Mehmet Fatih Gökmen
Mehmet Niyazi 01 Ocak 1970
Akseki’de ‘1877’ yılında doğan Mehmet Fatih Gökmen, ilköğrenimini Alanya’da yaptı. Hazırlık sınıflarını Fatih Medresesinde tamamladıktan sonra, Sultan Selim Camisi Muvakkithanesi’nde çalışırken, tanınmış bilim adamlarından Salih Zeki Beyin dikkatini çekti; onun teşviki ile yeni açılan Riyaziye Medresesi’ne ‘1901’yani Matematik Bilimleri Fakültesi’ne girdi. Burayı üstün başarı ile bitiren Fatih Gökmen, kısa bir süre Darüşşafaka’da matematik öğretmenliği yaptı. Yine Salih Zeki Bey’in isteği üzerine İstanbul Fatih Medresesi’nde Astronomi ve hesab-ı ihtimali (olasılık hesabı) dersleri verdi. Bir süre yöneticilik yapan Gökmen’e Milli Eğitim Bakanı Emrullah Efendi Rasathâne-i Âmire’nin müdürlüğüne tayin etti. Aslında burası, 1868 yılından beri faal olup 31 Mart Vak’asında tahrip edilmişti. Hükümet bu binanın restorasyonu için 500 altın lira tahsis etmişti. O devirde Boğazlar Komutanlığı’na bağlı topçu birliği ile İstanbul Belediyesi’ne ait yangın haber verme memurlarının oturduğu kâgir bir kule bulunuyordu. İşe başlayan Gökmen, incelemeler sonunda yeniden kurulacak rasathane yeri olarak burayı seçmişti. Aslında bu bölgeyi Fransız meteoroloji birliği üst edinmişti; Gökmen onun müdürü Angot ile temasa geçip, modern teknoloji ile donatılmış bir istasyon yapmak için gerekli siparişleri verdi. 1 Temmuz 1911 tarihinde meteoroloji ölçüm ve kayıt işleri başlamış oldu.
***
Fatih Gökmen meteorolojiye dair dünyadaki gelişmeleri yakından takip ediyordu. Cumhuriyet’in kuruluşunda hükümete vermiş olduğu bir raporda, meteoroloji çalışmalarının dışında ayrı bir gözlemevi oluşturulmasının gerekli olduğunu ifade etmişti. Bunun içinde Belçika’daki Uccle Kraliyet Gözlemevi gibi bir astronomi ve jeofizik gözlemevi olması için gece gündüz çalışıyordu. Ama o zamanki yöneticilerimize göre ilim adamı değil inkılâpçı olmak lazımdı; 1933 üniversite reformunda Fatin Hoca kadro dışı bırakıldı. Kendisini ilim adamı olmak için hazırlayan bir insan bakımından bu yıkımdı. Ne yazık ki o yıkılmadı, kendisini rasathanedeki çalışmalarına adadı.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi onun hakkında şunları yazmaktadır:
‘Türkiye’de ilk defa ve henüz üniversitelerde ders konusuna dâhil değilken, zaman tayini; oşinografik ölçümler, depremler ve yer manyetizma konularında gözlem yapacak tesis ve aletleri sağlayarak bu alandaki ilk çalışmaları başlatmış, modern bir bilim adamıydı.’
Fatin Gökmen Hoca, 1943 yılında yaş hattından dolayı emekliye ayrıldı. Hiç şüphe yok ki Kandilli Rasathanesi onun eseridir; her geçen gün büyüyerek milletimize hizmet etmektedir. Fatin Hoca, ‘Eski Türklerde Hey’et ve Takvim, ‘Rubu Tahtası’ gibi önemli eserlerini de insanlığa hediye bırakmıştır. Ayrıca bir ‘yıldız’ bulduğunu ve Türk Cumhuriyeti’nin anısına adına ‘Ankara’ dendiği rivayet edilmektedir.
***
Fatin Gökmen, Mehmet Akif Bey’in yakın dostlarından biriydi. Mehmet Akif onun ilmini takdir eder ve her gördüğü yerde onun için:
‘Gel bakalım, Riyazîyi şehir’ der ve bütün işlerini bırakarak onunla sohbet edermiş. Fatin Hoca gittikten sonra da Eşref Edip’e şunu dermiş:
‘Asrımızın kıymetli mütefekkirlerinden, yüksek üstadlarındandır. Hem Ulum-i İslamiyye’yi tahsil etmiş, hem de garbın en yüksek ilimlerine temayüz etmiş kıymetli bir ilim adamıdır. İşte şark ve İslam âlemi ulemasının böyle olması lazımdır.’
***
İlk gençlik yıllarında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin faal üyesi olan Fatin Hoca, II. Meşrutiyet’in ilanı ile siyasetten çekildi ve tamamen ilim hayatına yöneldi. O yıllarda Mehmet Akif Bey, epeyce bir arkadaşı ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girmeye karar verdiler. Bundan Fatin Hoca’nın da haberi olur. Cemiyetin maksat ve gayesini bunlara anlatır. O zamana kadar siyasi konularla pek ilgilenmeyen Mehmet Akif Bey, cemiyete girmek için gereken yemin şekline itiraz eder ve şöyle söyler:
‘Ben cemiyetin yalnız emri marufuna biat ederim. Mutlak surette söz veremem, yemin edemem.’
Mehmet Akif’in bu samimiyeti herkes tarafından takdir ile karşılanır. Bunun üzerine Fatin Hoca şöyle der:
‘Cemiyetin artık bir ihtilal cemiyeti halinde kalamayacağını düşünerek mesuliyeti üzerime alarak Akif’in istediği tarzda yemini kabul ettim. Mamafih yeminin bu şekli cemiyet mahfilinde dedikoduya mucip oldu. Birçok münakaşalardan sonra bu hadise yemin tarzının tadiline sebep oldu.’
***
Bir gün, Mehmet Akif Beylerbeyi’nde oturduğu zaman, Vanilköyü’nde oturan Fatin Hoca’ya öğle yemeğine davetlidir. O gün öğleden evvel müthiş yağmurlar, boralar her tarafı sel haline getirir. 11 vapurunda Mehmet Akif Bey çıkmayınca, Fatin Hoca bu yağmur yüzünden gelemeyeceğini zanneder; evdeki hizmetçisine söyleyerek, komşuya misafirliğe gider. Biraz sonra Mehmet Akif, sırılsıklam kapıyı çalar. Fatin Hoca’yı evde bulamayınca canı çok sıkılır. Hizmetçisinin o kadar ısrarına rağmen gider. Fatin Hoca, Mehmet Akif Bey’i ertesi gün görür ve özür dilemek ister. Mehmet Akif Bey başını çevirip özrünü dinlemez bile:
‘Hoca,hoca!’ der. Bir söz ya ölüm, yahut ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse, insan ancak o vakit mazur görülebilir.’ Bu yüzden tam altı ay Fatin Hoca ile dargın kalır.
***
Fatin Hoca şair değildir; ama Mehmet Akif Bey’in ölümünü duyunca kaleme sarılır ve şunları yazar:
‘Mum gibi yandı ciğer, çünkü vatan türküsünü,
Hep geçen kapkara günlerde terennüm etti.
Çıktı ‘Kırklar’ bir ağızdan dediler tarihin;
İçimizde vatanı şairi Akif gitti.’