Bugün Türk ülküsünün hedefi ne olmalıdır...
Prof. Dr. Kemal Üçüncü 01 Ocak 1970
3 Mayıs Türkçüler Gününüz kutlu olsun...
Bu kutlu yürüyüşün yol başçılarının ruhları şad olsun, hatıraları önünde tazimle eğiliyoruz.
Bugün dünya üzerinde 12 milyon kilometrekarelik alanda 300 milyon nüfusuyla, 1 trilyon doları aşmış GSMH’sıyla, Tundra kuşağından, Sibirya’dan, Akdeniz’e 7 bağımsız devletten oluşan bir Türk dünyası gerçeği vardır. Bu dünya Avrasya’nın kalbidir. Türk milli mücadelesinin, Türk milliyetçiliğinin yüz yılın başındaki kazanımları bütün mazlum Asya halklarının ileri yürüyüşlerinin ve yükselişlerinin, bağımsızlık mücadelelerinin örneği olmuştur.
Mao’ya, "Çin’in Kemal’i nerede?" diye soru sorduran büyük iradeye selam olsun.
Gandhi’ye "Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar Tanrı'yı da İngiliz'in yanında zannediyordum" dedirten ve sesleri bugün de yankılanan önderlere selam olsun.
Sesleri yarında yankılanacak olan milli mefkûremizin bugünkü kuşakları selam sizlere.
131. YILI...
Atatürk’ün de içinde yer aldığı halkçı, kamucu, Fransız ihtilalinin hürriyet, kardeşlik, eşitlik, adalet gibi aydınlanma ilkelerini özümsemiş Türk milliyetçileri XX. yüzyılın başında Avrasya çağını tayin ettiler. Türk milliyetçiliğinin partili tarihi 131. yılına ulaşmıştır. (Kurluş ITC=İttihat ve Terakki Cemiyeti1889’dur.) Bu cümleden olmak üzere, Müsavat Partisi öncülüğünde Kafkasya’da Mehmet Emin Resulzade önderliğinde örgütlenen Türk milliyetçileri 28 Mayıs 1918’da laik, demokratik esaslara bağlı olarak Doğu İslam ve Türk dünyasında ilk bağımsız Cumhuriyetini kurmuş oldular. 1912 Batı Trakya Türk Cumhuriyeti (kısa süreli bir diğer deneyimdir), 1923 Türkiye Cumhuriyeti keza aynı fikri entelektüel siyasi geleneğin, bu büyük tecrübe silsilesinin bir birikimidir. Bu fikri ve siyasi gelenek, 1905 yılında Türkistan’da başlayan Alaş Orda hareketi ve 1917-1920 yılları arasında eski Kazak cüzleri bir araya gelerek bağımsız “Alaş Orda Devleti”ni kurdular.
Bu muazzam teorik ve pratik birikimin arkasında büyük bir entelektüel birikim vardır. Türk tarihinde büyük Türk devletlerinin kuruluşuna baktığımız zaman hepsinin temelinde bilgi ve hikmeti, akademiyi, hüner ve erdemi, liyakati görürüz. Osmanlı İznik’siz, Selçuklu Konya, Merv, Erdebil, Çağatay, Semerkant, Altın Orda Kazan, Harezm olmadan Türk Rönesansı düşünülemez. Aforavrasya’da 55 milyon kilometrekarelik alanı Türkler bu sayede siyasal olarak denetim altına alabilmişlerdir. 1040 yılında Dandanakan’da, İran yaylasında olan Türkler 41 yıl sonra Çakabey’le Akdeniz’e İzmir’e iner. Bilimsel ve stratejik perspektifin hikmeti buradadır.
Tarihsel olarak bakıldığında bilgi ve düşünce üretiminin liderliğine sahip olan ülke ve milletlerin ekonomik ve siyasal liderliği de ellerinde tuttukları görülür.
Thomas Huffy bunu çok açık bir biçimde ortaya koyar: “14. yüzyılda Sorbonne’de 2000 elyazması 15. yüzyılda Vatikan kütüphanesinde 2 bin 257 eser vardı. Aynı tarihlerde Türk dünyasının kültür şehirlerinde 80 bin ve 100 bin ciltlik kütüphaneler vardır." Bu yapı Rönesans’tan sonra aleyhimize olmak üzere değişti. Bugün dünyada ilk 50 büyük kütüphane içerisinde bir Türk kütüphanesi yoktur.
Bugün kaybettiğimiz şey bilgi ve hikmettir, eleştirel düşüncedir.
Onu bulmak ve geliştirmek, bu çağrıyı yapanları desteklemek, karınca kararınca sivil alanda bu inisiyatifleri geliştirmek yerine kasaba delegeleri ve çiçekli kravatlı politikacıların, marulcu belediyecilerin manzumeleriyle güvece ekmek banmak gayretkeşliğindeyiz. Toplamı sıfır olan bir garip oyun.
TÜRK ÜLKÜSÜNÜN HEDEFİ NE OLMALIDIR
Bugünde Türk milli mefkûresinin hedefi 5 yılda bilimsel yayın üretiminde ilk 10 ülke arasında girmek olmalıdır. Yılda 50 milyon dolarlık kaynakla Türk akademiyası bunun üstesinden gelir. Dünyanın ilk 10 kütüphanesinden birinin Türkiye’de kurulması Cumhuriyetimizin 100. yılı hedefi olarak konulmalıdır. Uluslararası nitelikli sivil bir Türkoloji kütüphanesi ve enstitüsünün teşkil edilmesi milli mefkürenin XXI. yüzyıla yeniden öncülük etmesini, bin yıl önceki Harezm/Türkistan aydınlanmasıyla el sıkışmasını sağlayacaktır.
Milli olmak yerelleşmek, kaba bir folklorizme, varoş hezeyanlarına, döveriz sizi kuru sloganlarına, esnaf lokantası perspektifine ve alt kültüre teslim olmak değildir. Büyük taşlı yüzük, imamesi uzun ahşap tespih, fasulye ağacı ve elektrik direğine varıncaya kadar selfi, parlak elbiseyle öznesi yüklemi olmayan, muhtevasız cümleler kurmak hiç değildir.
Emeği, üretimi ve paylaşımı, doğayı, cemiyeti konuşabilmektir. Bu anlamda milli perspektif tarihsel müktesebat ve bugün idrakiyle eleştirel bir tarzda geleceği kurma adına muazzam bir yol göstericidir.
Milli perspektif olmadan milli irade, hukuk devleti kurulamaz.
Son zamanlara arkasında 500 yıllık bir düşünce geleneği olan laik ve seküler, pozitivizm gibi kavramlar “tu kaka” edilmiş vaziyette. Aspirin, tansiyon ilaçları, elden düşürülmeyen büyük telefon hep bu pozitivizt gavurlukların! ürünü oysa. Tam üstünde saksağan misali.
Mitolojik düşünce evresinden sıçrayamamış bir toplumsal sınıfın Heiddigger’den alıntılarla Modernizm eleştirisi tüy dikmek gibi bir şey. Önce modern olun, yıkması bana ait söz! Daryush Shayagan’ın kulakları çınlasın, bu da bizim şizofrenimiz.
Türk milliyetçileri bu anlamda, “millî irade düşüncesinin sonucu olarak, laik toplum /hukuk/devlet düzenine geçişte, bir yandan teokratik toplum /hukuk/devlet düzenlerine ait ümmet fikri, yerini millet fikrine bırakırken öte yandan, kul/tebaa fikri, yerini insan/vatandaş fikrine dönüştüğünü, temel insan haklarının bu çerçevesiz mümkün olmayacağını” bilirler.
Bugün “milli irade” lafını ağzında düşürmeyenler bunun özlem duydukları teokratik merkezli bir devlette gavurluk(!) sayılabileceğini keşke bilebilseler. Milli irade, genel irade kavramlarının referansı din dışıdır, egemenliğin kaynağı olarak bireye ve onların toplamı millete dayanır sizin için üzgünüm. Seküler, laik, aydınlanma derken bunları biraz idrak din, karşısında neyiniz olduğunu azcık düşünün.
BİR TECRÜBE REPERTUVARI
Tanrı’nın tam olarak neyi kastettiği ve istediğini bilebilmek mümin için nakısadır, en iyi tabirle bir yorumdur. Tanrı adına bir yoruma teslim olmanın reelpolitiğini tarihi tecrübe göstermektedir.
Milli mefkûre, tarihsel birikimi kaba bir böbürlenme aracı veya nedenselliği kavranılamamış enformasyon seti olarak değil bugünü anlama, geleceği inşa etme bakımından bir tecrübe repertuvarı olarak görürler.
Türk milliyetçiliği bu anlamda Türk kültür havzasının Müslüm gayrı Müslüm gayrı Türk bütün bilşenlerinin toplamıdır. Tarihi boyunca hedefi “kozmopolisi” (=barış ve hoşgörü iklimini) kurmak olmuştur. Birleştirici ve kapsayıcıdır. İskit çağından beri bu tecrübeye sahiptir. Bir medeniyet iradesi ve iddiasıdır. Bu açıdan güncel politik kapılanmaların ve beklentilerin “lavaşa dürüm, bol yeşillik, leğende limonlu bol salata, adamınım ağbi!, çiğliklerine prim vermez”. Milli mefkûrenin taşıyıcısı ve yükselticisi her zaman milli aydınlar ve orta sınıflardır.
Bu anlamda Türk milliyetçiliği sadece Türkiye’ye özgü bir perspektif değildir. Bugün Türk dünyasının farklı merkezlerinde yeni mefkûre ocakları yükselmektedir.
Milliyetçilik bir partinin, kişi veya kurumun tekelinde değildir, milletin ortak duyuş ve düşüncesidir. Bu anlamda Türk seçmen sosyolojisinin sağından soluna %65’lik kısmı milli perspektife sahiptir. (Bunu Kemal Bey ve Meral Hanım’a anlatmak atomu parçalamaktan daha zordur). Politik olarak milliyetçiliği temsil ettiğini iddia eden partilerin 12 Eylül sonrası serüvenine baktığımızda Neoliberalizme savrulduklarını görürüz. Bugün MHP ve İYİP ekonomi politikaları itibarıyla Neoliberal düzenden yanadırlar. Sermaye birikimi ve üretimi yetersiz bir Türkiye’nin Neoliberalizmle varabileceği herhangi bir yer yoktur oysa. Gel de anlat!
Öyleyse bu anlamsız ısrar nedendir.?
Türkçüler gününde Türk milliyetçileri bunları sorgulamalıdır.
Dünyanın ve Türkiye’nin yeni bir üretim ve paylaşım kültürüne olan ihtiyacı her zamankinden daha önceliklidir. Türk milli mefkûresinin bu konudaki önerileri nelerdir?
Emek/Sermaye ilişkilerinde nerede dururlar?
Misal Meral Akşener önderliğinde İYİ Parti tenteneli milli mesajlar yayınlarken milli bir kitle partisi olmak yerine neden Neoliberal safta beklerler.?
Bu anlamda Türkiye milli mefkûrenin yol göstericiliğinde bir milli kalkınma programına ihtiyaç duymaktadır. Esnaf sohbetiyle bunu yapamazsınız.
İnsan ve cemiyet odaklı, ekolojik hassasiyetli, yeni bir üretim ve paylaşım kültürü için 150 yıllık milli birikimi yeni baştan bugünün idrakinden söyletmeye ihtiyaç vardır. Bunu için İzmir İktisat Kongresi perspektifi vazgeçilmezdir. Kapitalizm yokken Doğu’da üretim ve ticaret vardı. Bütün Asya’nın kalkınma tarihi bize kamu ve özel işbirliğini devlet planlamasının vazgeçilmezliğini anlatır. Bizim kültürel, tarihsel ve düşünsel geleneğimizden liberal tacir tipi ve ticaret kültürü çıkmaz. Ardahan’da limon yetiştirmeye çalışmanın anlamı yok Meral Hanım, Devlet Bey, Kemal Bey.
Türkiye’nin önünde milli demokratik devrim birikimini yükseltmek ve yüceltmekten başka yol yoktur.