2020 yılında Alparslan Türkeş’i anmak
Sinan Baykent 01 Ocak 1970
Başbuğ Alparslan Türkeş’in vefatının üzerinden tamı tamına 23 yıl geçti.
Türkeş, sivil ve siyasal Türk milliyetçiliğinin kurucusu, vizyoner bir ideolog ve büyük bir pratisyendi.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyasî tarihinin son 50 yılına damgasını vuran Alparslan Türkeş’in vefatının ardından neredeyse bir çeyrek asır geçmesine karşın, geride bıraktığı düşünsel ve pratik miras bugün hâlâ ilk günkü kadar diri, canlı ve günceldir.
Milliyetçiliklerin dünyada yeniden yükselişe geçtiği ve hatta önümüzdeki yıllarda daha da ivme kazanacağı bir tarihsel süreçten geçiyoruz.
Bu bağlamda Türkiye’de de Türk milliyetçiliğinin yeni bir tazelenme evresine girdiği aşikârdır.
Türkeş, 20'nci yüzyılın genel arayışlarına, çelişkilerine ve umutlarına tanık olmuş ve bunlardan doğan diyalektiği gerek eserlerinde gerekse de eylemlerinde muazzam bir şekilde vücuda getirmişti.
Ne var ki bugün, 2020 yılında, Türkeş’in şahsından süzülen devasa birikimin yeni dönem Türk milliyetçiliğinin sıçrayışında kaldıraç işlevi görmeye devam ettiğini de çok yakıcı bir tarzda müşahede ediyoruz.
Bu anlamda Türk milliyetçiliğinin 21'nci yüzyıl sürümü şüphesiz ki Başbuğ’un fikir ve projelerinden ilham almak ve onun sonraki nesillere devrettiği “milliyetçi ruh kudreti” mayasını mütemadiyen yoğurmak vazifesiyle karşı karşıya olduğu sarsılmaz bir gerçektir.
Kendi payıma Kovid-19 salgınının dünyadaki milliyetçiliklerin yelkenlerini kuvvetli rüzgarlarla dolduracağını ve bu anlamda küresel çapta yeni bir “milliyetçi uyanış” dalgasını tecrübe edeceğimizi zannediyorum.
Elbette Türkiye’mizin de bu uyanış dinamiğine ayak uydurması muhtemeldir.
Peki, bu dönemde Türkeş’in külliyatının izdüşümleri neler olacaktır? Daha doğrusu, neler olmalıdır?
Kanaatim odur ki, bağrında bulunduğumuz bu radikal tarihî anda, Türk milliyetçileri Türkeş’i yalnızca hayırla yâd etmekle kalmamalı, O’nun fikrî müktesebatını da zamanın esprisiyle uyumlu olarak bir kez daha keşfe çıkmalı ve güncellemelidir.
Nasıl mı?
Kendimizi kandırmayalım. Kovid-19 sonrasında şekillenecek olan dünya, bugüne kadar alıştığımızın aksine bambaşka ufuklardan ve şablonlardan beslenecek, karşımıza tersyüz edilmiş sosyal, ekonomik ve belki de en önemlisi kültürel meydan okumalar çıkaracaktır.
Bunlar arasında doğal kaynakların muhafazası ve temini ve gıda, bilim ve teknoloji üretimi gibi başlıkların öncelik kazanması olasıdır.
Hâl böyle olunca, milliyetçiliklerin de çehre değiştirmesini bekleyebilir ve hatta umabiliriz.
Milliyetçiliklerin ihtiva ettiği değer ve ilkeler manzumesinde şüphesiz ki bir dönüşüm gerçekleşecektir.
Ben bir bütün olarak milliyetçiliğin evrensel düzlemde daha ekolojik ve daha sosyal bir içerik kuşanabileceğini heyecanla seziyorum.
Nitekim uzun zamandır değindiğim bu hususa ilişkin pek çok makale yazdım, demeç verdim.
Türk milliyetçiliğinin ekonomi-politiğini inşa etmek: Kapitalist krize karşı sosyal doktrin (1)
Türk milliyetçiliğinin ekonomi-politiğini inşa etmek: Emek, Devlet, İşletmeci Teşebbüsü (EDİT) (2)
Türk milliyetçiliğinin ekonomi-politiğini inşa etmek: Siyasî kültür ve iradede yenilenme (3)
Öyle ki, bir “eko-milliyetçiliğin” bile filizlenebileceğine inanıyorum. Tıpkı 19'uncu yüzyılın ortalarına isabet eden romantik dönemde olduğu gibi, milliyetçiliğin toprak-tabiat ikilisine dair katıksız bir ideolojik yapılandırmaya girmesi icap ettiği görüşündeyim ki, son birkaç ayda zuhur eden veriler toplamına baktığımızda da böylesi bir evirilişin ilk ipuçlarını tespit etmek mümkündür.
Türk milliyetçiliği zaviyesinden irdelendiğinde, Türkeş’in meşhur “Dokuz Işık” doktrini bünyesine mevzubahis bu çağdaş akışın fideliklerini yerleştirdiğini kolaylıkla saptayabiliriz.
“Millet Sektörü”, “Tarım-Kentler”, “Emek Seferberliği”, “Üretici Sanayi” ve “Tabiat kanunlarına uymak” vb. kavram ve projeler günümüzde ya bilmeyerek unutulmuştur ya da inkârcı bir tavırla hasıraltı edilmiştir.
Oysa bunlar, tam olarak bugünün ve yarının kavga eksenlerini ete kemiğe büründürmektedir.
Dünyanın bundan sonraki kavgaları su için, güvenli ve sağlıklı gıda için, ileri bilim ve teknoloji için cereyan edecektir.
Bu kavgalar vuku bulmaya başladığında (o da henüz başlamışsa – zira bugün bazı devletlerin başka devletlerin maskelerine nasıl arsızca el koyabildiğinin örneklerini görüyoruz) her koyun kendi bacağından asılacaktır.
Her devlet şu veya bu şekilde, gönüllü ya da gönülsüz olarak milliyetçiliğe teslim olmak zorunda kalacaktır.
Gıdayı daha çok, daha iyi ve daha doğru üretebilmek için toprağa yani öze dönüş projeksiyonu fevkalade realisttir.
Dolayısıyla Türkeş’in vaktiyle “köylüyü teşkilatlandırmak” çözümünü göz ardı etmek en hafif tabirle ahmaklık olacaktır mesela.
Muhtelif ekonomik buhranların peş peşe gelebileceği hususu dikkate alınmalıdır. Hâl böyle olunca Türkeş’in ortaya attığı “Millet Sektörü” bahsinin varoluşsal ehemmiyeti yabana atılmamalıdır.
Özellikle bilim ve teknoloji alanlarındaki yeni taleplere mukabil, buralardaki kalkınma hamlelerinin bilhassa tabiat kanunlarıyla ahenkli ve iç içe olacak şekilde yeni tasarımlara gebe bırakılması belirleyici olacaktır.
Tüm bunlar olurken, ülkede iç barışın inşası ve tesisi için girişilecek bir emek seferberliğinin ve dahi onun biricik meyvesi statüsündeki sosyal devletin bina edilmesinin böylesi kaotik karakterdeki çok-boyutlu krizlere göğüs germek adına oldukça faydalı olacağına kâniyim.
Şahsen Türkeş’in yukarıda serdettiğim tekliflerini bugün ve yarın odaklı bir kavrayışla bundan yaklaşık 3 ay önce naçizâne işlediğim EDİT (“Emek, Devlet, İşletmeci Teşebbüsü”) modeli kanalıyla güncellemeye gayret etmiştim.
Bugün bu tartışmayı (destekleyici ve karşıt tezleriyle birlikte) siyasî kültür planında sahiplenmenin ve tabana yaymanın ortak gelecek için müspet neticelere vesile olacaktır.
2020 yılında Türkeş’i layıkıyla anmanın, her şeyden önce onun fikirlerini tartışma içinde büyütmekten ve ilerletmekten geçtiğine ikna olmuş vaziyetteyim.
Diler ve umarım ki Türk milliyetçileri, bütün mevcut zorluklara karşın, 2020 yılını Türkeş’in hareket noktalarından devşirilecek esini 21'nci yüzyıldaki Türk milliyetçiliğinin çiçek açabilmesi için yeni bir entelektüel seferberlik anlayışıyla ihya etmeye çabalamakla geçirirler.
Bu, boşa harcanmış bir zaman olmayacaktır. Bilâkis, yarının zorlu sorumluluklarına bir girizgâh mahiyetinde olacaktır.
© The Independentturkish