« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

10 Şub

2020

Bahtiyar Vahapzade

Fatma Özkan 01 Ocak 1970

Gölgede yatanların kendi gölgeleri yoktur.


“Oğul verip derde salan, Süleyman’dan Nuh’tan kalan dünya”dan bir yıldız daha kaydı. Derin ve güçlü söyleyişleri olan değerli şairimiz Bahtiyar Vahapzade de 13 Şubat 2009 tarihinde ebediyete intikal etti. Son şiir kitabına neden bilinmez “Soru İşareti” adını vermişti. Kendisini evinde ziyaret ettiğimiz 8 Mart 2005 tarihinde bu şiir kitabını “Kan, can, din kardeşim Fatma Hanım Özkan için hoş arzularla” diye imzalamıştı. O zaman için de çok değer taşıyan bu hediye, onu kaybettiğimiz bu günlerde, bizim için çok kıymetli bir yadigâr oldu. Ölümün biricik gerçek olduğunu biliriz ancak, yine de sevdiklerimize konduramayız. Biz de rahatsız olmasına rağmen ziyaretimizde ailemizden biri, Türk âleminin bir aksakalı olarak onunla daha çok görüşmeler yapacağımızı düşünmüştük. Ancak gelimli gedimli dünya onu bizden kopardı, sonsuzluklara çattırdı.



Hayatı

Bahtiyar Vahapzade, 16 Ağustos 1925 tarihinde Azerbaycan’ın dağlık bölgelerinden Şeki’de dünyaya gelmiştir. Ormanlarla kaplı o dağlar, onun hayalinde ninesinin ve annesinin anlattığı masalların ülkesi olarak kalmıştı. Palamut, karaağaç, fıstık ve ıhlamurlarla kaplı o dağın ardında kalan topraklar, onun sadece doğup büyüdüğü yer değil, aynı zamanda hayallerinin, rüyalarının ve masallarının mekanı, hasretle yad ettiği mukaddes vatan köşeleriydi. O, henüz dokuz yaşındayken, odunculukla geçinen ailesi ile birlikte Bakü’ye göçer. Bakü’nün yoksul diye nitelendirdiği tabiatına, suyuna, havasına ve oradaki sosyal hayata uzun süre alışamaz. Orta tahsilini 1942 yılında ikmal ettikten sonra, Azerbaycan Devlet Üniversitesinin Filoloji Bölümüne girmeye hak kazanır. Bu üniversiteden 1947 yılında mezun olduktan sonra; 1951 yılında ‘Samet Vurgun’un Lirikası’ adlı doktora öncesi çalışmasını; 1964 yılında ise, ‘Samet Vurgun’un Yaradıcılık Yolu’ başlıklı doktora tezlerini savunur. Öğretim üyesi olarak 1951 yılında çalışmaya başladığı eski adı Azerbaycan Devlet Üniversitesi, şimdiki adıyla Bakü Devlet Üniversitesi’ndeki görevine emekli oluncaya kadar devam eder.



Bahtiyar Vahapzade, şair, tiyatro ve roman yazarı, fikir ve bilim adamı kimliği ile tanınmıştır. Kendisine yöneltilen, “Hocalık, sanatınıza engel olmuyor mu?” sorusuna, ‘hayır’ cevabını veren şair, asıl mesleği doktorluk olan Rus yazarı Çehov’un “Doktorluk eşim, yazarlıksa sevgilimdir” şeklindeki cevabından mülhem;



“Yarıya bölünür günüm, saatim,

Vakit benim servetim, benim varımdır.

Muallimlik benim günüm, hayatım,

Şairlik en yüce duygularımdır”, der (Bahtiyar Vahapzade, Vatan, Millet, Ana Dili, Ankara 1999, s.5).”



Vahapzade’nin Vicdan, İkinci Ses, Yağıştan Sonra Yollara İz Düşüyor, Feryat ve Nereye Gidiyor Bu Dünya? Adlı manzum ve mensur piyesleri 1965 yılından itibaren Azerbaycan Devlet Akademik Dram Tiyatrosu’nda sahnelenmiş; bu eserlerden bazıları Ermeni dilinde, Türkmenceye ve Özbekçeye çevrilerek oynanmıştır.



Bahtiyar Vahapzade, 1960 yılından sonra turist olarak veya devletinin temsilcisi sıfatıyla Irak, Fas, Yunanistan, İtalya, Türkiye, Almanya, İngiltere, Portekiz, Lübnan ve Mısır gibi ülkelere gitmiştir. Söz konusu ülkelerdeki intiba ve gözlemlerini şiir ve makalelerde dile getirmiştir. Dünya edebiyatlarından veya Sovyetler Birliğine bağlı halkların edebiyatlarından yayımlanan şiirleri Azericeye çevirmiştir. Bu çevirilerini 1982’de “Her Çiçekten Bir Leçek” adlı kitapta toplanmıştır.



Bahtiyar Vahapzade, 1981 yılında VII. Sovyetler Birliği Kurultayında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği Yazarlar Birliği idare heyeti ile Azerbaycan Yazarlar Birliği İdare Heyeti üyesi seçilmiştir. Ayrıca Azerbaycan İlimler Akademisinin muhabir üyesi olan Vahapzade, Azerbaycan Komünist Partisi Bakü şehir komitesinin de üyesidir. Şair, bütün bu görevlerinin dışında X. ve XI. Dönem Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Âlî Sovyetine milletvekili seçilmiştir.



Bahtiyar Vahapzade, ülkesinde hem yazar ve şairlikle ilgili önemli birliklerin üyesi ve milletvekili gibi sıfatların sahibi olmasına; çeşitli unvanlar ve madalyalarla taltif edilmesine rağmen, bunları övünme vesilesi saymamıştır. Bu unvanları ve madalyaları ve kazandığı şöhreti önemsemeyen Vahapzade, şöhretin gölgesinde uyuşup kalmayı tehlikeli saymıştır. Azerbaycan’da halk şairi unvanının yanı sıra, 1976 yılında Leninle Sohbet ve Muğam başlıklı manzum hikâyeleri ile Cumhuriyet; 1984 yılında ise Aynı Geminin Yolcusuyuz adlı şiir kitabı ile Sovyetler Birliği Devlet ödüllerine lâyık görülmüştür. Ayrıca o, Ekim İnkılâbı ve Kırmızı Emek Bayrağı madalyalarının da sahibidir.



Bütün şöhretine, aldığı ödüllere rağmen Bahtiyar Vahapzade, gönlündeki arzulara ulaşamadığını; hakkında yazılan araştırma ve makalelere hayat hikayesi, yaşadıkları ve yaptıklarının yanı sıra, içinde kalan arzularının yazılmadığından şu satırlarla şöyle şikayet eder:



Yürekteki arzular amellerden ezeldir.

Eylemek istediğim benim eylediğimden

Hem çok, hem de güzeldir.

Öyleyse… ömür tam olsun diye, anma yazılarına,

Amellerle beraber en güzel arzular da

Niye yazılmaz, niye?



Bahtiyar Vahapzade, yazı faaliyetleri arasında önemli yeri olan şiiri, yüreğinden taşan, çarpışan duygularla, beynini kemiren fikirlerin ifade vasıtası şeklinde değerlendirir. Vatanda meydana gelen her kötü durumu, milletin dertlerini kendisine dert edinen şair, halkının sancılarını kendi kalbinde yaşatan bir vatandaş olmayı, şair olmaktan daha ileri sayar. Bu yolda üstat kabul ettiği Sabir’i kendisine örnek almıştır. Şair, milletinin dertlerini dile getirmenin yanı sıra, dünyada meydana gelen büyük küçük olayları da dikkatle değerlendirmiş; kalbinin kapılarını onlara da açmıştır. Yani kendi deyişiyle, zamanı kendi nabzında çarptırmayı başarmıştır. Bu olayların kalbinden geçerek duygulara, bu duyguların da şiire dönüştüğünü ifade eder. Bu kabil eserlerinde onun amacı, estetik değer ortaya koymaktan ziyade, dünyada meydana gelen sosyal problemlerin sesi olmak, onlara tercümanlık etmektir.



Bahtiyar Vahapzade, şiirin şekli konusunda önceden plan yapmadığını; fazlaca düşünmediğini kaydeder. Onu şiir yazmaya sevk eden fikir ve duyguların kendisini harekete geçirmesiyle kaleme sarılan Vahapzade için, şekil konuyu değil, konu şekli meydana getirir. Ona göre, şekil fikre dar gelmeli, fikir veya konunun havası akıcılık oluşturmalıdır. Böylece o, şekil denen kalıpta istediğini söyleyebildi. Ancak şekil ne kadar sınırlı olursa, şair de o kadar, az sözle çok şey söylemek zorundadır.



Bahtiyar Vahapzade, her şeyde olduğu gibi sanatta da başarının samimiyetten geçtiğini ifade eder. Sanat yolundaki derin tecrübesine dayanarak, kendisini heyecanlandıran konularda hep başarı kazandığını bizzat kendisi kaydeder: “Yaşamadan yazdığım konularda ise dilim dolaştı, şiirim etkisini kaybetti ve o doğduğu gün yaşlandı” “Sevgim veya nefretimle kaleme aldıklarım, yüreklere yol buldu ve bir gönlün ateşini başka gönüllere taşıdı. Nedir sevgi? Nedir nefret? Kalbin heyecanı, duyguların tufanı ve aklın isyanı!... Sevmeden sevgiden bahsetmek nasıl mümkün olabilir? (Bahtiyar Vahapzade, Vatan, Millet, Ana Dili, Ankara 1999, s.8).”



Ömrünün son otuz yılında yazdığı aşk şiirleriyle, hayat ve zaman hakkındaki felsefî düşünceleri ıstıraplarından doğmuştur. Kalbinin tercüme-i hali diye nitelendirdiği bu tarz şiirlerinde, şairin bizzat kendisi vardır ve bu şiirlerinde samimiyet esastır. Çünkü o, samimiyeti, edebiyatın ve sanatın çarpan kalbi ve şah damarı şeklinde tarif etmektedir. O gençlik döneminden son zamanlara kadar yazdığı aşk şiirlerini, “bir sarsıntının, bir itirazın, bir heyecanın veya isyanın ifadesi” olduğunu belirttikten sonra şöyle der: “Onlarda hiçbir uydurma yoktur. Bu şiirlerin hepsi duygularımdan süzülmüştür. Şair, insan gibi duymalı, ancak şair gibi yazmalıdır. İnsan ne zaman hayatı ve dünyayı anlamaya başlar? Izdırap ateşinden geçtikten sonra…”



Bahtiyar Vahapzade’nin şiirlerinin konularından bir kısmı basit gazete haberlerinden ilham alınarak yazılmıştır. Bu grupta değerlendirilecek şiirleri şunlardır: Baş, Tan Yeri, İlim-Ahlak, Tebessüm, Ördeni, Kurbanlık Kuzu, Sulh Mükâfatı, Neytron Bombası, Göz, ya Kulak, A.Liliyenta’ın Kareter’e Mektubu, Şairleri Öldürüyorlar, Tarihin Kanunu. Yine, Tezatlar, Amerika Güzeli, Yollar-Oğullar, Bağışlayın, Sehv Olup gibi manzum hikâyeleri de gazete haberlerinden ilham alarak yazdığı eserleri arasındadır.



Vahapzade, yazarın özgeçmişinin, onun eserlerinin özgeçmişinden ibaret olduğu görüşündedir. Ona göre, yazar eserlerini değil, eserler yazarı yaratır. Yazar, ortaya koyduğu eserlerde kendisini yaratır. Bu cümleden olarak ebeveynlerinin kendilerine verdikleri adlar da, sanatçı zekâsının kudretiyle yeni değerler ve anlam kazanır. Bir başka deyişle kudretli sanatkârlar, ortaya koydukları eserlerle hem kendilerini yeniden yaratırlar; hem de yeni anlam ve hayat verdikleri adlarını parlatırlar.



Bahtiyar Vahapzade, hakkında yazı yazıp, onun sanat anlayışını değerlendirenlerin kendisini ananeye bağlı diye gösterdiklerini, bu görüşün doğru sayılmakla birlikte, açıklamaya muhtaç olduğunu belirtir. Ona göre, anane, hiçbir zaman tek bir rengin veya tek bir sesin müdafaa edilmesi değildir. Anane, özüne bağlılıktır. Tıpkı Yahya Kemal’in dediği gibi, Bahtiyar Vahapzade de “kökü mazide olan ati” olmanın gerekliliğine inanır. Bu çerçevede novatorluk şeklinde adlandırdığı yenilikçiliği ise, köküne bağlanıp kendi toprağından beslenerek yeni dallar, budaklar salmakta görür. Ona göre ilericilik, fikrin ve duygunun yeniliğinde ve çağdaşlığındadır. Oysa, sanat dünyasında yenilik iddiasıyla ortaya çıkanlar, yeniliği millî gelenekte değil, dışarıda aramakta ve kendi toprağını ve geleneğini beğenmemektedirler. Bahtiyar Vahapzade, yabancı taklitçisi sanatçıların yanlış yolda olduklarını “Nenemin Halçası” (Annemin Halısı) başlıklı hikâyesinde konu işlemiştir (Bahtiyar Vahapzade, Vatan, Millet, Ana Dili, Ankara 1999, s.6).”



Hikâyenin konusu şöyle özetlenebilir: Azerbaycanlı bir ressam yenilik arayışı içerisindedir. Bir gün eline geçen Fransız bir ressamın tablosundan ilham alarak yeni eserler ortaya koyar ve eserleri çok beğenilir. Ressam, Fransız ressama mektup yazarak her şeyi ondan öğrendiğini ifade eder. Fransız ressam ise Azerbaycan’ın köylerinden birinde dokunan halılardan çok etkilendiğini, ilhamını onlardan aldığını yazar.” Bahtiyar Vahapzade, bu hikâyesiyle orijinallik ve yenilik peşinde olanların, yeniliği başkalarını taklit etmekte görenleri uyararak, asıl kaynağının halk sanatı ve milli değerler olduğunu anlatmıştır.



Görüldüğü üzere, Bahtiyar Vahapzade, XX. yüzyıl Türk Edebiyatlarına yön veren temel düşüncelerden, yenileşme kavramı ile ilgili kendine has bir tavır ortaya koyar. Türk Edebiyatında olduğu gibi, bütün diğer çağdaş Türk Edebiyatlarında, hayatın her alanını kapsayan yenileşme talepleri ile eski-yeni çatışması hususunda Vahapzade, makul bir noktada durarak, hem eskiye, hem de yeniye ait sağlam değerlere sahip çıkar. O, her yeninin iyi; her eskinin ise kötü olmayacağı kanaatindedir. Şair ve yazar olarak ise yeninin, tazenin, yani orijinal olanın peşindedir. Özellikle söylenmemiş bir güzel bir söz, dile getirilmemiş taze bir fikir ve denenmemiş bir ifade tarzı uğrunda bir ömür harcamıştır:



Masa arkasında gece ve gündüz,

Bir ömür erittim taze söz için,

Gelsin taze fikir, gelsin taze söz,

Dün yazdıklarım eskidi bugün. (Örtme Pencereni…, Seçilmiş Eserleri I, s.103, Önder Neşriyyat, Bakı 2004).





Şiirleri



Bahtiyar Vahapzade’nin şiirlerinin bir kısmı, Sovyetler istibdadının yarattığı ruh hâlini yansıtır. M. Gorbaçov zamanında, özellikle 1985 yılında Sovyetler Birliği’nde esen hava sonucunda eli kalem tutanlar için kısmi serbestlik doğar. Bundan nasibini alan Bahtiyar Vahapzade, daha rahat bir ortamda yazma imkânı bulur. Oysa, o tarihe kadar, gerçek duygu ve düşünceleri yazmanın bedeli çok ağırdı. Bu sebeple, Vahapzade eserlerinde olayları ya tarihte geçiyormuş, ya da yabancı ülkelerde vuku bulmuş gibi kurguluyordu. Onun deyişiyle yazarların düşünceleri ile kalemleri ve dilleri arasındaki demir sınırların kaldırıldığı bu yıllarda Stalin despotizminde ve hemen onun akabinde yaşanan durgunluk döneminde Sovyetlerdeki halkların çektiği ıstıraplar, gördükleri azap ve işkenceler, sıkıntı ve mahrumiyetler o dönemde yeni yazılan eserlerde aksini bulmaya başlamıştır. Bahtiyar Vahapzade de 1988 yılında İki Korku adlı manzum hikâyeyi kaleme almıştır. Bütün yazar ve şairlerin Stalin devrinde yaşadıkları korku hissini öylesine tabiî ve öylesine gerçekçi biçimde şiirleştirmiştir. Şair yine Stalin döneminde yazıp sakladığı Gülüstan başlıklı şiiriyle beraber evvelce bastırmaya cesaret edemediği eserlerini de yayımlatma imkânı bulur.



Tarihte geçmiş veya başka ülkelerde yaşanmış gibi gösterdiği eserlere örnek olarak şu eserleri sayabiliriz: Dar Ağacı (1972), Feryat (1981-1984) adlı piyesleri; Yollar-Oğullar (1963) başlıklı manzum hikaye, Amerika Güzeli (1982), Merziye (1984); Bağışlayın, Sehv Olup (1983) adlı manzum hikayeleri; Latin Dili (1967); Şairleri Öldürüyorlar (1978), Hayd-Park (1978); Ehramların Önünde (1959); Açık Şehir (1960); Aleaddin’in Çerağı (1959), Rüzgar-Ot (1976), Dan Yeri (1972), Kara Kutu (1975)’dur. Bu eserlerin ortak konusu, (totaliter) baskıcı rejimdir. Şair her ne kadar üstü kapalı sembollerle anlatsa da yöneticiler tarafından asıl amacı anlaşılmış ve onun kara listeye alınmasına yol açmıştır.





Eserlerinin Ana Teması



Vahapzade, bütün eserlerinde, insanı, yaradılış muammasını, insan ömrünün, çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık gibi fasıllarını işler. Eserlerinde insan, yaratılış, zaman ve hayatın yorumlanması ve felsefi bir yaklaşımla hayatı, insanı ve zaman kavramını sorgular. İnsan ömrünün çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık dönemleri ile ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış mevsimleri arasında paralellik kurar. Şair, mevsimlerin tabiî seyri gibi insanın da yaşının gereğince yaşamasının olacağı kanaatindedir. Bu itibarla, gençliğin yaşlılıkta yaşamasını normal kabul etmez. Herkesin yaşının gereklerine göre davranması üzerinde durur. Onun için asıl üzerinde durulması gereken husus, insanın geçmişini inkâr etmemesidir. Şair, her insanın kendisini inkâr etmek suretiyle yaşadığı ve bu inkârlarla büyüdüğü inancındadır. Şair, zaman kavramını, insan problemi çerçevesinde değerlendirir. İnsanla ilgili her husus, insanın zamanı, dünyayı, yaradılışı sorgulayışını; insanın ikilemlerini, iç çatışmalarını ve zıtlıkları belirtmeye gayret etmiştir. Özellikle hikâye ve piyeslerinde kahramanın başka biriyle değil de kendi kendisiyle mücadelesini, iç hesaplaşmalarını işlemiştir.



Şair, eserlerini Allah vergisi şairlik kabiliyeti ile yazmadığı düşüncesindedir. Gerçekten de şairlik veya yazarlık her şeyden evvel kabiliyet gerektirmekle birlikte; bu, tek başına yeterli değildir. Sanatkâr da kendisini yetiştirmeli, okumalı, araştırmalı, bilgi sahibi olmalıdır. Vahapzade için okumanın, öğrenmenin, dünyadaki ilmî keşif ve gelişmelerden haberdar olmanın önemi büyüktür. Henüz ortaokuldayken her gün muntazaman okumayı alışkanlık haline getiren Vahapzade, her yeni güne gazete ve dergileri okumakla başladığını kaydeder. Bir gün bile okumazsa, rahatsızlık duyduğunu, bir nevi bilgi açlığı çektiğini ifade eden Vahapzade, dünya edebiyatlarından Rus ve Azerbaycan edebiyatlarından pek çok eser okumuştur. Sadece bilimsel makalelerini yazmak için değil, aynı zamanda sanat eserlerini kaleme almadan önce de konusu ile ilgili kitapları titizlikle okuduğunu belirtir. Mesela Feryat piyesini yazmak için Nesimi ve Hurufilik hakkında pek çok eseri okuyup tedkik etmiştir. Mevlana Celaleddin Rumi’nin Mesnevisi’ni okumuş; konu ile ilgili ilmî kitapları, Şemsi Tebrizi hakkındaki yazılı rivayetleri ile Yunus Emre ile ilgili kaynakları inceledikten sonra Nesimi’yi onun felsefesini derinlemesine anlayabilmiştir.



Vahapzade’nin üzerinde iki arkadaşının güçlü tesiri olmuştur. Biri jeoloji alanında doktora yapmış Hudu Mehmetov; diğeri ise, Tıp doktoru Nurettin Rızayev’dir. Her iki arkadaşı da Rusça dışında İngilizce bilmekte ve bu dilde yayımlanan yayınları takip etmektedir. Vahapzade ise Türkiye Türkçesinde, Rusça ve Azerbaycan Türkçesiyle yayımlanan kitap ve dergileri takip etmekte ve okuduğu kitaplara not düşmektedir. Bu üç arkadaş haftada en az bir kez bir araya gelerek okuduklarını ve dünya kamuoyunu, sanat, edebiyat, tarih, felsefe ve diğer bilim alanlarında kat edilen yenilikler ve haberleri yorumlamaktadırlar. Birlikte seyrettikleri tiyatro eserlerini ve filmleri de beraberce değerlendirmektedirler. Vahapzade’nin yazdığı eserlerin ilk okuyucuları ve tenkitçisi de bu iki arkadaşı olmuştur.



Bahtiyar Vahapzade, iç hesaplaşmalara daha çocuk yaşta başlar. Kendisinin hakemi veya hâkimi olur. Kendi kendisini sorgular. Onun gönlünde iki fikir, iki duygu durmaksızın çarpışır. Bir yandan kendisini suçlarken, öte taraftan hakkını teslim eden iki zıt görüşün etkisindendir. Edebî şahsiyetinin oluşumunda kendisine dışarıdan, başka birinin gözleriyle bakmayı, empati yapmayı erken yaşlarda öğrenmenin olumlu tesiri olmuştur. İç hesaplaşmalar, kendini tenkit ve tahlil etmek, olgunlaşma yolunda hızla yol almaya yardımcı olur. Bu durumu, “En güçlü pehlivan kendi kendisini yıkmayı başarandır.” atasözüyle anlatır. Bu yönünü “Kimdir Benim Düşmanım” şiirinde işlemiştir:



“Bahtiyar, elimde gazap kamçısı.

Gözümde kalbimin ateş damçısı

Bir yandan kendimin ittihamçısı

Bir yandan kendime kefil olmuşam(Bahtiyar Vahapzade, Vatan, Millet, Ana Dili Ankara 1999, s.14).”



Bahtiyar Vahapzade’nin dünyaya bakışında, hayatı yorumlayışında ve buna bağlı olarak sanat anlayışında zaman kavramının önemli bir yeri vardır. Şaire göre zaman izafidir. İçinde bulunulan şartlara göre zamanı herkes farklı algılar. Zamanı durdurmak, dondurmak mümkün değildir; ancak sanatın olağanüstü gücü sayesinde, o eserlere harcanan zamanı ebedî değer kazanır. Şair bütün ömrü boyunca zamandan daha kıymetli veya ona denk bir şey tanımadığını da kaydeder. Güçlü bir hafızası olmadığını söyleyen Bahtiyar Vahapzade, gençlik günlerinden itibaren zamanın değerini iyi bildiğini ve işleri belli bir sıra ve programa göre yaptığını belirtir. Şair, başarısını zamanın izafi oluşunu idrak etmesine bağlar. Ona göre, zamanı ölçülere bölen saati insanlar icat etmişlerdir. Aslında zaman yoktur, zaman izafidir. O, “Yıl var bir güne değmez, gün var bir aya değer.” diyen meslektaşı Cengiz Aytmatov gibi, bazen bir günün uzayıp yüzyıl olabileceği düşüncesindedir.



Vahapzade’nin eserlerinde kendisini hissettiren romantizm anlayışı, ayağı yere basan bir romantizmdir. Ona göre romantizme yer vermeli, ancak bu, gerçeklere ve vatan toprağına bağlı olmalıdır. Bu bakımdan Çalıkuşu’ndaki romantizmin göklere uçtuğunu, onu biraz aşağıya çekmek gerektiğini söyler. Bu itibarla, eserdeki Hayrullah karakterini ahlâk eğitimi açısından başarıyla çizilmiş bulur. Kendi menfaatinden vazgeçip Çalıkuşu’nu himaye eden Hayrullah Efendi ona Jan Valrjan’ı hatırlatır. Jan Valrjan hırsızdır. Keşişin evinden gümüş çatal bıçağı çalmıştır. Onu kendisiyle yüzleştiren polise Keşiş: “Bunları ben hediye ettim, hatta bu şamdanları da ona vermiştim, bunları da unutmuş” demiştir. Keşişin bu davranışını terbiye bakımından etkili bulan Vahapzade, onun Allah’a şöyle dua ettiğini anlatır: “İlahi!... Ne güzel insanlar varmış. Ben de Bunlar arasında yer almalıyım” der. Yazar, bu duyguları uyandıracak bir edebiyatın bize de lâzım olduğu kanaatindedir.



Türk Edebiyatında en güzel, en içli ve samimi şiirler, ayaklarının altında cennetin olduğu hadisle tavsif edilen annelere yazılmıştır. Anne ile evlat arasındaki duygu alışverişi; annenin evladına beslediği sevgi, evladın anneye duyduğu minnet borcu ve bağlılık sadece Türk Edebiyatının değil, Dünya Edebiyatlarının da mühim mevzularındandır. Bahtiyar Vahapzade de en güzel şiirlerini annesi Gülzar Hanım için kaleme almıştır. Hatta annesinin ismini verdiği kızına yazdığı şiirlerde de annesinden bahisler vardır. Annesinin ölümü üzerine yazdığı bir dizi şiirde anacığı için şöyle gözyaşı döker:



Anam, emanetsin ana toprağa,

Bu ölüm sineme çekti dağ benim.

Sen benim arkamda benzerdin dağa,

Sanki arkamdan uçtu dağ benim.

Kızımın adıdır, senin öz adın.

Bu da göz dağıdır bana bugün de.

Son defa sen bana bakıp ağladın.

Suretim mezara gitti gözünde… (Bahtiyar Vahapzade, Seçilmiş Eserleri I, Önder Neşriyyat, Bakı 2004, s. 22).



O, geceleri çalıştığını; çünkü ancak geceleri kendisiyle; baş başa kaldığını; kendi yürek çarpıntılarıyla, kendisiyle sohbet edebildiğini yazar. Yılın özel günlerini veya günün özel saatlerini dinlenmeye ayırmayan şair, yalnızca çalışırken dinlenebildiğini ifade eder. Yazma işiyle meşgul olamayıp, başka şeylere zaman sarf ettiği hallerde kendisini kötü hissettiğini; ancak ilhamın gönüllü kölesi olduğu anlarda ise huzur bulduğunu anlatır. Ona göre sanatçının hayatı; çalışmak, kendisini yakarak yaşamak ve boşalarak dolmaktır.” O, ölçülebilen vaktin maddi olduğu, ölçüden çıkan vaktin ise maneviyata, ruha ve güzelliğe dönüştüğü düşüncesindedir. Klâsik eserlere sarf edilen zaman sanatın olağanüstü gücü ile ölümsüzleşmiş ve bu eserleri ebedîleştirmiştir. Bu bakımdan şair, arabayla giderken güzel bir dağ manzarasını seyretmek üzere şoförden durmasını rica eder. Manzarayı seyre daldıktan sonra duygularını şöyle şiirleştirir:



“Şimdi sür, yüzle değil binle de sürsen, zamanı durduramayacaksın.

Ancak o anda,

Güzellik karşısında fikre dalarken,

Vakti bir anlık biz durdurduk;

O anda arabayı değil, vakti durdurduk.”



Bahtiyar Vahapzade’nin hayatı, sanatı ve şiir anlayışını kendi ifadelerine dayanarak değerlendirmeye çalıştığımız yazıya nokta koymadan evvel, Türk Dünyasının güçlü sesi, mert oğlu, büyük şairimize Allah’tan rahmet, değerli aile efradına sabırlar temenni ederiz.

Ziyaret -> Toplam : 125,23 M - Bugn : 117696

ulkucudunya@ulkucudunya.com