Üçüncü yol... Nedret Ersanel
01 Ocak 1970
Aslında krizin daraldığı, sıkıştığı yer şu kadarcık; Rusya, Türkiye’nin gözlem noktalarından-artık-çekilmesini istiyor. Arkasının İdlib olacağı da açık. Türkiye ise çekilmeyeceğini söylediği gibi hem “görülmemiş ölçüde” diye tarif edilen, aslında “harekat çapı”nda değil, “savaş hacminde” yığınak yapıyor. Dahası, gözlem noktalarını artıracağını, pekiştireceğini söylüyor, yapıyor da...
Bu anlaşmazlık tek başına ve yeterli “tehlikedir”... Kırmızı olduğu denli “ince” çizgi burasıdır...
Türk-Rus ilişkilerinin en kırılgan olduğu noktadayız ve gerçek anlamıyla sınavdan geçiyor iki ülke. Ankara’da üst üste iki müzakere sonuçsuz kaldığı gibi, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile yüksek temsil gücüne sahip Rus heyetinin yaptığı üçüncüsü de çıkmaz sokağı teyit etti. Bu satırlar yazılırken de herhangi bir esneme mesajı duyulmuş değil.
Mesele bu denli yalın hale geldiğinde sahanın özelliklerinden dış politika alternatiflerine kadar mikron ölçeğinde her konu tartışmalara boca ediliyor. Bunların anlamı yok. İşi değil ama kafaları daha karışık hale getirmekten öteye gidemiyorlar.
Ankara-Moskova ittifakının -Suriye’de- daraldığının en sağlam kanıtı ABD’nin tavırlarında görülüyor. Nitekim, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in bugün Ankara’ya gelecek olması tam bu ve Köpekbalığı kıvamıdır. Aslında askerlerimize yönelik saldırıların böyle bir takvimi de var gibi. Anımsanacağı gibi, ilk saldırı da ABD’li komutanın Türkiye ziyaretinin zamanlamasına yakın kurulmuştu. O da İdlib konuşmaya gelmişti...
ABD ile bu konjonktürde gerçekleşecek görüşmeler nasıl bir fayda sağlayabilir bilinmez ama işin ucunun son tahlilde YPG/PYD ile İran-İsrail açmazlarına parantezlenme riski net. Hele Irak’taki durum ortadayken. Kısaca ABD’nin şirinlikleri Türkiye penceresinden gayet iyi anlaşılıyor!
Bunun ötesinde sıkışmışlık hali ile Türkiye’nin iki kutup arasında salınmasının gerçekte bir politika olmadığı itirazları arasında bir “ritm” de duyuluyor. Hoş, bunu savunanlar son 80 yıldır iki süper güç arasında “durumu idare eden” politikaların soyundan geliyor, o da ayrı bahis...
Rusya ile yol bitti mi? Bitti ise ABD yeniden oyuna katılabilir mi? Bu ikiliyi idare etmek Ankara için bir standart, temel politika değil. Takım çantasındaki aletlerden biri. Asıl istenen üçüncü bir yolun, Türk yolunun bulunması, bulunamıyor ise yapılmasıydı. Şimdi saha laboratuvarı ilk pratiğinin denenebileceğini gösteriyor.
Yani, Türkiye kendi milli gücünün tüm unsurları ile bölgeye abanabilir! Tez bu. Tehlikeli mi? Evet, öyle. Başka yol var mı? İşte o tartışılıyor...
Rus ruleti, “strese dayanma eşiği”ni tartıyor ama Türk-Rus ilişkilerinin kendine özgü doğası, anlık krizlere meydan verdiği gibi anlık çözümlere de yatkın. Bu yüzden, siz bu satırları okurken yeni bir nefes borusu açılmış veya tıkanıklık kangrene sürüklenmiş olabilir.
Herkes çıkış/kurtuluş kapısı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Putin arasında bir görüşmeye sarılmış durumda. Erdoğan-Putin ikilisi bunu daha önce yaptılar ve bu güce de sahipler. Mesele şu ki, her iki ülkenin resmi ağızları, iki liderin istedikleri an görüşebileceklerini, kapıların açık olduğunu söylemelerine rağmen, temas gerçekleşmiyor!
Ama siz bu satırları okurken bir telefon görüşmesi gerçekleşmiş olacak.
Bakalım sözün bittiği yerde miyiz, değil miyiz…
MUSTAFA AKINCI AKLI:KIBRIS-İDLİB-AKDENİZ...
“Kıbrıs Türk’tür Türk kalacaktır’ siyaseti 1950’lerin sloganıdır. Gerçek durumla ilişkisi yoktur. Kıbrıs Türk halkı, Türkiye ile sürekli bağımlılık ilişkisi içinde yaşamayı istemiyor. Türkiye’ye bağlanmak korkunç olur. İkinci bir Tayfur Sökmen olmayacağım. Rumlarla birleşme başarılamazsa KKTC Türkiye’ye daha bağımlı hale gelir. Ankara tarafından yutulabilir ve de-facto olarak Türkiye iline dönüşebilir”...
KKTC Cumhurbaşkanı’nın İngiliz Guardian’a bu cümleleri kurduğu gün, İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi şunları söylüyor; “Hidrokarbon kaynakları, adadaki iki toplumun da yararına kullanılmalı. Bu kaynakların gelirlerini bir toplumun tek başına alması doğru olmaz. Kaynakların çıkarılması ve adil olarak paylaşımı için mekanizma bulunmalı”... (10/02, Cumhuriyet.)
Dost kim düşman kim.. Akıncı’nın Rum yancılığına soyunduğu gün Kıbrıs garantörlerinden biri ve adada üs sahibi olan ülke söylüyor bunları.
İkincisi, Akıncı’nın bu sözleri ‘seçim malzemesi’ olarak dillendirdiği meselesi... Öyle olmaz! Neden Hatay’dan ısırdığını görmeden olabilir mi?Bölge ve Suriye, yani Akdeniz üzerinden geliyor adam. Sıradan bir gönderme veya metafor denilip geçilemez. Askerimiz İdlib’te siper kazarken tabii ki bunu mimleyeceğiz.
Üç, TC-KKTC ilişkileri sıradan ilişkiler değildir. İki devlet arasındaki tartışma falan yok burada. ‘Elçisini çağır, kulak çek’ gibi yöntemlerle olmaz. Kıbrıs ile sıra dışı ve özel ilişkimizi gömemeyiz. Bir daha tekrar etmeye kimsenin cesaret edemeyeceği ibrette cezalandırılmalıdır. On yıllardır Kıbrıs siyasetinin içinde ve Cumhurbaşkanı olmuş birisi, böyle bir söylemi seçim mühimmatı olarak kullanıyorsa, bunun oy verenlerde-az ya da marjinal fark etmez-bir karşılığı olduğunu düşünüyor demektir.
Bu yüzden, “işte seçimlerde hallederiz, Kıbrıs bize bağlıdır, dediğimiz olur” türünden, krizi zaman için yaşlanarak ölüme bırakmak her zaman işlevsel olmayabilir...