Bahaeddin Özkişi’nin kim olduğunu Dergibi okurları biliyor!
Melih Bayram Dede 01 Ocak 1970
Ahmet Hakan Coşkun, 29 Ağustos 2004 tarihli Sabah gazetesinde, Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullarda okutulmasını tavsiye ettiği 100 temel eserinden söz ederken, “Kim bu Bahattin Özkişi” diyordu! Kim olduğuna gelmeden önce bu “esrarengiz”(!) yazarın adının “Bahattin” değil, “Bahaeddin” olduğunu hatırlatalım ve bu düzeltmeyi baştan yapalım.
Ne demişti Coşkun? Aynen şöyle yazmıştı:
“KİM BU BAHATTİN ÖZKİŞİ:
Milli Eğitim Bakanlığı, gençleri kitap okumaya özendirmek amacıyla ” 100 temel eser” listesi hazırladı. Olması gerekenlerin hepsi, yani Akif, Nazım, Dostoyevski, Ahmet Haşim, Peyami Safa, Orhan Veli filan listede. Ancak listede adı söylendiğinde ” O da kim yahu?” denilecek bir yazar da var. Aşina olmadığımız bu yazarın adı: Bahattin Özkişi. Tavsiye edilen eserinin adı: Sokakta. Merak ettiğim şu: Acaba gerçekten ” hakkı teslim edilmemiş” bir yazarla mı karşı karşıyayız yoksa ülkemizin en güzide müessesi ” torpil” burada da mı devriye girdi?”
Yazıyı okuyunca ilk etapta, Coşkun’un böyle bir girişle Bahaeddin Özkişi’yi tanıdığını ve bu çıkışı bir polemik yaratarak onu bu vesileyle gündeme taşıma girişiminde bulunduğunu düşünmüştüm. Ancak ilerleyen günlerde Ahmet Kekeç Yeni Şafak’ta “Tanısa o da sevecektir” diye yazınca kafam iyice karıştı.
Gerçi bir yazarı tanıyıp tanımamak sorgulanacak bir şey değil. İnsanlar ilgi alanı dışındaki bir konuyu ya da bir şahsı bilmeyebilirler. Bu durumu “falanca kişiyi bilmiyorsa, yazık!” şeklinde dramatize etmenin bir manası yok.
Bahaeddin Özkişi’yi ben Nusret Özcan’dan aldığım “Köse Kadı” adlı kitabıyla tanımış ve çok sevmiştim. Adı pek bilinmeyen “hakkı teslim edilmemiş” bu yazarla ilgili ilerleyen zamanlarda Ali Ömer Akbulut bana Dergibi’de yayınlanması için bir “Bahaeddin Özkişi Dosyası” getirdi. Bu dosya okurlarımızın da bildiği gibi 6 Mayıs 2002’den bu yana Dergibi sayfalarında yer alıyor. Özkişi hakkında pek fazla bilgi olmadığı için, bir çok kişi Google gibi arama motorlarından “Bahaeddin Özkişi” diye aradığında bu dosya çıkıyor karşılarına.
Bu dosyada yer alan Bahaeedin Özkişi resmi ise Edebistan’dan yani Ömer Lekesiz’den bize ulaştı. Emre Aköz’ün 31 Ağustos 2004 tarihli Sabah gazetesinde yer alan resim, işte o resim!
Aköz yazısında Coşkun’un yazısını okuyan kayınpederi Hadi Çintay’ın biraz bozulduğunu anlatıyor ve gençlik arkadaşı Özkişi’yi anlatan bir not ile Özkişi’nin öykü kitabı ‘Göç Zamanı’ ve romanı ‘Köse Kadı’yı getirip önüne koyduğunu belirtiyordu.
Gerisini (önemli bir kısmı Dergibi’deki dosyada yer almasına rağmen) Aköz’ün yazısından takip edelim:
“10 Sait Faik gücünde
Çaresiz konuya giriş yaptık… Önce Bahaeddin Özkişi’nin yaşam öyküsüne kısaca bir bakalım:
Haziran 1928’de İstanbul Fatih’te doğuyor. Babası Ömer Lütfi müftülük yapmış, ilmihal yazmış bir din adamı. Özkişi Sultanahmet Sanat Enstitüsü’nde okuyor.
Gençliğinde kısa hikâyeler yazıyor. Hadi Çintay, “Ailesi varlıklı değildi, alışverişten eve geldiğinde kesekağıdını açıp okurmuş” diyor.
Haliç Tersanesi’nde çalışıyor. Askere gidiyor. Yeşilköy Havaalanı’nda işe giriyor. Edebiyatçılarla tanışıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar onu yüreklendiriyor: “Devam et. Sen on Sait Faik edersin.”
İTÜ Makine Fakültesi kaynak atölyesinde şef oluyor. İki yıl Almanya’da kalıp kaynak öğretmen okulunu bitiriyor. Süheyl Ünver’den tezhip dersleri alıyor. Yağlı boya resimler yapıyor. Bu arada yazmayı sürdürüyor. 1959’da öykülerini ‘Bir Çınar Vardı’ adlı kitapta topluyor.
Üç roman yazıyor: ‘Köse Kadı’, ‘Uçtaki Adam’ ve ‘Sokakta’ (1975 Peyami Safa roman yarışması başarı ödülü)… Ve bir öykü kitabı daha: ‘Göç Zamanı’.
10 Kasım 1975’te vefat ediyor. Hadi Çintay’ın anlattığına göre Özkişi müthiş yaratıcı bir insan. Sürekli projeler üretiyor. Geleceği görüyor: Mesela Rami civarında bir arazi alıp ‘Pekin ördeği’ üretmeye çalışıyor.
Rilke’yi kadın sanan adam
Bu bilgiler tabii ki merakımı uyandırdı. ‘Göç Zamanı’ndaki beş altı öyküsünü bir solukta okudum.
Gerçekten ilginç çalışmalar. Şöyle: Özkişi’nin kitaplarını Ötüken Yayınevi basmış. Çünkü ‘devlet’ (Devlet-i Ebed Müddet) fikrini yücelten bir yazar söz konusu. Bu tip edebiyatçılar, mesela Nihal Atsız’da gördüğümüz gibi, ‘Türkler’i temiz, iyi, saf kişiler olarak resmeder. ‘Kötü, pis, üç kağıtçı’ olan hep başkalarıdır, düşmandır, ötekidir. Ayrıca milliyetçi yazarların çoğu hayata ‘ciddiyet’le yaklaşır.
Bahaeddin Özkişi’nin öykülerinde bu iki temanın tam tersini gördüm. Mesela bir öyküsünde bankta oturan adamın duygularına şahit oluyoruz. Bir kör gelip yanına ilişiyor. Adam bundan büyük tedirginlik duyuyor.
Gerçekten de körlerden rahatsız olan insanlar vardır. Ancak İslami-milliyetçi çevrelerde böyle bir şeyi konuşmak ve yazmak ayıp sayılır. Özkişi ise bunu açıkça dile getirebiliyor. Yani ‘kötülüğü’, ‘kompleksi’ dışarıya atmıyor. Bunları birer insani zaaf olarak kabulleniyor.
Bir başka öyküsünde ise kahramanımız Alman şair Rainer Maria Rilke’yi kadın sanıyor. Ona aşkla bağlanıyor. O şahane dizeleri yazan elleri öpmek istiyor. Ve günün birinde arkadaşı Rilke’nin erkek olduğunu söylüyor. Bizimki yıkılıyor, gerçeği bir türlü kabullenemiyor. Bu öyküde hem mizahı, hem de kendisiyle dalga geçebilme (‘sense of humor’) becerisini görüyoruz.
Ahmet Hakan’ın sorusuna dönersek: Bahaeddin Özkişi’yi ‘hakkı teslim edilmemiş’ bir yazar olarak görmek sanırım daha doğru olur.”
“Dostoyevski’yi seviyorsanız, Özkişi’yi zaten seversiniz”
Ahmet Kekeç ise 30 Ağustos 2004 tarihli Yeni Şafak’ta Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eser listesinde “eksik” gördüğü kitapların bir bölümünü sıraladıktan sonra konuyu Özkişi’ye getiriyor ve şöyle diyordu:
“Beni ziyadesiyle mutlu eden, Bahattin Özkişi’nin ismini görmek oldu.
Gerçi Ahmet Hakan, “Kim bu Bahattin Özkişi? Acaba gerçekten ‘hakkı teslim edilmemiş’ bir yazarla mı karşı karşıyayız, yoksa ülkemizin en güzide müessesesi ‘torpil’ burada da mı devriye girdi?” diye soruyordu, ama, tanısa o da sevecektir eminim.
Özkişi unutulmuş, gözden kaçmış, hakkı teslim edilmemiş, moda ifadesiyle “Dostoyevskiyen” bir yazar
Tanpınar’ı seviyorsanız, Özkişi’yi de seversiniz.
Poe’nun grotesk dünyasından “edebî hazlar” devşiriyorsanız, Özkişi’yi de seversiniz.
Dostoyevski’yi seviyorsanız, Özkişi’yi zaten seversiniz.”
Gerçekten Kekeç’in de hakkını teslim ettiği gibi, Özkişi’yi tanıyan, okuyan herkes sevecektir. Ve onun adını “torpil” müessesesi ile birlikte anmak şaka bile olsa yakışıksızdır
Son olarak şu ana kadar Dergibi’deki “Bahaeddin Özkişi Dosyası”nı okumadıysanız mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Kitaplarını ise okumadan onun üzerine kimse yorum yapmasın!