Prens bunu niye yaptı
İbrahim Kiras 01 Ocak 1970
Cemal Kaşıkçı cinayetinin Suudi Arabistan yönetimine pahalıya mal olacağı, inkâr ve örtbas arayışlarının sonuç vermeyeceği, çünkü mızrağın çuvala sığmayacağı çoktan anlaşıldı. Son olarak ABD Başkanı Trump’ın -Suudi Kralıyla bir görüşme yaptıktan sonra- ilk günlerdeki tutumuyla çelişme pahasına “serseri unsurların işlediği bir cinayet olabileceği” görüşünü gündeme getirme girişimi sonuçsuz kaldı. Başta Amerikalılar olmak üzere dünya kamuoyu bu tezi “satın almadı”. Ülkesinde önümüzdeki ay yapılacak Kongre ara seçimlerine hazırlanan Trump da hemen eski pozisyonuna döndü.
Bu arada olay günü İstanbul’a gelip gittiği ortaya çıkan 15 kişilik “infaz timi”içinde yer alan kişilerin çoğunun Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın yakın çevresinden oldukları ve üst seviyede görevlerde bulundukları bilgisi artık çuvala sığması mümkün olmayan bir mızrak. Bu durum bir yana, mevcut şartlar itibarıyla böylesi bir misyonun halihazırda kendi başına kral yetkileri kullanan kudretli veliahtın emri veya onayı olmaksızın yapılabilmesinin “siyaseten”mümkün olmadığı da ortada.
Dolayısıyla Veliaht MbS’nin siyasi geleceğinin belirleneceği bir süreç yaşanıyor bugünlerde. Ancak mesele yalnızca adı geçen genç prensle ilgili kişisel bir konu değil; Suudi Arabistan devletinin bölgesel rolüne dair politik tercihler de etkilenebilir bu gelişmelerden.
***
Şimdiki kralın en küçük oğlu olmasına rağmen siyasi hırsı, kişisel becerileri ve özel ilişkileri sayesinde ülke yönetimini fiilen ele almış bulunan MbS’nin siyasi konumunu korumak ve güçlendirmek yolunda izlediği siyaset tarzı ise ciddi problemler doğurmaya müsait görülüyordu başından beri. Zira belki de gençliğinin verdiği fevrilik ve tecrübesizlik yüzünden genç ve hırslı prens “güç temerküzü”nün adeta sınırlarını zorlayan bir siyaset uyguluyordu. Hem içeride hem de kendi arka bahçesi başta olmak üzere bölgede. Siyasi, ekonomik, kültürel aktörlerin tamamını “yönetmeye” yönelik bir tutumu vardı. Bu aktörlerden herhangi biriyle “işbirliği” yaparak amacına ulaşmayı tercih etmiyordu.
Suudi Arabistan zaten çok katı bir merkeziyetçi sistemle yönetiliyor. Mutlak monarşinin hüküm sürdüğü bu ülkede meclis, siyasi partiler ve hatta bağımsız kurumlar mevcut değil. Yani bağımsız yargı, bağımsız medya, üniversite, iş dünyası, sivil toplum vs. yok. Her şey kralın iki dudağının arasında. Böyle olunca kamu otoritesinin denetlenmesi vs de sözkonusu değil. Ama tabii bu bizim dışarıdan gördüğümüz tablo. Mekanizmanın iç işleyişinde farklı aktörlerin belirli ölçülerde rol sahibi oldukları söylenmek durumunda. Çünkü ne olursa olsun tek kişi bu kadar büyük bir makinayı kendi başına çalıştıramaz. Hiç değilse yardımcılara ihtiyacı vardır.
Bugüne kadar bu tarz bir işbirliği mekanizması işleyegeldi Suud’da. Riyad’da siyasi partiler yok ama hepsi de kurucu hükümdarın soyundan gelen birkaç bin “prens”in mensup oldukları iktidar öbekleri var. Özellikle de geniş ailenin içindeki küçük klanlar. Sözgelimi bugünkü kralın da mensubu olduğu Sudayri klanı. Bu klanın en güçlü rakibi olduğunu söyleyebileceğimiz Faysal ailesi vd…
Suud Hanedanı dışında da bazı bölgelerde etkisi ve gücü olan feodaller var ayrıca. Bir de dini otoriteler. Ama hiçbirinin gücü tahttaki kralın gücü karşısında bir kıymeti harbiye ifade etmiyor. Hatta bunların tamamını bir araya getirseniz bile durum değişmiyor.
Bunun farkında olan genç ve hırslı prens bu unsurlara liderlik ederek mevcut işbirliği mekanizmasını sürdürmek yerine bunların lokal veya kısmi iktidar alanlarını da iyice daraltıp zayıflatarak mutlak bir otorite kimliğiyle hepsine hükmetmeyi politik yöntem olarak tercih etti.
Belki başka bir yöntem seçecek durumda değildi. Çünkü resmen tahtta oturmadığı için taht yetkilerini fiilen kullanma imkanını ancak bu yolla temin edebilirdi. Devlet terörüyle… Bir yanda, hanedan mensubu prenslerin hapsedilip malvarlıklarına el konulması gibi güç gösterileriyle… Öbür yanda da bazı bölge ülkelerinin yönetimlerine Suud’un arka bahçesi olduklarının sert ve kaba usullerle hatırlatılmasıyla…
***
Ne var ki hırslı genç prensin izlediği “liderlik yerine hegemonyaya dayalı” bu siyasetin uzun süreli olma imkân ve ihtimali yoktu. Çünkü en zayıf iktidar en az ortağı olan iktidardır aslında. Çünkü güç taşınması gereken bir yüktür aynı zamanda. Tek bir kişi veya tek bir zümre tek başına taşıyamaz bu yükü. Siyasi liderlerin yapması gereken “dengeli bir paylaşım” gerçekleştirerek bu yükü dağıtmak, böylelikle iktidar mekanizmasını yönetme rolünü muhafaza edebilmektir. Yani dağıtma ve paylaştırma yetkisini…
Suud’un hırslı prensi giriştiği iktidar konsolidasyonu hamlesini kısa bir sürede tamamlayıp yeniden işleyen bir iktidar mekanizması kuramadığı için devlet terörüyle ve hatta devlet kavramıyla anılamayacak derecede kaba yöntemlerle, düpedüz haydutlukla “sorun çözmeye” devam etmek zorunda kaldı.
Bütün dünyanın nefretini uyandıran ve Prens’in siyasi ömrünü bitirecek gibi görünen konsolosluk cinayeti böylesi bir siyaset yolunun doğal sonucu olarak görülmeli.