Ahmed Remzi Dede (Akyürek)
Sezai Küçük 01 Ocak 1970
Örnek Bir Mevlevi: Üsküdar Mevlevîhanesi Son Postnişini Ahmed Remzi Dede (Akyürek)
Mevlevîlik, varlık göstermeye başladığı XIV. asırla birlikte, Mevlânâ'nın şöhreti ve eserlerinin etkinliği ile, sosyo-kültürel ve siyasal şartlardan da faydalanarak, kısa sürede bir çok merkezde Mevlevîhaneler tesis ederek toplumda ve siyasi çevrelerde etkinliğini sürdürmüştür. Mûsikî, sema ve şiir gibi üç sanat vasıtasına dayanan tarikat anlayışıyla, Osmanlı şehirlerinde ve yüksek mahfillerde daima taraftar bularak, birer musiki ve sanat merkezi olan tekkeleri her zaman rağbet görmüştür.1 Bu yüzyıldan itibaren Anadolu'da olduğu gibi Anadolu dışında da Osmanlı Devleti'nin egemen olduğu topraklarda yaygınlık kazanmış, buralarda bir çok Mevlevi tekkeleri tesis edilmiştir.2
XVI. asrın ortalarında Mevlevîlik köylere kadar yayılmış ve Anadolu'da bir çok yerinde halkı tamamen Mevlevîlerden oluşan Mevlevi köyleri kurulmuştur. Bu asrın sonlarından itibaren Mevlevîlik köyden kasabaya, kasabadan şehirlere çekilmeye başlamış, tarikat daha çok beyler, paşalar ve vezirler gibi devlet erkanı tarafından desteklenir olmuş ve Mevlevîhaneler daha çok bu zümrenin tahsis ettiği imkânlarla varlığını sürdürmüştür.3
Mevlânâ ve oğlu Sultan Veled dönemlerinden başlayarak tarikatın yapısı gereği sürekli üst düzey yöneticilerle yakınlık içinde gelişip büyüyen ve yayılan Mevlevîlik, XVII. asra kadar bu özelliğini devam ettirmiş Mevlevi dergâhlarının tamirleri de padişah emriyle hazineden karşılanmış ve Mevlevîlik XVII. asırdan itibaren adetâ bir devlet müessesesi halini almıştır.4
Itrî'den Şeyh Galib'e, Hammamizâde İsmail Dede Efendi'den Zekâi Dede'ye kadar bir çok sanat, edebiyat ve mûsiki üstadları yanında yetkin mürşid-i kamillerin yetişmesini temin eden Mevlevîlik, Fuad Köprülü'nün ifadesiyle; "Osmanlı'nın fethettiği her bölgeye Türk kültürünü taşıyan birer elçi görevi" görmüştür. Osmanlı sınırları içinde Mısır, Suriye, Irak ve Azerbaycan'dan Avrupa içlerinde Peçu'ya kadar her tarafta Mevlevi zaviyeleri açılmıştır. 5 Osmanlı devletinin düşüşe geçmesi ve toprak kaybıyla birlikte de Belgrat, Bosna, Filibe, Peçoy, Vodine, Yenişehir gibi imparatorluk sınırları dışında kalan yerlerdeki Mevlevi tekkelerinin mühim bir kısmı kapanıp tarihe gömülmüş, tarikatın yüksek zümreye mal olması ve köylerden kasabalardan şehirlere çekilmesi ve vakıflarının azalmasıyla da, Demirci, Marmaris, Niğde, Tavşanlı gibi küçük yerlerdeki mevlevîhânelerden geriye bir zaviye, bir şeyh ve birkaç dervişten başka bir şey kalmamıştır.6
XIX. asır başlarından itibaren Osmanlı'nın siyasal, sosyal ve iktisadî alanda içine düştüğü sıkıntılar ve çözülmeler yavaş yavaş Mevleviler üzerinde de tesirini hissettirmeye başlamış, özellikle XIX. asrın sonları ve XX. asrın başlarından itibaren Mevlevîhanelerin vakıf gelirlerinin azalması, meşihatın babadan oğla geçmesi ve post kavgaları, dergahlarda eskiden olduğu gibi ilimde, sanatta, musikide ve şiirde temayüz eden Mevlevîlerin sayısı oldukça azalmıştır. XX. asrın başlarından itibaren dergâhların ekonomik zaâfiyetleri, tekkelerde ikâmet eden derviş sayılarını da etkilemiş, dervisân, Neyzen ve semazenlerin azalması veya yokluğu sebebiyle tekkelerdeki tasavvuf! faaliyetler durma noktasına gelmiş, çoğu tekkelerde âyin icra edecek kadar Mevlevi dervişi dahî bulunamaz olmuştur.
Ziya Paşa'nın;
Diyâr-ı küfrü gezdim; beldeler, kâşaneler gördüm
Dolaştım mülk-i İslâmı, bütün virâneler gördüm
beyti, Özellikle bu dönem Mevlevîhaneleri için de geçerli bir tespit halini almıştır.7
Tebliğimize konu olan Üsküdar Mevlevîhanesi son postnişini Ahmed Remzi Dede, bahsi geçen dönemde yaşamış ve yukarıda zikrettiğimiz olumsuzluklara rağmen iyi yetişmiş, ilmî ve tasavvufî dirayeti, şairliği ve özellikle de Mevlevi tarikatı içinde üslendiği misyonu ile dikkat çekmiş "örnek" bir mevlevîdir.
Tebliğimizde önce A. Remzi Dede'nin Üsküdar Mevlevîhanes'ine şeyh olmadan önceki hayat hikayesini kısaca vereceğiz. Daha sonra da onun Üsküdar Mevlevîhanesi'ne tayin edilişi, tekkelerin kapatılmasından sonra Üsküdar'daki hayat ve bu yıllarda Üsküdar'ın din, kültür ve sanat hayatına katkılarını arzetmeye çalışacağız.
Ahmet Remzi Dede, 1289/1872 yılında Kayseri Mevlevîhânesi'nde doğmuştur. Soyca bir Mevlevi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Ahmed Remzi Dede'nin dedelerinden Seyyid Süleyman Türabî, 1815-1858 yılları arasında Konya Mevlâna Dergâhı postnişini olan Mehmed Said Hemdem Çelebi'nin mürşididir. Seyyid Süleyman Türâbî, Konya'dan Kayseri'ye göçmüş ve 1251/1835 yılında Kayseri'de vefat etmiştir. Oğlu Seyyid Ahmed Remzi el-Mevlevî Kayseri Mevlevîhanesi şeyhi olarak vazife yapmış ve 1282/1865'de vefat etmiş, yerine oğlu ve Ahmed Remzi Dede'nin babası Seyyid Süleyman Atâullah Efendi geçmiştir. Oğluna babasının adını koyan olan Atâullah Efendi elli yıl kadar Kayseri Mevlevîhânesi'nde şeyhlik yaptıktan sonra 1332/1913 yılında vefat etmiş, dedesi ve babası gibi Mevlânâ'nın hocalarından Seyyid Burhaneddin Muhakkik Tirmizî türbesinin avlusuna defnedilmiştir.8
Ahmed Remzi Dede, bir Mevlevi tekkesinde doğması sebebiyle tekke ortamında Mevlevi terbiyesiyle büyümüş, sıbyan mektebini ve Rüştiye'yi bitirdikten sonra babasından ve Kayseri'deki bazı âlimlerden özel dersler almıştır. 1310/1892 senesinde İstanbul'a gelerek memuriyete başlamış ve Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Mehmed Celâleddin Dede'ye intisab etmiştir. İstanbul'da bir yıl kaldıktan sonra Kayseri'ye dönen Ahmed Remzi Dede, Kayseri mutasarrıfı Nâzım Paşa'nın delaletiyle İdâdî'de muallimlik yapmaya başlamıştır. İstanbul'da Yenikapı Mevlevîhanesi'nde beraber çileye girdikleri yazışmalarından anlaşılan Tahirü'l-Mevlevî ile bu süre içinde mektuplaşmış ve bunlar Çilehâne Mektupları ismiyle yayınlanmıştır ki, bu eser özellikle bu dönem Mevlevîliğin içinde bulunduğu sıkıntıları aktarması ve A. Remzi Dede ve Tahirü'l-Mevlevî'nin biyografisi açısından önem arzetmektedir.9
A. Remzi Dede, II. Meşrutiyet'in ilanından sonra Konya'ya gitmiş, ilim ve irfanındaki olgunluk Çelebi Efendi'nin dikkatini celbetmiş ve onun isteği üzerine Konya'da kalarak 10 çelebizâdelere Mesnevi dersi vermiştir. Abdülvahid Çelebi, çelebizadelere; "Siz çelebizâde olduğunuz halde bir şeyhzâde sizlere Mesnevi okutuyor." diyerek Remzi Dede'yi örnek göstermiştir.11
Konya'daki ikameti bir yıl süren Remzi Dede, önce vekâleten Kütahya Ergûniye Mevlevîhânesi'nde vazifelendirilmiştir. A. Remzî Dede'nin posta tayin tarihi "Remzî Dede hâdimü'l-fukarâ" mısraının gösterdiği 1326/1909'dur.12 Böylece şeyhlik görevine başlayan A. Remzi Dede, yaklaşık dokuz ay burada vazife yapmış, tekkede ve medresede ilim ve irfan ehline dersler vermiştir. Daha sonra da Kastamonu Mevlevîhânesi'ne asaleten şeyh olan A. Remzi Dede, bu sıfatla oradan da Halep Mevlevîhânesine tayin edilecektir.13
A. Remzi Dede, harabe halde bulduğu Kastamonu Mevlevîhânesini tamir ettirmiş, eski şeyhten kalan borçları ödemiştir. A. Remzi Dede'nin en önemli özelliklerinden biri, vazifeye başladığı her mevlevîhanede çökmeye yüz tutmuş dergahı madden ve ma'nen canlandırmaya çalışmasıdır.
Kastamonu Mevlevîhanesi postuna geçtiği günlerde, şair ve edip Süleyman Nazif Kastamonu valisidir. A. Remzi Dede ile ilk karşılaştığında; "Meşîhatiniz peder-mande midir" diye sorar. Ahmed Remzi Dede de; "Hayır, Hüdâdândır, le hü'l-hamd pederim berhayât ve Kayseri Mevlevîhanesi şeyhidir." cevabını verir.14 Hüseyin Vassâf, "Hakikaten Mevlevîlik tarihinde baba ile oğlun aynı tarihte iki ayrı Mevlevi tekkesinde şeyh olduğu nadirdir." demektedir.15
Kastamonu şeyhliği sırasında Mevlevi tarikatı içindeki yetkinliği sebebiyle Halep Mevlevîhânesinde vuku bulan bazı olayları tahkikat için Konya'da bulunan Çelebi Efendi tarafından 12 Ağustos 1327/1910 tarihinde Halep'e gönderilmiştir. A. Remzî Dede, bu yolculuğu esnasında Ayıntab (Gaziantep), Urfa, Kilis, Maraş, Halep'ten sonra, Hama, Humus, Şam, Trablus, Lazkiye ve Kudüs Mevlevîhânelerinde de bir dizi tahkikatta bulunmuştur.16 Bu tahkikatları neticesinde Mevlevîliğin madden ve manen sıkıntılar içinde olduğunu ifade eden raporunu Konya Mevlânâ dergahı Postnişini Çelebi Efendiye sunan A. Remzi Dede'nin, Küdus Mevlevîhanesi şeyhi Muhammed Hilmi Efendi17 ile ilgili; "Yirmi dört yirmi beş yaşlarında olan şeyh bekârdır. Başındaki sikkesinden başka dervişliğine delalet eden bir hali olmayıp daha çok nefsine ve hevâ ve hevesine tabi bir kişidir." "Kendisine sîretiyle suretinin mütenasip olmasına gayreti için nasihatte bulunuldu" demesi bazı Mevlevîlerin haline bir örnek teşkil etmektedir.10
Vazifesini ifa edip geri dönen A. Remzi Dede, "eş-Şeyh Ahmed Remzî el-Halebî" cümlesinin delalet ettiği 1332/1914 yılında Halep Mevlevîhânesi'ne şeyh olarak tayin edilir.19
Kastamonu Mevlevîhânesi'nde yaptığı gibi, meşihat makamına geçmesiyle birlikte Hüseyin Vassâf in ifadesiyle "Orasını dahi ez-ser-i nev-ihyâya ve Mevlevîliğin o havalide indirasa yüz tutan şan u şerefini i'lâya nail oldular."20 Yani çökmeye yüz tutmuş olan Halep Mevlevîhânesi'ni madden ve ma'nen canlandırmaya muvaffak olurlar. A. Remzi Dede ile canlanan Mevlevîhanedeki faaliyetlerle, Mevlevîhânede yapılan mukabelelere halktan ve her inançtan insanlar katılarak coşkulu âyinler icra edilir.21
Ahmed Remzi Dede Halep Mevlevîhânesi'nde şeyh iken I. Dünya Savaşı yıllarında Halep-Şam yoluyla Filistin cephesine giden gönüllü Mevlevi Taburu'na serhalka-i sınıf-ı mümtaz olarak katılmıştır.22 Savaş sırasında tekkenin camisini ve semahanesini Osmanlı Ordusu'nun erzak ve mühimmat deposu olarak kullanmasına izin vermiştir.23
Gönüllü Mevlevî Alayı'nda Ahlâk ve Din Dersleri veren Remzi Dede, Medine'ye giderek Hz. Peygamber'in kabrini ziyaret etmiş, Şam'a dönmüş ve burada Emevî Camii'nde minâre-i beydâ kurbunda Arapça Mesnevi okutup Tahirü'l-Mevle-vî'nin naklettiğine göre; "Arapça takrîr etmesi sebebiyle ulemâ ve urefâ-yı mahalliyenin fevkalâde nazar-ı ihtihsânını celb ile uluvviyet-i Hz. Mevlânâ'yı herkesin kalbinde istikrara muvaffak olmuşlardır.24
A. Remzi Dede'ye Gönüllü Mevlevi Taburu'ndaki üstün gayretleri dolayısıyla Harp Madalyası beratı ve nişanı verilmiştir.25
Şam'dan Halep'e döndüğü sırada Halep düşman tarafından işgal edildiği için 1338/1919-1920 yılında İstanbul'a dönmek zorunda kalmış, aynı yıl, Şeyh Ferruh Çelebi Karaman Mevlevîhanesi'ne nakl olunduğu için 26 boşalan Üsküdar Mevlevîhanesi meşîhatine tayin olunmuştur.27
Tayinine Tahirü'l-Mevlevî şu tarihi düşmüştür;
Üsküdar'ın Mevlevi Dergâhı aldı feyz-i nev
Çünkü oldu hâdim-i irşadı bir zî-iktidâr
Çıktı bir gül-bâng ile târihi nây-ı sineden
Remzi-i sâhib-kemâlât oldu şeyh-i Üsküdar (1338/1919-1920)28
A. Remzi Dede, Üsküdar'a gelişini ve Üsküdar Mevlevîhanesi'ne tayininden duyduğu sevinci şu tarih manzumesiyle ifade etmiştir:
Merhaba ey tâ'at-ı irfân-likâ-yı Üsküdar
Merhaba ey şâir-i mûciz-edâ-yı Üsküdar
Baş kesip destâr-ı gîsû-dârı tebrik eylerim
Ey olan sertâc-ı fahr-i ezkiyâ-yı Üsküdar
Feyz-bahşa sohbetin müştakıdır can u dilim
Olmamıştı kimse amma reh-nümâ-yı Üsküdar
Gerçi derman arardım bu dil-i şeydâ için
Gelmemişti aklıma Dâru'ş-şifâ-yı Üsküdar
.....
Nakl-i hâne eylemek mümkün değildir şimdilik
Eyleriz her hafta bir gün duâ-yı Üsküdar (4 Teşrin-i Sânî 1335/1919)29
Her gittiği yeri ihya eden A. Remzi Dede; oturulamayacak derecede harap olmuş dedegân hücreleri başta olmak üzere, semahane ve türbeyi hemen tamir ettirmiş, senelerdir muattal kalan semahanede on beş günde bir cumartesi günleri icrâ-yı âyin-i tarikata başlanmasını temin etmiştir.30 Yenikapı Mevlevîhanesi Şeyhi Abdülbaki Dede Efendi de Mevlevîhanenin yeniden ihyasına bir tarih söylemiş, Suûd el-Mevlevî bu tarihi yazmış, Medresetü'l-Hattâtîn'de tezhîb ve teclîd ile dergahta mevki-i hürmete asılmıştır.31
Yine şeyh dairesinin üstüne bir kat daha ilave ettirerek derviş hücrelerinin mükemmelen tamirine ve bahçenin düzenlenmesine de muvaffak olmuştur. Mevlevîhaneyi bu şekilde tanzim eden A. Remzi Dede, tekke dışında da Üsküdarlılar'ın manevi hayatına katkı sağlamaktan geri durmamış, Ayazma Sultan Mustafa Camii'nde Mesnevi dersleri vermiş, bu derslerinin bir benzerini de Beyazıd Cami-i'nde devam ettirmiştir. Hüseyin Vassâf'ın ifadesine göre; dünya-perestândan olmadığı ve devr-endişân-ı ümmetten olduğu cihetle, Kayseri ahalisinden kendisini mebus intihab etmek isteyenlere beyân-ı i'tizâz etmiş ve gıyabında ta'yin olunduğu halde istifa eylemiştir.32
Hüseyin Vassâf Efendi onu "Gayet zeki, şen ve şatır, meclis-ârâ, fevkalâde kuvve-i hafızaya mâlik, ihâta-i külliye sahibi bir nadir-i hilkattir. Zârifâna ve nükte-perdâzâne latifeleri bezm-i sohbete revnak verir, yazdığını bilir, okuduğunu anlar, urefâ-y kiramdandır. Hakâyık-ı dakâyık-ı tasavvufiyyeyi hakkıyla idrâk etmiş meşâyıh-ı Mevlevîyyedendir. Gayet temiz giyinir, her yere gitmez, istitârı sever, rahîmü'l-kalb, vefakâr, edîb, halûk bir zât-ı âlî-kadrdir."33 dîye tanıtır. A. Remzi Dede ile ilgili bir hatırasını ise:
"Bir gün Mevlevîhanede cem'iyyet münasebetiyle kalabalık vardı ve Mevlevihane urefâ, zurefâ, ağniya ile dolu idi. Bizzat kalkarak huzzara, şeyh odasında sigara takdimi esnasında, "Efendim, şeyhler gerçi hâdimül-fukarâ olarak geçinirlerse de, bazen da hadimü'l-ağniyâ oluyorlar" diye zerâfet gösterdiği şeklinde nakleder.
Yine Hüseyin Vassâf m A. Remzi Dede ile ilgili aktardığı şu hatırası da, dedenin kemâlâtını göstermesi açısından önemlidir:
"Bir kandil gecesi Yeni Kapı Mevlevîhanesi'nde idim. Ziyâde izdiham vardı. Kalabalık arasında Fransız misafirler de bulunuyordu. Şeyh Abdülbaki Efendi ile görüşmek istediler. Fakat Fransızca konuşmak istedilerse de şeyh efendinin memnun olmadığını fark edince içlerinden biri gayet fasih bir Arapça ile söze başladı. O sırada Şeyh Remzi Efendi de Abdülbaki Efendinin yanında bunuyordu. Derhal Remzi Efendi cevap verdi ve Abdülbaki Efendiye tercüman oldu. Pek yerinde olan bu davranış herkesi memnun etti. Eğer Arapça konuşan biri olmasa idi, mahcubiyet olacaktı."34
A. Remzi Dede, Üsküdar Mevlevîhanesi şeyhliği yanında Meclis-i Meşâyıh azalığında bulunduğu gibi, Medresetü'l-Irşad'da da tasavvuf müderrisliği yapmış, aynı zamanda Üsküdar müftüsünün taht-ı riâsetinde kurulan mecliste tekkelerle ilgili konularla ilgilenen aza sıfatıyla bulunmuştur.
2 Eylül 1925'te tekkelerin kapatılması kanununun yürürlüğe girmesiyle birlikte A. Remzi Dede, Üsküdar Selim Ağa Kütüphanesi baş memurluğuna tayin edilmiş, burada da yoğun bir gayret içinde olmuştur. Kütüphanedeki kitapları tanzim ve tasnif ederken ilgisini çeken bazı Arapça ve Farsça eserleri tercüme etmiş, Bursalı Mehmet Tahir'in Osmanlı Müellifleri isimli eserine ve Mevzuât-ı Ulûm'a bir fihrist yapmış, kütüphaneye koymuştur.35 Bu görevi esnasında da halkı irşadı elden bırakmamış ve Üsküdar Mihrimah Sultan Camii'nde Cuma hutbelerini okumuştur.36 Selimağa Kütüphanesi'nde bulunduğu sıralarda ilmi ve tasavvuf! çevrelerden pek çok zevat kendisine teveccüh göstermiş, ilminden faydalanmaya çalışmıştır ki, bunlardan bazıları; Dr. Feridun Nafiz Uzluk, Saadettin Nüzhet Ergim, Ziver Tezeren, Yaman Dede, Hakkı Süha Sezgin, A. Nihat Asya ve Prof. Dr. Nihat Cetin'dir.
Feridun Nafiz Uzluk A. Remzi Dede'nin yanında yedi yıl kalmış, Dede'ye ait soy kütüğü düzenlemiş, bir çok eserini hazırlarken onunla beraber çalışmış, ilim ve irfanından istifade etmiş ve Ahmed Remzi Dede ile alakalı olarak; "fazileti, üstün ahlâkı, tevazuu, ilmi, zekâsı ve yardımseverliği ile gönülleri fethetmiş bir Türk bilgini ve şâiridir" ifadelerini kullanmıştır.37
Türk edebiyat tarihçilerinin önemli isimlerinden olan Saadettin Nüzhet Ergun; "Bu gün Ahmed Remzi Türkçe'yi en iyi bilenlerimizdendir." der ve divan edebiyatının nazım şekillerinin hemen hemen hepsinde manzumeler yazan Remzi Dede'nin "Farsça şiirlerinin de bir divan teşkil edecek şekilde çok olduğunu" belirtir.38
Ahmet Remzi Dede'yi Selimağa Kütüphanesinde vazife yaptığı sıralarda tanıyan Ziver Tezeren, Remzi Dede sayesinde kütüphane müdavimlerinin arttığını, kütüphanenin okumaya incelemeye heves duyan gençlerin yanında, bilim ve sanat dünyasında ün yapmış kişilerin de uğrak yeri haline geldiğini, hatta bazı zamanlar kalabalıktan ayakta kitap okumak durumunda kaldıklarını belirtir.
Tezeren, A. Remzi Dede'yi ziyarete gelenler arasında şair Abdülhak Hamid, Müsahibzâde Celal Bey ve dünyaca ünlü şarkiyatçı Louis Massignon gibi kimselerin bulunduğunu nakleder.39
A. Remzi Dede'nin etkilediği insanlardan biri de Yaman Dede lakabıyla bilinen asıl adı Diyamandi olan ve Müslüman olduktan sonra Abdülkadir adını alan Abdülkadir Keçeoğlu'dur. 1942 yılında Müslüman olan Abdülkadir Keçeoğlu'na "Yaman Dede" ismini de A. Remzi Dede vermiştir.40
Hakkı Süha Sezgin, A. Remzi Dede'yi "yer altında sessiz sedasız akan ama yeryüzündeki bitkileri, çiçekleri velhasıl toprağın üzerindeki her şeyi besleyen bir ırmağa benzetir. Selimağa Kütüphanesindeki faaliyetlerini, ilim ve irfan ehline katkılarını, gösterişten uzak bir heyecanla ifa eden bir ayaklı kütüphane olduğunu vurguladıktan sonra, onun ilim ve gönül ehli olduğunu; "zihnimde bir bulanıklık, azıcık bir bilgi huzursuzluğu duysam, ona koşar, şüphe bulutlarının dağıldığını görürdüm " sözleriyle belirtmektedir.
"Remzi Dede, Hz. Mevlânâ'nın manevî bezmlerine erebilmiş kişilerden idi. Onu yakından tanıyanlar, hem hayranı olmuşlar, hem de mertebesine gıbtadan kendilerini alamamışlardır. Sessiz yaşadı ve kimseyi incitmemek için aramızdan sessiz, sedasız çekildi. Benim gibi onu candan sevenler bile, ancak gömülüp gittikten, toprağın üstüne sonbahar yağmurları yağdıktan sonra bu felaketi öğrendiler."41
Bayrak şairi Arif Nihat Asya 1933 yılında Üsküdar Selimağa Kütüphanesinde keşfettiği A. Remzi Dede ile sıkı münasebetler içinde olmuş, onun teşvikiyle şiirlerinde geniş bir akis bulacak olan Mevlevi kültürünü yakından tanıma imkânını ekle etmiştir. A. Remzi Dede için; "O benim manevî hocamdır"ifadesini kullanmıştır.42
Ahmet Süheyl Ünver de Dede ile ilgili yazdığı bir yazıda düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir: "Ahmet Remzi Dede'nin alçak gönüllülüğü tarif edilemez. Tevazu içindeki olgunluğunu bu kısa yazımda ifade edememenin aczi içindeyim. Gençlerimizin hayatları boyunca Remzi Efendi'yi her noktadan örnek tutmaları, mutlaka olgunluklarını ve dolayısıyla bahtiyarlıklarını artıracaktır. Ne mutlu böyle düşünenlere. Bu gibi zatlar, gelmiş ve gelecek nesillere örnek olmuşlardır. Kendi olgunluklarını herkeste çoğaltmaya vesile olmaları, onlara rahmet payını artırmaktadır."43
A. Remzi Dede, on yıla yakın vazife yaptığı Üsküdar'da ilim, irfan ve kültür sevdalılarının merkezi haline getirdiği Selim Ağa Kütüphanesi'nden yaşlılığı sebebiyle Şubat 1937 tarihinde ayrılmış, Ankara'ya kızının yanma yerleşmiştir. Ankaraya gelişiyle birlikte zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'in ricası üzerine Ankara Eski Eserler Kütüphanesinde müşavirlik görevinde bulunmuştur.44 Ankara'da bulunduğu yıllarda üst üste geçirdiği zatürreeden hayli yorgun düşen Remzi Dede vefatına yakın Kayseri'ye gitmiş ve 20 Kasım 1944 tarihinde 45 vefat etmiş, baba ve dedelerinin metfun olduğu Seyyid Burhaneddin Türbesi mezarlığına defnedilmiştir.46
İyi derecede Farsça ve Arapça bilen Remzi Dede,47 hayatı boyunca bir çok eser vermiştir. Halen mevcut basılmış on yedi, basılmamış beş eseri bulunan Dede, aynı zamanda divan edebiyatının nazım şekillerinin ve türlerinin hepsini kullanan ve halk edebiyatında da şiirler yazan kuvvetli bir şairdir.48
Yukarıdan beri ifade etmeye çalıştığımız gibi A. Remzi Dede, bir Mevlevi tekkesinde dünyaya gelmiş, zamanının bir çok olumsuz şartlarına rağmen ilme irfana düşkünlüğü ile Mevlevîliği ve Mevlevi kültürünü en iyi şekilde temsil eden, arif ve âlim bir mürsid-i kamildir. Mevlevi tekkelerinde madden ve manen düşüşlerin gözle görünür olduğu bir zamanda, -A. Remzi Dede üzerine yaptığı çalışmasında Hasibe Mazıoğlu'nun belirttiği gibi- "Mevlânâ'nın yüce şahsiyeti ve onun eserlerinden beslenmiş, Mevlevîlik potasında yanıp pişmiş bir Mevlânâ aşığı, ilmiyle âmil bir âlim, dünya nimetlerine yüz çevirmiş bir derviş, manevî süslerle bezenmiş olgun bir insandır. Dünya malı olarak oturacak bir ev bile edinmemiştir. Kişiliğindeki üstün meziyetlerle bir "insan-ı kâmil" örneği olan Remzi Dede, Mevlânâ yolundaki mürşidliği, yorulmak bilmeyen öğreticiliği, yirmiyi aşkın eserleriyle kültür tarihimizde minnetle anılacak",49 "Örnek bir Mevlevî'dir.