Buhran değil de nedir?
İbrahim Kahveci 01 Ocak 1970
Yaklaşık bir yıldır ara ara yazıyorum. Yaşadığımız ekonomik durum iki aşamadır:
1-Kriz aşaması: Bu aşamada ekonomimiz küçülme yaşar. Nitekim temel olarak 2018 ortasından 2019 ortasına kadar küçülme diyebileceğimiz bir süreç yaşadık.
2- Bunalım aşaması: Bu aşama kriz sonrası sert çıkış yerine, daha durağan-yatay geçen dönemi işaret ediyor. Bir başka ifade ile küçük büyümeler dönemini.
Ve her iki dönemin bileşenine de BUHRAN diyoruz.
İktisat literatürüne göre bu süreci değerlendirmek ülkemiz açısından yanlış sonuçlar verebilir. Burada kilit nokta nüfus artışı büyümesi kavramıdır. Kısaca ‘nüfus büyümesi’ diyelim.
Bildiğiniz gibi ülkemizde her yıl 800 bin ila 1 milyon arasında nüfus 15+ üstüne geçerek çalışma çağına gelmektedir. Nitekim Kasım 2018-Kasım 2019 arasında 15+ yaş üstü nüfus 944 bin kişi artmıştır.
Bu nüfusun ise yaklaşık yüzde 53 civarı işgücüne katılmaktadır. Bu ise yaklaşık 500-600 bin kişiye iş yaratmak demektir.
Böyle bir istihdamın ve kişi başına reel gelirin aynı düzeylerde kalabilmesi için ise yaklaşık yüzde 4,0-4,5 oranında bir büyüme oranı gerekiyor.
Ya da şöyle izah edelim: Nüfusu artmayan Avrupa için sıfır büyüme, nüfusu artan bizim için en az yüzde 4,0 büyümeye eşittir. Burada oranlara fazla takılmayın, çünkü kabaca veriyorum.
Şimdi ülkemize bakalım: 2018 yılında sadece yüzde 2,83 büyüme sağlanmış. 2019 yılında ise nerede ise sıfır noktasında kalacağız. Veya en fazla yüzde 1 seviyesinde bir büyüme olabilir.
Ama bir başka nokta daha var tabii. Bizler yabancı sermayeye dayalı tüketim modeliyle geçmiş dahil büyüdüğümüz için, büyüme oranları beklenen istihdamı zaten sağlamıyor.
Bu durumu da şöyle izah edelim:
2015 yılı: Yüzde 6,09 büyüme karşısında işsizlik oranı bir önceki yıla göre 9,9’dan 10,3’e yükseliyor.
2016 yılı: Büyüme 3,18 oluyor ama işsizlik 10,3’den 10,9’a çıkıyor. Hadi bu yılı anlarız; çünkü büyüme oranı da düşük kalmıştır.
2017 yılı: İşte bu yıl çok bariz bir örnek kabul edilebilir. Çünkü şu anda da benzer bir ekonomik politika uygulanıyor. 2017 yılında Kredi Garanti Fonu (KGF) üzerinden dağıtılan krediler ile tam yüzde 7,47 büyüme yakalamışız. Ama bu büyüme oranı bile işsizlik oranını düşürememiş, yüzde 10,9’da sabit bırakabilmiştir.
Dikkat ederseniz 2014 sonrası 3 yılda toplam yüzde 17,64 büyüme sağlanıyor ama işsizlik oranı aynı dönemde yüzde 9,9’dan yüzde 10,9’a yükseliyor.
Son iki yılda yaşanan durağanlık ve özellikle bu yıl işgücünün eve kapanıp iş aramaktan vazgeçmesine rağmen, işsizlik oranımız yüzde 14,0’lere dayanmıştır. Eğer 800 binin üzerinde bir işgücü bunalıma girip piyasadan umudunu kesmeseydi şu anda işsizlik oranımız zaten yüzde 15,0’lerin üzerinde olacaktı. İşsiz sayımız ise 5 milyonun üzerine çıkacaktı.
***
Şimdi bütün bunlar neyi gösteriyor?
1- Hızlı büyüme zaten sağlayamıyoruz. 2020 hedef büyüme bile sadece nüfus artışına dayalı bölümü ifade ediyor, tabii tutar ise.
2- Krediye dayalı tüketim büyümesi istihdam artışına yeterli katkıyı veremiyor. Üretim ve istihdam aynı hıza ayak uydurmayınca, artan büyüme işsizliği istenen seviyelere düşüremiyor.
Bütün bunların sonucunda yaşadığımız süreci nasıl izah edeceğiz?
Büyüme var ama istihdam yetersiz (2014-2017)
Düşük büyüme yıllarında hızla artan ve 80 sonrasının en yüksek oranlarına çıkan işsizlik.
Ve de en önemlisi şu olsa gerekir; yüksek ve uzun süren bir işsizlik...
Tekrar soralım: Böyle bir tabloyu nasıl izah edeceğiz?
Kitaplara bakıp sadece bir kriz mi var diyeceğiz? Yoksa meydanlarda açlıktan kendini yakanları da dikkate alıp tanımlamayı daha geniş çerçevede mi ele alacağız?
Yoksulluğa dayalı bunalım yansımalarını sadece kitaplardaki rakamlara bakıp görmezden mi geleceğiz?
AK Parti dönemini 6,5 yıl işsiz ve 3 yıl hapis cezası yiyerek geçirmiş biri olarak söylüyorum: Bildiğiniz gibi değil...
Ama son 100 güne bakınca her şey ne güzel olmuş da diyebilirim.