lazım. Ekonomiyi iyi yönetmiyoruz' şeklinde hükümeti hedef alan bir açıklaması vardı. Bu Ruhani hükümetini yıpratmak için yapılmış bir çıkış. Faturayı rejime kesmektense hükümete kesmek gibi bir durum söz konusu. Burada İslam Cumhuriyeti'nin bir şeyi yok, buradaki temel mesele Ruhani hükümetinin ekonomiyi iyi yönetememesi şeklinde bir açıklama görüyoruz. Önümüzdeki süreçte 4 Kasım ile birlikte petrol ve doğalgaz sektörünü hedef alan yaptırımlar tamamıyla devreye girdiğinde ekonomi için çok daha zor günler başlayacak. Bu dönemde bütün eleştiriler oklarının Ruhani hükümetine yönelmesi için yapılan bir açıklama. Ruhani'nin bakanlarına yönelik azledilmeleri için bir tartışma olmuştu. İran'ın daha rasyonel bir çıkarımdan ziyade iç siyasette hizipler arasında çatışmayı körükleyecek bir ifade. Oysa ki son dönemde İran'da ekonomideki en önemli aslında rahatlamayı İran Ruhani yönetiminin diplomatik çabaları sayesinde yaşadı. ABD'nin stratejisi şöyle. Bir yandan rejim değişikliği var. Bu gündemi İran'da halkı kışkırtarak yapılabilir ama bunun içi bir yol da rejimi ekonomik olarak zayıflatarak devlet-toplum arasındaki fay hatlarını derinleştirmek. Burada Obama döneminde de bunlar çok konuşulmuştu. Günümüzde de İran'ı içeriden çökertecek ekonomisini zayıflatacak veya rejimi değiştirecek ya da rejimin davranışını ABD'nin istediği şekilde değiştirecek bir siyasi arayış söz konusu. Bunun önemli bir ayağını da İran'daki toplumun ayaklanmaları oluşturuyor. ABD yönetimi İran'a halkın yanındayız derken, buradaki mesele halkın yanında olmak değil, rejimi zayıflatmak. Çünkü İran halkının da ABD yönetimine karşı ciddi kuşkuları var. Çünkü ne zaman ayaklansalar ABD'den destek geliyor. Onun dışında Trump'ın İran'a yönelik söylemi, uyguladığı vize yasağı gibi şeyler İran halkı nezdinde de şüphe çekiyor. Ama ne rejime ne ABD yönetimine güvenen bir halk söz konusu ve ekonomik kriz yaptırımlarla birlikte devleşecek gibi gözüküyor. Tam da o nedenle hükümetin atacağı en önemli adım halkın haklı talepleri göz ardı etmemek ekonomide dengeleri korumak için de uluslararası sitemle bağlarını tam manasıyla kesmemek. Nükleer anlaşmanın içinde kalmak o nedenle önem arz ediyor. İran en azından yakın vadede bunun için çabalayacak."
‘TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ DAHA OLUMLU BİR SEYİRDE OLSAYDI…'
Gülriz Şen'e göre ABD, İran'ı petrol piyasasından tecrit etmeye yönelik bir siyaset güdüyor. Şen, İran'ın yanı sıra Türkiye'yi de zorlu bir sürecin beklediğini vurguladı:
''Türkiye, İran'a yönelik ABD'nin tek taraflı yaptırımlarına katılmayacağını duyurdu. Türkiye-İran ilişkileri çok boyutlu bir ilişki. Stratejik boyutu var, en önemli boyutlarından bir tanesi enerji boyutu. Bizim en büyük petrol ve doğalgaz tedarikçilerimizden. O nedenle ABD'nin bu manada uygulayacağı yaptırımlar Türkiye'yi epey bir zor duruma sokacak. Türkiye-ABD ilişkileri daha olumlu bir seyirde olsaydı, Türkiye'nin nasıl bir tercih yapacağı meselesi gündeme gelecekti. Bir yandan yakın bir müttefiki bir yandan da hem yüzyıllardır komşusu ve enerji konusunda bağımlılığı olan bir devlet ve her türlü rekabet ve husumete rağmen Ortadoğu'da pek çok konuda birlikte çalışmak zorunda olduğu bir devlet ile ilişkileri nasıl dengeleyeceği meselesi karşımıza çıkıyor. Şimdi ABD ile kriz tırmanırken Türkiye İran'dan destek mesajları alıyor. Türkiye'nin seçimi, oldukça zor. Muafiyet almaya gayret edecek ama ABD ile kriz bu şekilde tırmanırken bunu yapmak ne ölçüde olacak? Trump hükümeti ile bu nasıl müzakere edilecek? Belki aramızda bu kadar kriz olmasaydı çok daha rahat müzakere edebileceğimiz bazı hususlar olabilirdi ama ABD yönetimin de bu konuda sarsılmaz bir tavrı var. İran'a hiçbir şekilde müsamaha gösterilmeyecek. İran'ı petrol piyasasından tam manasıyla tecrit etmeye yönelik bir siyaset söz konusu. O nedenle Birleşik Arap Emirlikleri'nden, Suudi Arabistan'dan petrol üretimini arttırması isteniyor. Türkiye için zorlu bir süreç. Eğer ABD yaptırımlarına uymak zorunda kalırsa doğalgaz konusunda daha çok zorlayacak onu, Rusya'ya daha çok bağımlı kılacak. Öte yandan, yapılmış 25 yıllık bir anlaşma var. Türkiye biraz da bunu gerekçe göstererek ABD'den bir muafiyet kazanmanın peşinde. Öteki türlü petrolde kaynak değiştirmek durumunda kalacak. Irak'tan ya da maliyeti artıracak şekilde Körfez'den petrol almak zorunda kalacak. Türkiye buna direnemeye çalışacak. Hem de Türkiye'nin İran ile ilişkileri üzerinden bakarsak bu 4 Kasım'da devreye girecek ve İran ekonomisine ve dünyadaki petrol piyasalarını sarsacak bu yaptırımlardan Türkiye kaçınmaya çalışacak. Bu zor bir süreç ve Türkiye'nin ABD krizi ile İran-ABD krizi çok iç içe geçecek gibi gözüküyor."