Yunus’u Anlamak ya da Kendi Dilinden Yunus
Gıyasettin Aydaş 01 Ocak 1970
Hayatı ve şahsiyeti hakkında pek az şey bilinmekle birlikte, Yunus Emre, Türk dünyasında en çok bilinen gönül dostlarından biridir. Yaşadığı dönemde (13. yüzyıl) Anadolu’da Moğol istilası yüzünden yağmalamalar, kıyımların, iç kargaşalar ve çekişmelerin yanında kıtlık ve kuraklık insanları perişan ediyordu. Bu dönem, sadece siyasî çekişmelerin değil, aynı zamanda değişik inanç ve anlayışların da yayılmaya başlandığı bir yüzyıldır. Böyle bir ortamda Yunus Emre, Allah sevgisini sarsılmaz bir iman ve aşkla dile getirerek güzel ahlakı ve ona ait değerleri Türk İslam tasavvufunun temel prensipleri haline getirir. Her türlü batıl inanca karşı çıkan Yunus, İslam’ın özüne yönelir.
Yunus Emre, Türk tasavvuf edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Hoca Ahmet Yesevî ile birlikte başlayan bu anlayış, Yunus’la birlikte gerçek kimliğini ve kişiliğini bulur. Kaynağını İslam dininden alan bu anlayış, Türk kültürü ile harmanlanarak özel bir yapıya kavuşur. Bütün Türk dünyasında yayılan bu anlayış, Yunus'un dizelerinde abideleşerek asırlar boyunca etkili olur. Yunus, yaradılışın sırrını, varlığı gayesini, yokluğun anlamını ve aşkın önemini getirir.
Bütün yaratılmışları yaratandan ötürü seven, onlar arasında bir ayrıma gitmeyen Yunus, insanlar arasında fakir, zengin, Hristiyan ve Müslüman ayrımına da karşıdır. Ondaki bu sevgi, yaratılmışların her birinin Allah’tan bir parça olduğuna inanmasıdır. İşte Yunus, bu parçanın bütününe yani Allah'a âşıktır. Bu aşk, Musa Peygamber'in konuştuğu çoban kadar saf bir gönülle duyulan bir aşktır.
Yunus’un engin bir sevgi ile dolu gönlünde kimi zaman fırtınalar kopar, kimi zaman dalgalanır coşar. Bazen rind bir derviş edasıyla diyar diyar gezer, kimi zaman da hakimane söyleyişlerle değme felsefecilere taş çıkarır. En önemli özelliği ise kullandığı dil ve anlatımı ile Türk halkının gönlüne girmiş, şiirleri dilden dile söylenerek günümüze kadar canlılığını devam ettirmiştir. Duyan, düşünen, inanan ve bu duyuş, düşünüş ve inanışlarını büyük bir sadelik ve kolaylıkla şiirleştiren Yunus, birçok kimsenin üzerinde durmaktan çekindiği birçok iman meselelerini; cennet, cehennem, sırat ve benzeri konuları cesur bir söyleyişle dile getirir, Eskilerin, sehl-i mümteni dedikleri bir söyleyişe sahip olması da onun ayrı bir özelliğidir. Yunus’un düşünce sistemini anlamak, onun bize bıraktığı mirası yaşatmak, Türk dili ve kültürü açısından son derece önemli ve gereklidir. Onun dünyasını, dilini ve sanatını tanımak da yeni nesiller için bir borçtur.
Yunus Emre, şiirlerinde birçok kavramı ele alır ve bunların insan hayatındaki önemine dikkat çeker. Üzerinde durduğu kavramların ne anlama geldiğini kendince ifade ederken, didaktik olmamaya özen gösterir. Onun üzerinde durduğu en önemli kavramlardan biri ahlaktır. Yunus, teorik bir ahlak anlayışı yerine, ameli ahlaka önem verir. Bu yüzden, şiirlerinde teklif ettiği ahlak anlayışı, pasif ve körü körüne bağlılıktan çok, aktif ve dinamik bir ahlak anlayışıdır. (DEMİRCİ: 1991) O, ahlakı bir yaşama biçimi olarak ele alırken, ahlakın kaynağını İslamiyet’in özüne ve Türk töresine dayandırır. Ayırmaktan ve ötekileştirmekten yana olmamış, özellikle insanlar arasındaki dil, mezhep, renk, yoksulluk veya zenginlik özelliklerine bakılmaması gereğine işaret eder.
“Sen sana ne sanırsan ayruğa da anı san
Dört Kitabın manası budur eğer var ise” derken, hangi dinden ve inançtan olursa olsun, insanların kendi aralarındaki ilişkilerinde ve işbirliklerinde birbirlerinin haklarına saygı göstermeleri gereğine işaret eder. Evrensel bir değer olan bu anlayışın asırlar öncesinden dile getirilmesi, onun ahlak anlayışının önemli bir göstergesidir.
Yunus için gönül Allah’ın evidir. Bu yüzden gönül kırmamak konusunda çok dikkatli olmak gerekir. “Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” derken, gönül yıkan birinin yaptığı ibadetlerin kendisini kurtaramayacağını, ne kadar ibadet ederse etsin kırdığı gönlü yerine getiremeyeceği, bu ibadetlerin de kendisini kurtaramayacağını ifade eder. Diğer yandan “Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil” derken, kimsenin yanında bir değerinin olmayacağı, yetmiş iki millet bir araya gelse bile bu kusuru talafi etmesinin mümkün olmayacağı dile getirilir. Böylece, insanlar arasında uzlaşma ve barışını olması için yapılması gereken açık bir biçimde somutlaştırılmış olmaktadır.
Yunus Emre, sevgi deryasına dalmış bir gönül dostudur. İnsanda değer verdiği en önemli şey gönüldür. Onun içindir ki gönül yıkmayı büyük günah sayar. Bu da Yunus Emre’nin hoşgörü ve insan sevgisine verdiği önemdir. “Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalamaz” derken de insanın dünyada var olma amacının ne olması gerektiğini açıklar.
Yunus, bütün şiirlerinde insanları dostluğa, kardeşliğe, birbirlerini anlamaya, birbirlerine zulmetmemeye, hoşgörüye, barışa çağırır. Samuel Huntington’un (Huntington: 2006) medeniyetler çatışması tezinin ağırlık kazandığı günümüzde, Yunus’un uzlaşmacı ve birleştirici yönü daha büyük bir önem kazanır. Düşmanını bile dost gözüyle görmeyi, düşmanlığı içindeki düşmanlık duygusuna karşı kullanmayı öğütleyen Yunus ne güzel demiştir;
“Yetmişiki millete bir göz ile bakmayan
Şer’in evliyası ise hakikatte asidir.”
“Gelin tanışık edelim
İşin kolayın tutalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz.”
Yunus Emre’nin yaşadığı dönem dikkate alınacak olursa, Türk İslam tarihinin fikri ve sosyal gelişmeler bakımından en hareketli devri olduğu görülür. Bu devirde Türk toplumu sosyal, siyasi ve ekonomik buhranlar yaşar. Böyle bir buhranlı dönemde Yunus Emre’nin yaymaya çalıştığı tasavvuf anlayışı, kuvvetli bir milli şuur uyandırır. Bu anlayış, XIII. Yüzyıl Anadolu tasavvufunda bir dönüm noktası olmuştur. (TÜRKER: 1991)
Yunus'un tasavvuf anlayışını “dervişlik” kavramı ile özdeşleştirmek mümkündür. Onun dervişlikten anladığı, sağlam bir iman, sarsılmaz teslimiyet ve zorluklar karşısında dayanma gücüdür. Divanında yer alan şiirlerinden özellikle bazılarında dervişliği ele almış ve bir dervişin sahip olması gereken özellikleri üzerinde durmuştur. Yunus, dervişliği tanımlarken, aynı zamanda insanın sahip olması gereken hasletlerine de dikkat çeker. Dervişin asıl maksadı Hakk'a ulaşmaktır. Bunun için de bir mürşide, diğer tabirle yol göstericiye ihtiyaç duyar. İyi ve güzel bir ahlaka sahip olabilmenin tek yolu, bu hasletlere sahip kimselerle birlikte olmak, onların izinden gitmek gerektiğine dikkat çeken Yunus, bunun için hem zahir hem de batın ilimlerini almanın gerektiğine işaret eder. (MERMER: 1991)
“Dervişlik dedikleri hırka ile tac degil
Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil
Durmuş marifet söyler, erene Yunus Emrem
Yol eriyle yoldadır, yolsuza yoldaş değil”
“Dervişlik der ki bana sen derviş olamazsın
Gel ne diyeyim sana sen derviş olamazsın
Derviş bağrı taş gerek gözü dolu yaş gerek
Koyundan yavaş gerek sen derviş olamazsın”
Yunus, evrensel anlamda, klasik hümanizmin en büyük düşünür ve şairlerinden biridir. Orta çağ skolâstiğinden Rönesas'a geçişteki aydınlığı yaratan Avrupa hümanizmi ne kadar önemli ise, Türk İslam dünyası için de Yunus’un tasavvufi düşünce sistemi aynı derecede önemlidir. Yunus, ilk zamanlar geleneksel İslami inanç ve anlayışı çerçevesinde şiirler yazar. Daha sonra, manevi âleminde bir devrim geçirerek tasavvufa yönelir. Bu yönelim onun gerçek kimliğini oluşturur. Divanını gözden geçirdiğimizde, iki Yunus’u görürüz. Biri, gelenekçi; öteki de yenilikçi. Biri doktriner; öteki dinin temel kuralları dışına yönelen bir mutasavvıf. Özetle Yunus tutarlı, metodik, dengeli bir hümanist feylesof-şairdir.
İlimi, kişinin kendini bilmesi olarak tanımlayan Yunus Emre, yaşadığı çağda kalmayan, çağlar ötesine taşan biridir. İnsanı anlamak, onu keşfetmek için bütün asırlar boyunca çalışılmış, ancak çok az insan bunu başarmıştır. Yunus Emre, bütün insanlığı barışa ve kardeşliğe çağıran, onları sevgiye çağıran, en küçüğünden en büyüğüne bütün insanları doğruya, iyiye ve güzele yönlendiren büyük şairimizdir. Bu yönü ile insan sevgisi ve hoşgörünün en önde gelen temsilcileri arasında sayılır.
Ütopya adlı eserinde, insanlara hayali bir dünyanın fantezilerini kuran; din, dil, ırk farkı gözetmeyen Thomas More, kendi inancına tanıdığı vicdan özgürlüğünü, kendi inancı dışındakilere tanımaya hiçbir zaman yanaşmaz. Buna mukabil Yunus Emre insanı, Kuran’ın “Yaratılmışların en şereflisi” diye vasıflandırdığı bir tarzda görür ve öylece sever ve asla din, dil, ırk ayırımı yapmaz. Hiç bir sosyal sınıf, zümre ve statü farkı gözetmez. Buna mukabil Ütopya'da Thomas More, farklı ve ayrıcalıklı bir toplum oluşturur; savaşçıları, kasapları ve diğer basit işleri başka toplumlardan getirilen köle-insanlara yaptırır. Yunus Emre böyle bir ayırıma asla gitmez. Çünkü insan, ilahi sırrın taşıyıcısı, Çalab'ın aynasıdır; ona kin tutmak günahtır:
“Adımız miskindir bizüm düşmanımız kindür bizüm
Biz kimseye kin tutmayız kamu âlem birdür bize”
Yunus’a göre kötülüğün bizzat kendisi düşman sayılır. Bu kötülüğün başı da "kin"dir. Kin, insanoğlunu ikiyüzlü, içten pazarlıklı ve hasetçi yapan, onun insan yönünü törpüleyen, körelten bir duygudur. Dolayısıyla kin, insan doğasındaki iyilik, doğruluk, samimiyet, hoşgörü gibi yüksek değerler manzumesini hedefleyen karşı güç olarak görülür. Yunus Emre, insanı bu karşı güç etkisinden kurtarmak için birlik felsefesinden hareket eder. Bütün insanlığı "Yetmişiki millet", "kamu âlem" ibarelerinde toplar. Onlar arasında din, dil, ırk ayırımı yapmaz;
“Sen sana ne sanursan ayruğa da anı san
Dört Kitab'ın ma'nisi budur eğer var ise”
“Bir kez gönül yıkdunısa bu kıldığun namaz değül
Yetmişiki millet dahi elin yüzin yumaz degül”
Yunus Emre'nin şiirlerinde görülen; "yetmişiki millet", "kamu âlem", cümle yaratılmış", “Dört Kitab", "Yetmişiki dil" gibi ibareler, birlik felsefesinin, dünya görüşü seviyesine ulaşmış yönüdür. Burada skolastik fanatizm ya da dini bir taassup asla yoktur. Aksine hiç bir ayırım gözetmeyen kapsayıcı, kuşatıcı bir sevgi ve hoşgörü vardır. Oysa Dante ve Thomas More'da bu değerler çok daha subjektif ve gerçeği yansıtmaktan tamamen uzaktır:
Yunus Emre, Dante ve Thomas More gibi mensup olduğu din veya mezhebi öne çıkarıp bu değerleri benimsetmeye çalışmaz. Tek obje olarak göstermez. Yunus Emre'de kılavuz; yalın ve saf bir insan sevgisidir. Bu yüzden onda çatışma ve çekişme yoktur. Zaten O, kendisinin "da'vi" için değil "sevi" için geldiğini söyler.
Oysa Dante ve Thomas More'da kişiler seviyesinde Hz. İsa ile Hz. Muhammed, kavramlar seviyesinde ise Hristiyanlık ile Müslümanlık veya Katolik mezhebi ile Protestanlık mezhebi devamlı çekişme ve çatışma içinde gösterilirler.
Aslında özde böyle bir çatışma yoktur. Bütün mesele insana ve hayata bakışta tek yanlı ve skolastik bir fanatizme kaçılmış olmasından kaynaklanır. Çatışmanın sebebi; hoşgörü unsurunun olmayışı ve bu iki Hıristiyan yazarın herkesi sevmeye yetecek güçlerinin yokluğudur.
Yunus Emre'deki hoşgörü, İslam tasavvufunun mistik kavrayışından kaynaklanır. İslam tasavvufunda insanın yüceltilmesinde sebebi; onun özel yaratılmış biri olarak yaratılmasından ve ilahi özelliklerin birçoğunun onda ortaya çıkmasından dolayıdır. Yunus Emre, insandaki bu ilahi sıfatlar yüzünden, hiç bir ayırım yapmadan bütün insanları kucaklar;
“Ak sakallı bir koca hiç bilmez kim hal nice
Emek vermesin Hacc'a bir gönül yıkar ise”
Yunus Emre, belli bir toplum içinde yaşayan, o toplumun -kendi düşünceleri açısından- aksayan yönlerini tenkit eden, bu çerçevede çevresine nizam vermek isteyen ve şiirlerinde bunu dile getiren güçlü bir şairdir. Yunus dünyadan elini eteğini çekmiş, münzevi bir derviş değildir.
Yunus Emre'nin yaşadığı ortamı, devrinin dini ve tasavvufi düşüncelerini anlatarak şeyhi Tapduk Emre'nin tekkesinde manevi terbiye görerek sülük merhalelerini geçtiğini belirten Prof. Dr. Hasibe Mazıoğlu, tasavvufun esası olan "Vahdet-i vücud" düşüncesine de temas eder. Yunus'un, şiirlerinden hareketle devrindeki dini ilimleri okuduğunu söyleyen Mazıoğlu, "Yunus Emre'deki derin Tanrı aşkı ona insanı sevmeyi öğretmiştir." (MAZIOĞLU:1991) diyerek Yunus'u yanlış yerlere çekmeye çalışanlara Yunus'taki insan sevgisini başka yerlerde arayanlara cevap verir.
Söz buraya gelmişken, aradan yüzlerce yıl geçmesine ve Türk insanının ruhunun derinliklerinde yer etmesine rağmen, Yunus’u yeterince anladığımızı söyleyemeyiz. Onu anlayabilmek için de Yunus'un yetiştiği ortamı ve beslendiği kaynağı çok iyi bilmek gerekir. Genel bir değerlendirme yapacak olursak Yunus'u sevmek çok kolay, anlamak çok zor; okumak çok zevkli, yorumlamak çok yorucudur.
Yunus’un kavramlar dünyasını izah etmek için yüzlerce sayfalık bir metne ihtiyaç vardır. Birkaç sahife ile bu meselenin hallolması mümkün görülmemektedir. Çünkü bu konuda yüzlerce cilt eser yazılmasına ve çeşitli incelemeler ve tahliller yapılmasına rağmen halledilmiş değildir.
Yunus Emre öyle bir sanat sevgisine ulaşmıştır ki, o bütün Türk milletinin öz malı sayılan eserleri yazmıştır. Fuat Köprülüye göre onun sanatını yapan iki unsur vardır;
Ahlaki sofiyane esaslarını veren Nev Eflatunî unsur
Lisanını, edasını, şeklini ve veznini veren milli unsurdur.
Birçok bilim adamının adı ve ünü her yerde bilinmekle beraber, Yunus’un nefesleri tekkelerde, âşıkların ağzında, her köşede asırlardan beri tekrar tekrar okunmaktadır. Dillerde destan olmuştur. Bu etki, çok az sanatçıya nasip olmuştur. Milyonlarca insan Yunus’un şiirlerinden ilhamını alarak duygularını dile getirmiş ve getirmeye devam etmektedirler.
Yunus kendi eğitimini ifade ederken şunları söyler:
“Taptuğun tapusunda kul olduk kapusunda
Yunus miskin çiğ idik piştik Elhamdülillah ”
Sözün gereğince kullanılmasını, yalan yanlış söylenecek sözlerin kimseye bir faydası olmadığı gibi, yanlış yönlendirme ve anlaşılmalara da sebep olacağını ifade eden Yunus, kendi öz eleştirisini şöyle yapar:
“Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeker bir Molla Kasım gelir.”
Devrinin önemli eserlerinden olan Risadet-ün–Nushiyye Yunus’un ümmi biri olmadığı, iyi bir eğitim aldığını gösterir.
Yunus Emre, şiirlerinin önemli bir kısmında vahdet-i vücut felsefesine temas etmeksizin İslami duyguları ve ilahi aşkı saf ve samimi bir şekilde dile getirir. Türk insanının dini duygularına tercüman olan bu şiirler, zengin bir ruh dünyasının parıltılarıdır. “Her şey Allah’ı tespih eder” sözü şu dizelerle dile gelir:
“Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyu deyu;
Çıkmış İslam bülbülleri
Öter Allah deyu deyu
.......................
Açıldı gökler kapısu
Rahmetle doldu hepsi
Sekiz cennet kapusu
Açılır Allah deyu deyu
......................
Yunus Emre var yârına
Koma bugünü yarına
Yarın Allah didarına
Varam Allah deyu deyu”
Aşk Yunus için özel bir anlam ifade eder. Onun için aşk Allah içindir. Allah aşkına tutulan Yunus, Allah’a kavuşmak için garip ve perişan bir hale gelmiştir. Bu yoldaki ıstıraplarını;
“Söyler dilim, ağlar gözüm
Gariplere göynür gözüm
Meğerki gökte yıldızım
Şöyle garip bencileyin” gibi dörtlüklerde dile getirir.
Sofiler Allah’a kavuşma inanışının verdiği ferahlıkla (fena) yok olma ıstırabını ve ölüm düşüncesinin açlığını yenmiş görünmektedir. Bu itibarda, insanı tasavvuf duygularına sevk etmek için ölüm ve mezar âleminin acı sefalet manzarasını zaman zaman tasvir etmektedirler. Yunus da bu konuya sık sık dokunmakta ve:
“Ne kapı vardır giresi
Ne nimet vardır yiyesi
Ne ışık vardır göresi
Dün olmuştur günleri” gibi dörtlüklerle duygularını ve görüşlerini açıklamaktadır.
Yunus’un bütün şiirleri ruhça ve dilce yüzde yüz birbirinin aynı değildir. Ruh bakımından içlerinde insani, felsefi dini, destanî, tasavvufi, zûhdî, ahlakî ve didaktik parçalar bulunduğu gibi lirik olanlar da vardır.
Hece şiirleri ekseriyetle didaktik, nadiren liriktir. Fakat didaktik olanlarda saf ve samimi duygu vardır. Bu duygular asalet ve ehliyet sahibidir. Basitlik içinde derin, tabilik içinde güzel, ifadede sanat yok, hayat var üslup yok insan var. Yani özentisiz, fakat ölümsüz, hakiki üslup vardır. Şair hiçbir sanat endişesi duymadan nazımı işlemiştir. Samimi duygu ve düşüncenin hızıyla, bol kelimeli, çeşitli kafiyeli, zengin bir şiir dili meydana getirmiştir.
Yunus, Türk tasavvuf şiirinin kurucusu ve zirvesidir. Ondan sonra gelen bütün tekke şairleri onun çıraklarıdır. Ruhta da, şekilde de, duyguda da, eda da hiç biri ona yetişememiş, hepsi sadece onu tekrarlamış ve devam ettirmiştir. Şiirlerinde samimi ve öğretici kalmayı tercih etmiştir.
Yunus Emre tarikatın dar sınırları içine takılmaz ve
“Şeriat, tarikat yoldur varana
Hakikat marifet andan içeru”
Diyerek, yükseliş derecesine göre dört bilgi basamağından söz eder.
Şeriat,
Tarikat,
Marifet,
Hakikat. Bütün bu mertebeleri geçerek Hakikat’a yani Allah ilmine istekli ve onun içinde haşir neşir olunur der.
Şiirlerinde insanlık zaafları pek büyük ustalıkla anlatılır. Canlı tablolar çizilir.
Yunus Emre derin, coşkun ve amaca ulaşılmış bir mutasavvıf olduğu kadar da iyi ve büyük bir Müslüman’dır. Bazı mezhep ve tarikatlar onu kendilerine mal etmek istemektedirler. O ise Kur’an’ın has bendesi ve peygamber ile bütün yakınlarının, dört halifenin ve peygamber soyundan gelenlerin ezelî âşıkıdır. Öteki dinlere ve mezheplere saygılıdır. Allah, insan ve insanlık sevgisini her şeyin üstünde tutar.
“Kimse dinine biz hilâf demeziz
Din tamam olunca doğar muhabbet.”
Ayrıca “Yaratılmışları yaratandan ötürü seven” Yunus, bütün yaratılmışları yaratanı için, içten sever.
Hakka karşı feryatlarında, hitaplarında da daima en tabiî bir sadelik ve temizlikle bağırır, ağlar. Engin ruhunun basit ve rahat söyleyişleri, ilahilerinde berrak bir suretle akseder. En derin ve müşkül tabiat ötesi meselelerin, onun elinde hayat verici bir açıklık ve basitlik kazandığı görülür ki hatta İran’ın en büyük safi şairlerinden bile bunun emsali azdır.
Sonuç ve Değerlendirme
Yunus Emre, Türk kültür ve inanç sistemi içinde önemli bir yere sahip olmanın yanında, Anadolu’nun Türkleşmesinde ve Müslümanlaşmasında büyük bir etkiye sahip olmuş alperenlerin başında gelmektedir. Yaşadığı dönem, büyük kargaşa ve kavgaların yaşandığı bir dönem olmakla birlikte, o, kavgayı değil barışı, dâvi’yi değil sevgiyi telkin etmiştir. Yunus Emre, hayatta eksik ve yanlış bulduğu şeyleri eleştirmekle kalmaz, alternatif önerilerde de bulunur. Allah, korkutan değil, dost olunabilecek, âşık olunabilecek biridir.
Yunus Emre, Allah’a tam anlamıyla teslim olan samimi bir Müslüman, sarsılmaz bir imana sahip mümindir. Allah’a öyle sıkı, öyle samimi bir imanla bağlıdır ki, bu imanını her fırsatta dile getirmekten geri durmaz.
Söyledikleriyle değil, yaşantısıyla da örnek olan Yunus Emre, geniş bir coğrafyanın tek sözcüsü ve modeli olur. Yunus Emre’nin sözleri ile kendi dünyaları arasında paralellik kuran geniş halk kitleleri, onu kendi yakınında, köyünde, kasabasında hisseder. Bir makam mezarı yapar.