« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 May

2020

İstihbarat dünyasının COVID–19 savaşları

Merve Seren 01 Ocak 1970

Koronavirüs salgını, Soğuk Savaş dönemindeki bir propaganda ve istihbarat yarışına nasıl dönüştü? İstihbarat topluluğu ve tıp dünyası arasındaki ilişki ne? İstihbaratın artık hangi yeni kabiliyetlere ihtiyacı var? Pandemiden istihbarat adına çıkarılacak dersler neler?

İstihbarat dünyasının COVID–19 savaşları
COVID–19 laboratuvarda özel olarak üretilmiş bir virüs mü? Arkasında ABD hegemonyasının çöküşünü hızlandırmak üzere iş birliği yapan devletler (aileler) mi var? Küresel ticaret savaşlarının bir aracı olarak mı kullanılıyor? COVID–19, küresel pazarı domine eden ve pazar payını arttırmaya çalışan belli başlı medikal şirketler arasındaki savaşın bir ürünü mü? Salgının arkasında sosyal medya platformlarının öncü şirketleri mi yer alıyor, amaçları da uluslararası toplumu dijital dünyaya mı hazırlamak?

Bu soruların benzerlerini üretmek mümkün. Herhangi bir bilimsel kanıtla ispat edilemedikleri müddetçe birer komplo teorisi ve varsayımdan ibaret kalmaya mahkumlar. Ancak soruların ortaya koyduğu bir gerçeklik var: Artık COVID-19 devletler arası istihbarat savaşlarının bir öznesi.

Algı savaşları: “Biyolojik silah”, dezenformasyon ve propaganda

Bu süreçte devletler sadece virüsle mücadele etmiyor, bir yandan da algı savaşlarını sürdürüyorlar. ABD ve Çin’in başını çektiği bu savaş, sadece sağlık, ekonomi ve ticarette değil, aynı zamanda politika, hukuk ve istihbarat alanlarında da cereyan ediyor. Savaşın en somut göstergesi, ABD’nin Çin’i virüsü üretmekle, kasten yaymakla ve yine bilinçli biçimde dünya kamuoyundan uzunca bir süre gizlemekle itham etmesi. COVID-19’u özellikle “Çin virüsü” olarak lanse eden ABD Başkanı Donald Trump’ın virüsün insan ürünü olduğu iddiasına destek Nobel ödüllü bilim insanı Luc A. Montagnier’den geldi; virüsün sözde “endüstriyel bir kaza” olarak Wuhan laboratuvarından yayıldığını iddia etti.1 Fransa’daki Aix-Marseille Üniversitesi Yeni Görülen Viral Enfeksiyonlar Ünitesi’nden Boris Pastorino’nun elde ettiği bazı bulgular, virüsün doğal bir mutasyon sürecine uğramadığı iddialarını perçinledi.

Ancak yine de bu iddiaların bilim dünyasında pek karşılığı olmadı. Zira yayımlanan çalışmaların ekseriyetinde, COVID-19’un Çin’in “biyolojik silahı” olmadığı açığa çıkıyor.2 Nitekim Dünya Sağlık Örgütü de bu iddiaları doğrulayacak bir kanıt olmadığını ifade etti.3 Bunlara rağmen özellikle ABD’nin COVID-19 krizini Çin ile özdeşleştirme çaba ve faaliyetleri sürüyor. Trump hem gelecek seçimlerdeki güven kaybını önlemek hem de uluslararası kamuoyunda zedelenen Amerikan imajını düzeltebilmek gayesiyle Çin’e karşı yoğun bir psikolojik harekât yürütüyor.

Çin de ABD’yi aynı silahla vurmak için COVID-19’un Amerikan askerleri tarafından kasten getirilmiş olduğunu iddia ediyor. Ancak Pekin’in esas stratejisi, kendi küresel gücünü perçinlemek adına Amerikan hegemonyasını yumuşak karnından vurmak, Trump’ın kriz yönetimindeki acizliğini ön plana taşımak. Çin, virüsü kontrol altına aldığını duyurmasını müteakip, “yumuşak gücü”nü perçinlemek adına Avrupa’dan Asya’ya pek çok ülkeye yardım götürdü.4 Ama bu, Avrupa’nın Çin’i virüsü dünya kamuoyundan saklamakla suçlamasına engel olmadı. Hatta, trilyonlarca dolarlık tazminat talep edilen hukuki bir sürecin başlatılması gerektiği de dillendiriliyor.

Küresel PR yarışı

Öte yandan post-koronavirüs sürecinden avantaj elde ederek çıkmayı arzulayan birçok ülke hem iç hem de dış kamuoyuna yönelik yoğun propaganda faaliyetleri yürütüyor. Örneğin Tayvan, Güney Kore ve Singapur’un COVID–19 kriziyle mücadelelerindeki başarılarını fırsata çevirmek istedikleri aşikâr. Özellikle Tayvan’ın başarısı, “Çin’in küresel koronavirüs propagandası için baş belası” olarak nitelendiriliyor. Tayvan’ın kendine özgü “maske diplomasisi” yürütmesi, “Tayvan yardım edebilir ve yardım ediyor” sloganıyla 10 milyon maske dağıtması dikkat çekiyor. Zira uluslararası toplum tarafından henüz bir devlet olarak tanınmamasına karşın, AB Başkanı Ursula von der Leyen’in Tayvan’a 5,6 milyon maske bağışı için teşekkür etmesi ve yine Tayvan’ın Çek Cumhuriyeti gibi bazı ülkelerle medikal iş birlikleri kurması oldukça önemli adımlar.

Bir başka örnek ise Türkiye. Zira Türkiye’nin İsrail dâhil 50’den fazla ülkeye tıbbi malzeme yardımı yapması bazı ülkelerde hoşnutsuzluk yarattı. Türkiye’nin “yumuşak gücü” ve “insani amaçlarla” yaptığı yardımlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle Balkanlar gibi yakın çevreye açılma çabası ve yayılmacı dış politikası olarak lanse edildi. Bu minvalde Türkiye’nin, pandemi sürecinden istifade ederek Çin ve Rusya ile birlikte küresel PR kampanya yarışına katıldığı ileri sürülüyor.

Yunanistan’ın hedefinde ise Türkiye var; Türkiye’nin pandemi sürecinde yayılmacı dış politikasını hızlandırdığını; örneğin Yunan sularında sözde sınır ihlallerine devam ettiğini öne sürüyor. Pandeminin Kıbrıs’ta bütünleşme sürecini daha da yakınlaştırdığı ve hızlandırdığı iddiaları da Yunan medyasında yer alıyor. Zira Nikos Anastasiadis ile Mustafa Akıncı’nın pandemi krizinde dahi “birleşme” hususunu ele aldıkları ve ayrıca Akıncı’nın bilinçli bir şekilde özellikle Rum tarafından tıbbi yardım talebinde bulunduğu vurgulanıyor. Türkiye’nin uçak dolusu ekipman yardımına karşın, Akıncı’nın Rumlardan yardım talep etmesi adada da bazı çevrelerin tepkisine neden oldu. Zira bu çevrelere göre, Akıncı, az sayıdaki vaka için ilaç takviyesine ihtiyaç dahi duyulmadan Rum tarafından yardım istemiş, bu da durumun Rum propagandasına dönmesine neden olmuştur.

COVID-19 ve Rus propagandası

Rusya da COVID-19’u kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetleri için etkili bir silah olarak kullanıyor. Rusya kaynaklı iddialara göre, ABD, COVID-19’u kontrol altında almak ve deaktivite etmek amacıyla acil ve zorunlu olarak aşılamayı başlatacak ancak bu aşılama, esasen kişisel veriler, sağlık kayıtları, trafik ihlalleri, banka hareketleri ve sosyal kontrol için insanlara gizli nanonçiplerin implante edilmesinde bir kılıf olarak kullanılacak. İddia inanması güç bir komplo teorisini yansıtsa da, bu haberin Rusya Bilimler Akademisi Oryantal Araştırmalar Enstitüsü ile bağlantılı olan ve İngilizce yayın yapan “New Eastern Outlook” tarafından yayımlanmış olması dikkat çekici.

Ancak Rus propagandası bununla da sınırlı değil; COVID-19 ilk ortaya çıktığından itibaren bu virüsün ABD’nin biyolojik silahı olduğu, özel olarak laboratuvarda üretildiği ve maksadın ABD’nin küresel rakibi Çin’in büyümesi ve yayılması hızını yokuşa sürmek olduğu dile getirildi. Bu iddialardan bazıları abes gelse de, Pew Araştırma Merkezi’nin 10-16 Mart tarihleri arasında yaptığı anket çalışmasında, ABD’lilerin yalnızca yüzde 29’unun COVID-19’un kuvvetle muhtemel laboratuvarda üretildiğine, yüzde 23’ünün ise kasten geliştirdiğine inanmadıkları sonucu ortaya çıktı.

Netice itibarıyla ABD Çin’i suçluyor, Çin ile Rusya ise pandemiden ABD’yi sorumlu tutuyor.11 Oysa sadece tarih tekerrür ediyor. Soğuk Savaş Dönemi’ne damgasını vuran “Operation Infektion”, 1980’li yıllar boyunca ABD ile Sovyetler Birliği (SSCB) arasında cereyan eden medikal istihbarat ve algı savaşlarının somut bir tezahürü olmuştu. O dönemde SSCB, ABD’nin demokratik şöhretini baltalamak için HIV/AIDS virüsünü yaydığını öne sürmüştü. Bugün de ABD aynı şeyi Çin’e yapıyor; Çin’in aşıyı çok daha önceden bulduğunu ancak gizlediğini iddia ediyor.

İstihbarat topluluğu – medikal sektör ilişkisi

COVID-19 vakası, istihbarat toplumunu sadece algı savaşları yönüyle ilgilendirmiyor. Aksine koronavirüs krizi, istihbaratın imkân ve kabiliyetlerinin yanı sıra, politika ve medikal sektör ile olan ilişkisine de ışık tutuyor. İstihbarat kurumlarının medikal istihbarata ilişkin rapor ürettikleri de biliniyor. Örneğin Trump’a koronavirüs kriziyle ilgili önceden erken uyarı niteliği haiz istihbarat raporlaması yapıldığı belirtiliyor. Bu durum, kriz dönemlerinde istihbarat raporlarının erken uyarı ve farkındalık yaratmadaki önem ve etkilerinin yanı sıra, karar alıcıların söz konusu raporlardaki bulgulara atfettikleri değeri veyahut içine düştükleri istem dışı körlüğü göstermesi açısından da önemli.

Öte yandan bir diğer önemli husus, istihbarat dünyası ile tıp dünyası arasındaki ilişki. Sağlık ve medikal sektör bir devletin en kritik güç bileşenlerinden. İstihbarat topluluğunun da tıp dünyası ve medikal sektörle arasındaki irtibatı ve bilgi alışverişini sıkı tutması hayati bir mesele. Wuhan’daki laboratuvara dair ilk uyarıyı Pekin’deki ABD Büyükelçiliği’nde çalışan bir “bilim diplomatı” yapmıştı. Dolayısıyla bu misyonları yerine getirecek diplomatların ve istihbaratçıların yetiştirilmesine önem arz ediyor.

Sağlık güvenliği istihbaratı ve devletlerarası iş birliği de bu dönemde öne çıkan konulardan. Patrick F. Walsh’ın “İstihbarat ve Ulusal Güvenlik Dergisi”nde yayımlanan makalesi, bu farkındalığın bariz bir göstergesi.12 Zira Walsh makalesinde, “Five Eyes” yani “Beş Göz” olarak tanımlanan ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda arasındaki özel istihbarat ilişkisini niteleyen iş birliği yapısının, sağlık güvenliği istihbaratı alanına daha fazla odaklanması gerektiğini belirtiyor.

İstihbarat disiplinlerindeki kabiliyetlerin yeniden değerlendirilmesi

COVID-19 krizi, çalınmış biyolojik ajanlar, çift kullanımlı araştırmalar, sentetik biyoloji gibi sağlık güvenliğini ilgilendiren muhtelif risklerin yanı sıra, açık kaynak istihbaratı, insan istihbaratı, siber istihbarat ve sosyal medya istihbaratında yaşanabilecek güvenlik boşluklarının yarattığı riskleri de gözler önüne seriyor. Bu bağlamda COVID-19, sosyal medya istihbaratı ve siber istihbarat gibi günümüzün kompleks alanlarında daha fazla uzmanlaşılması gerektiğini de açığa çıkardı. En basitinden dijitalleşen dünyanın yarattığını risklere örnek teşkil etmesi bakımından Zoom programının yol açtığı güvenlik zafiyetleri, Google gibi dünya devi şirketlerinin haricinde Tayvan ve Japonya gibi ülkelerin bu programın kullanımını yasaklamasına neden oldu.

Bugün Sağlık Bakanlığı’nın bir uygulaması olan “Hayat Eve Sığar” programı veyahut İsrail’in dünyada bu tür programların öncülerinden olan “HaMagen” uygulaması gibi farklı devletlerin geliştirdiği akıllı telefon uygulamalarının aynı zamanda bir veri toplama, keşif, gözetleme gibi muhtelif amaçlara yönelik istihbarat fonksiyonu görme ihtimali yadsınmamalı.

Özetle COVID-19, bugün siyasi istihbarat, ekonomik istihbarat, askeri istihbarat, ulaşım ve iletişim istihbaratı, bilimsel ve teknik istihbarat, medikal istihbarat, sağlık güvenliği istihbaratı gibi muhtelif istihbarat alanları için son derece öğretici bir vaka. Keza küresel koronavirüs pandemisi endüstriyel ve medikal casusluk faaliyetlerinin, bir devlet güvenliği ve hatta uluslararası güvenlik meselesi olduğunu kanıtlar mahiyette

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 29529

ulkucudunya@ulkucudunya.com