‘Türkiye, ABD ile Rusya arasında sıkıştı, AB’nin kayıtsız şartsız desteği yok’
Ceyda KARAN 01 Ocak 1970
Aydın Sezer’e göre, ABD ile seçim süreci pazarlıklarında İran’a yeni yaptırım listesindeki doğalgazın alınmamış olması dikkat çekici. Erdoğan ile Putin’in seçimden beri geniş kapsamlı görüşmeyi ötelediğini anımsatan Sezer, ABD’nin tüm silahlarını çekmediğini belirtirken, AB'ninde de kayıtsız şartsız Türkiye’nin yanında olmadığını vurguladı.
ABD ile Türkiye arasındaki ‘rahip Andrew Brunson' başlıklı gerilim devam ediyor. Ankara'nın ABD'ye yönelik ağır gümrük birliği adımı tartışma yaratırken, Trump yönetimi de Brunson serbest bırakılana dek Türkiye'ye yaptırım uygulama politikasında yeni adımlar atılacağının sinyalini verdi
Gelişmeleri ve gidişatı siyaset bilimci ve yazar Aydın Sezer ile konuştuk.
‘KASIM YAPTIRIMLARININ İÇERİSİNDE DOĞALGAZ YOK'
Aydın Sezer, ABD ile Türkiye arasında bilek güreşi devam ederken, 4 Kasım tarihinde İran'a uygulanacak yaptırımların içerisinde sadece petrol ve petrol türevlerinin yer aldığı, doğalgazın bulunmadığına dikkat çekti. Türkiye'nin 1990'lardan kalan bir anlaşma sayesinde doğalgaz ithalatı yapabileceğini belirten Sezer, para transferleri konusundaki yasaklama nedeniyle İran gelirlerinin Türk Lirası cinsinden Türkiye'de yabancı bir bankada tutulmasına dair mutabakat olduğu bilgisine eriştiğini belirtti:
"Seçimlerin yapılmadan önceki süreçte Türk-Amerikan ilişkilerinde bir yumuşama bir yakınlaşma vardı. Bir büyükelçi ataması, F-35'lerin teslim töreni ve Türk subayların eğitim konusu, Halkbank kararının ertelenmesi, Münbiç ve Fırat'ın batısıyla ilgili karar, TSK'nın devriye gezmesi olayı. Kasım ayında İran'a karşı uygulanacak yeni ABD yaptırımların içinde bu kez doğalgazın yer almadığı konusu. 8 Mayıs'ta alınan bir kararla ABD, kasım yaptırımlarını açıklamıştı. O listede doğalgaz yok. Doğalgazın bedelinin yine TL cinsinden Türkiye'de faaliyet gösteren bir yabancı bankada tutulması gibi bir mutabakat olduğu yönünde bilgim var. Petrol ve petrol türevleri açık bir şekilde bu ambargo kararı içerisinde. Dolayısıyla Türkiye, İran'dan petrol ithalatını durdurmak zorunda kalacak. Sistem artık eskisi gibi çalışmayacak. Çünkü aynı kasım kararlarının içerisinde çok genel bir yasaklama ve yaptırım geliyor. İşte bu nedenle Türkiye'nin 1990'lardan kalan bir anlaşmayla doğalgaz ithalatına göz yumulması ama buna mukabil para transferleri konusundaki yasaklama nedeniyle İran gelirlerinin TL cinsinden Türkiye'de bir yabancı bankada tutulması gibi bir mutabakattan bahsediyorum. Bu da aslında çok mantıklı. Çünkü seçimlere giden süreçteki çok farklı görüşmeler ve temaslar ve sonuçlar bize bunun böyle olabileceğini doğruluyor. Sektörden profesyonellerle görüştüğümde onlar da kasım ayındaki İran yaptırımları listesinde doğalgazın olmadığı petrol ürünleri tanımının doğalgazı kapsamadığı yönünde görüş belirttiler.
‘İKİ ÜLKE ARASINDA YAPISAL SIKINTILARIN İŞARETİ'
Türkiye ile ABD arasında son dönemdeki pazarlıklara da dikkat çeken Sezer, gelişmelerin iki ülke arasındaki ‘yapısal sıkıntıların' işareti olduğuna dikkat çekti:
"Bugün Türkiye ile ABD arasında yaşanan rahip kriziyle ilgili süreç her ne kadar bir sürpriz olarak karşımıza çıkıyor olsa da bunun arka planında salt rahibin serbest bırakılması konusu bilindiği andan itibaren çok daha derin ve detaylı bir görüş ayrılığı olduğu anlamına geliyor. Neredeyse yapısal bir sıkıntı olduğu anlamına geliyor. Burada ABD'nin uyguladığı yaptırımları incelerken bugüne kadar iki bakanımız ile ilgili aldığı kararın siyaseten bir anlamı olduğunu, sembolik bir anlam ama ciddi bir anlamı olduğunu belirttik fakat bunun pratik bir anlamı olmadığı konusunda da hemen herkes hemfikirdi. Trump'ın hemen arkadan daha önceki Türkiye'nin de içinde bulunduğu ülke grubuna yönelik olarak uyguladığı telafi edici gümrük ya da gümrük vergilerinin artırılmasında Türkiye sütununu iki katına çıkartıyor olması aslında mevcut bir yaptırımın yeni bir şekli olarak geldi karşımıza. Bu da bir sürpriz değildi."
‘RAHİP KRİZİNDEN ÖNCE DE YAPTIRIM LİSTESİNDEYDİK'
Aydın Sezer, Türkiye'nin rahip Brunson krizinden önce de yaptırım listesinde olduğunu anımsattı. Ancak Sezer'e göre, ‘ABD Türkiye'ye resmi anlamla yaptırımlarla ilgili tüm silahlarını çekmiş değil'. Türk ekonomisine hasar verilmeye çalışıldığının da bir gerçek olduğunu vurgulayan Sezer'e göre, Türkiye'nin ABD'ye misilleme olarak aldığı yaptırım kararlarının çok önemli sonuçları olmayacak:
"Rahip krizinden önce de yaptırım listesindeydik. Türkiye-ABD ilişkilerinde Amerika'dan kaynaklanan ya da Amerika'nın Türkiye'ye yönlendirdiği resmi anlamda yaptırımlarla ilgili tüm silahlarını çektiği kanaatini taşımıyorum. Ancak bununla birlikte ekonomide yaşanan bir çalkalanma ve bir kur krizi de var. Bunu dolaylı bir etki olarak algılıyor piyasalar. Bu işin sonu nereye varacağı bilinmediği için bu konuda çok ciddi de bir ekonomimize bir hasar verilmeye çalışıldığı da ayrı bir gerçek. Bunları birbirinden ayırt etmek gerekiyor. Biz de Amerika'nın doğrudan her iki yaptırım kararına aynı şekilde cevap verdik. İki ABD'li bakanı yaptırım listesine alınmasından sonra Resmi Gazete'de ABD menşeli bazı ürünlerin ithalatında ek mali yükümlülükler uygulanması kararını yayınladık. Bu da Türkiye açısından yeni bir karar değildi. Bu da aslında 25 Haziran'da yayınlanan Türkiye'nin yaptırım kararının birebir aynısı fakat buradaki ek mali yükümlülük oranları tam iki katına çıkartıldı. Tıpkı Trump'ın yaptığı gibi oldu. Dolayısıyla bunlar Türkiye-ABD ticari ilişkilerinde genel hacim dikkate alındığında çok önemli sonuçları olacak kararlar değil. Sembolik de değil. Bence bu kararlar daha çok devlete gelir elde etmenin ötesinde bu ürünleri ithal eden ve kullanan insanların üzerine getirilen ek ilave parasal yükümlülükler olarak sonuçlanacak."
‘ERDOĞAN İLE PUTİN ARASINDA SEÇİMLERDEN SONRA GENİŞ KAPSAMLI BİR GÖRÜŞME YAPILMADI'
Aydın Sezer'e göre, Türkiye-ABD krizinin derinleşmesinin en önemli nedenlerinden biri Türkiye-Rusya yakınlaşması. Sezer, Türkiye'deki seçimlerden sonra Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında geniş kapsamlı bir görüşmenin yapılmamış ve sürekli ötelenmiş olmasına dikkat çekti:
"Türkiye ile burada Rusya yakınlaşmasının özellikle S-400 süreci ile başlayan askeri işbirliği yakınlaşmasının ağırlıklı bir başlık olduğunu düşünüyorum. Bir de Türkiye'nin Astana süreciyle birlikte Suriye'de İran'da Rusya ile birlikte attığı adımların ve ABD'nin ‘çıkarlarına halel getirecek birtakım adımların' bu iki ülke arasındaki krizi derinleştirdiğini düşünüyorum. Burada ikili ilişkilere yansımaları da var. Türkiye açısından bakıldığı zaman resmi bir iddiamız var, pratikte de doğru. ABD'nin Suriye'de terör örgütü ile işbirliği yapması, silah ve eğitim desteği sağlıyor olması. Dolayısıyla Türkiye-Rusya ilişkileri ve Türkiye'nin Suriye'deki konumu ve rolü ile ilgili derin bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Bunun hemen önündeki bir başka sıkıntının Halkbank ve eski İran yaptırımları olduğunu, bu ön plana geldikçe rahip kriziyle birlikte sembolleştiğini düşünüyorum. Ama burada benim açıklayamadığım nokta şu; Türkiye-Amerikan ilişkililerinde rahip krizine kadar her şey yolunda giderken, acaba seçim sürecinde daha önce saydığım başlıklarda Türk-Amerikan ilişkileriyle ilgili ABD'nin bazı beklentilerini karşılayamadığımız sonucu mu ortaya çıkıyor? Çünkü bu taleplerin bir bölümünde bizim direkt Rusya ile temas ve Rusya'yı açıkçası karşımıza alıp almama konusunda seçim yapmamıza yönelik belki birtakım konular var. Bunu benim açımdan doğrulayan şeylerden bir tanesi; seçimlerden sonra Erdoğan ile Putin arasında Rusya'da ya da Türkiye'de olması gereken bir doğrudan geniş kapsamlı görüşmenin yapılmamış olması ve bunun sürekli öteleniyor olması. Elbette BRICS Zirvesi'nde taraflar bir araya geldiler ama bu toplantı üçüncü bir ülkede başka bir vesileyle yapılan bir nezaket toplantısı süresi ve şeklinin ötesine geçmez. Öte taraftan iki ülke silahlı kuvvetlerinin temasları, İdlib konusu ne oluyor? Afrin'den çıkacak mıyız? ABD ile Fırat'ın batısı ve Münbiç konusunda vardığımız ‘mutabakat'ın detaylarının ne olduğunun Rusya'ya anlatılıp anlatılmadığı konusu kaldı ki bir de ikili ilişkilerde açık ifade etmek gerekirse özellikle büyük çaplı enerji projelerinde Rusya'nın rahatsızlığını artık diplomatik yolların da ötesine geçerek ifade ediyor ve belirtiyor olması. Son Erdoğan-Putin telefon görüşmesinde Kremlin web sayfası iki ülke arasındaki enerji projeleri özellikle görüşüldü şekilde bir cümleyle tamamladı toplantıyı. Spekülasyon yapıyoruz çünkü her an gelişmeler bizi farklı yöne götürüyor."
‘TÜRKİYE'NİN CİDDİ BİR EKONOMİK PROBLEMİ VAR'
Sezer, Türkiye'nin ciddi ekonomik problemleri olduğunu anımsattı. Sezer'e göre Türkiye, ABD ve Rusya arasında giderek sıkıştığı bir diplomatik kriz noktasında taraflardan ABD'ye tavır almayı tercih etti:
"Rahibin serbest bırakılmasına yönelik itirazın reddedildiğini duyduğumuz anda dolarda bir fırlama meydana geldi. Hemen birkaç dakika sonra ‘Üst mahkeme tekrar bakacak' dendi. Netice itibarıyla biraz daha geniş çerçeveden bakıldığı zaman sanki Türkiye'nin özellikle ABD ve Rusya arasında giderek daralan yolda ya da giderek sıkıştığı bir diplomatik kriz noktasında taraflardan hangisine karşı tavır aldığı takdirde bunu kamuoyuna daha iyi anlatabileceği düşüncesiyle ABD'yi seçtiğini düşünüyorum. Zira bugün turizm sezonunun en yüksek döneminde ikili ticari ilişkileri, sokaktaki insanı, Laleli'deki esnafı ilgilendirdiği bir dönemde Türkiye'nin Rusya ile ilişkilerini gerginleşmesini tabii ki Rusya hiçbir zaman istemez özellikle Suriye'deki süreç tamamlanmadan ama Türkiye'nin de bunu istemeyeceğini düşündüğüm için Türkiye-Rusya ilişkilerinde krizlerin şu an ertelendiğini ve Amerika ile yaşanan bu sıcak gelişmeler çerçevesinde de Putin'in de Rusya'nın da bu işin nereye gideceğini açıkça merak etmeye başladığını düşünüyorum. ABD'nin rahip kriziyle birlikte Türkiye'ye yönelik olumsuz tavrı sembolik. ABD yaptırımlarla Türkiye'yi hedef alan ama ekonomisine ciddi miktarda zarar verecek ölçüde dolaylı yoldan yaptığı ‘saldırıların' daha uzun vadede Türkiye'ye yönelik düşüncesi ya da stratejisinin bir parçası veya sanki birtakım şeylerin hazırlığının altlığını yapıyor gibi geliyor bana. Neden tam da seçim bittikten sonra, Türkiye yeni bir rejim dönemine geçip değişim yaşadığı bir süreçte bu rahip krizi bu kadar da büyütülecek bir konu muydu, soru işaretleri var. Evinde hapiste bulunması da cezaevi koşullarına göre çok önemli bir adımdı. İddia edilen suçların ciddiyetiyle orantılı olarak baktığınız zaman böyle bir kararın verilememesi gerekiyordu. Türk ekonomisinin içinde bulunduğu darboğaz, dış borçtan tutun da ihracatın reel olarak aslında artmıyor olmasından tutun da yeni borç bulunması ile ilgili sıkıntılardan tutun da imalat sanayinin neredeyse bittiği noktaya gidişle ilgili olarak Türkiye'nin bir de böyle ciddi bir iç ekonomik sorunu olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Türkiye'nin ciddi bir ekonomik problemi var. Uzun yıllardan beri tek parti iktidarıyla yönetiliyor olmamıza rağmen ekonomide gerekli dönüşümü sağlayamadık. O çok övündüğümüz savunma sanayi ile ilgili atılan adımları kesinlikle alkışlıyorum. Ama bu salt silah üretimine yönelik bir sanayi olarak modelleniyor, bu çok yanlış. Bunu yüksek teknolojiye yönelik bir dönüşüm projesi hamlesi olarak kurgulamak gerekiyordu. 2005'lerde yine AKP döneminde bunun böyle kurgulandığını iyi biliyorum. O projelerin çoğunda aktif olarak görev aldım. Türkiye'nin dış politika sorunu var. Türkiye'nin Suriye'deki yaklaşmakta olan sona doğru olan karşılaştığı açmazlar var."
‘AB KAYITSIZ ŞARTSIZ TÜRKİYE'NİN YANINDA DEĞİL'
Sezer'e göre, ABD ile yaşanan kriz Türk siyasilere yeni bir vizyon açacak. Avrupa Birliği'nin yaptığı açıklamalarla kayıtsız şartsız Türkiye'nin yanındaymış gibi çizdiği tablonun gerçekçi olmadığını belirten Sezer, Avrupa Birliği sermayeli birçok şirketin üretim üssü olarak Çin'i tercih ettiğine dikkat çekti:
"Bugünkü küresele ortamda özellikle reel ekonomi bağlamında da finansal kapitalizm bağlamında da Türkiye'nin Avrupa ile ilişkileri öylesine karşılıklı bağımlılık ilişkisi içerisinde ki. Ben bu cümleyi kullanırken gümrük birliği bağlamında değerlendirmiyorum. Gümrük Birliği'nde zaten hukuki olarak bir sorun yok. Türkiye toprakları Avrupa Birliği'nin sahası sayılıyor. Ben doğrudan yatırımlardan Türkiye'deki Avrupa yatırımlarından Türk pazarının Avrupa için ne anlama geldiğinden veya tersinden bahsediyorum. Böyle bir ortamda hemen herkes hemfikir ki Türkiye'de yaşanacak derin bir iktisadi krizin mutlaka Avrupa'ya yansıması olacak. Kaldı ki Trump'ın ve ABD'nin başlattığı ticaret savaşları çerçevesinde ABD pazarının zorlaştığı ya da dünya ticaretinin daraldığı bir ortamda Türkiye gibi bir pazarın da bu sepete girmesi Avrupa Birliği'nin hiçbir şekilde istemeyeceği bir gelişme olacak. Bu noktadan itibaren Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerde Trump dönemi Amerika'sına göre daha farklı bir anlayış olduğunu düşünüyorum. Örneğin Fransız gazetecinin serbest bırakılması, Türk kökenli Alman vatandaşı Deniz Yücel'in serbest bırakılması konusu, Yunan askerlerinin serbest bırakılması konusu, dolayısıyla Avrupa Birliği'nin ABD'nin İran'a yönelik yaklaşımıyla Türkiye'nin yaklaşımının paralellik gösteriyor olması doğal olarak Türkiye'yi Avrupa'ya yaklaştırıyor. Bu açıkça görülüyor. Bu nedenle birdenbire Avrupa Birliği, Türkiye'yi sevmeye ya da Trump'a karşı el vermeye çalışmıyor. Merkel de Alman ekonomi bakanı da tüm yetkililer Türkiye ile ilgili yaptıkları açıklamalar da şunu her zaman aynı paragrafta ifade ediyorlar: Merkez Bankası'nın bağımsızlığına vurgudan, insan haklarına vurguya kadar bir süreç var. Sanki kayıtsız şartsız bizi destekliyorlarmış gibi bir sonuç üretiyorlar. Böyle bir şey yok. Ama Türkiye'nin iktisadi anlamda taraf olması gereken ya da bulunması gereken paktın neresi olduğu konusunda Trump ile yaşadığımız bu kriz siyasilerimize yeni bir vizyon açacak. Bir Çin ya da Rusya pazarıyla bütünleşen Türkiye'nin rakamsal olarak ihracatı artabilir. Ama Türkiye'nin asıl üretim kapasitesine sahip olduğu göreceli olarak üstün olduğu sektör olarak bizim Çin'in karşısında durmamız teknik olarak mümkün değil. Rusya'daki iktisadi ilişkilerin hangi boyutta olduğunu biliyoruz. Bu ikisinin tek başına AB'nin alternatifi olamayacağını matematiksel olarak da ispatlamak mümkün. AB ile ilgili eleştiri geliştirenler ‘AB ekonomisi çökmekte, nüfus yaşlanmakta' diyor. Kısmen doğru. Ama bu AB ekonomisinin çöktüğü anlamına değil, bu kapitalizmin genel görünümü ile alakalı bir süreç bugünkü küreselleşme rüzgarları altında. AB sermayeli birçok şirket de yine gidip üretim üssü olarak Çin'i tercih ediyor. Bu Avrupa'nın geri kalmakta olduğunu açıklayan bir boyut değil. İkincisi her şeye rağmen Avrupa pazarı bir piyasa ekonomisine sahip altyapı sunuyor Türk ürünleri için. Bu rekabet açısından, teknoloji geliştirilmesi açısından bir yandan da çeşitli sektörlerin terbiyesi anlamında çok önemli katkıları olan bir süreç. Türkiye'nin içerisinde bulunduğu iktisadi ortamdan çıkış yollarından bir tanesinin de fırsatının nerelerde olduğuna dair kendi sanayimizi ve kendi ekonomimize bakarak bir yöne çizmemiz gerektiğini düşünüyorum."