Milliyetçilik ve demokrasi
İskender Öksüz 01 Ocak 1970
Hâkimiyet milletinse, demokrasiden başka yönetim tarzı düşünülemez.
Hâkimiyet milletin değilse kimindir? Aramızda süpermen mi var? Bir prens falan mı tanıyorsunuz? Demokrasi tramvayından indiğinizde bineceğiniz aracı lütfen açıklar mısınız?
Hâkimiyeti Tanrı birilerine mi vermişti?
Fransız ihtilali’nin 14. Lui’si öyle söylüyordu, Bilge Kaan da. Bütün hanedanlar, yetkiyi Tanrı’dan aldığını söyler, belki de inanırlardı. O zamanın insanları da inanırdı. Bizimkiler mavi gökte kut bulur, Çinliler gökten yetki (manda) alırdı.
(Sizde de öyle mi oldu? Okulda Millî Mücadele’de mandacıları anlatırlarken kimse bize bu kelimenin anlamını öğretmedi. Benim ilk aklıma gelen sütünden kaymak yaptığımız halka boynuzlu koca hayvandı. Onun İngiliz veya Amerika’da yetiştirilmişi!)
Bizde çezaropapizm
Peki şimdi? Yetkisini Tanrı’dan aldığına inandığınız biri var mı? Reformdan önce Papa, imparatora, krala taç giydirirdi. Hükümdarı olan ülkelerde taç giydirme işinde hâlâ papazlar istihdam ediliyor. Fakat artık ülkeyi taçlar yönetmiyor. Bugün hükümdarlar egemenliğin sembolü gibi. Millî bayrağın işlevine yakın bir görevleri var.
Bizim mahallede hiç taç giydiren Papa veya papaz olmadı. Şeyhülislama büyük hürmet gösterilir, fermanlar Bab-ı Meşihat’tan geçerdi ama tıpkı günümüzdeki Merkez Bankası Başkanı’nı gibi laf dinlemezse değiştirilirdi. Devlet din adamlarına hâkimdi. Buna siyaset biliminde “Çesaropapizm” deniyor. Hakanın din teşkilatını da yönetmesi…
Altmışlarda, yetmişlerde arabaların camlarına “Hâkimiyet Allah’ındır” yazarlardı. Erbakancıların sloganıydı. Rahmetli Dündar Taşer ağabeyimizin buna cevabı vardı. Genel olarak “teokrasi”ye, yani Tanrı idaresine: “Ben teokrasi taraftarıyım. Kim itiraz edebilir ki Tanrı’nın idaresine? Ancak, vekil kabul etmiyorum. Bunlar ‘Hâkimiyet Allahındır’ dedikten sonra, ‘Biz de onun vekiliyiz, itaat edin bakalım!’ diyorlar.” Tıpkı kralların, hakanların iddiası gibi!
Yazılım değişti- donanım hep aynıydı
Fransız ihtilalinde ne oldu? Hâkimiyetin ilahî hakları olduğunu iddia edenlerin bu iddiasına artık kimse inanmaz oldu. Ne kralların, ne de kontların veya düklerin. Siyasette hâkimiyet asıl sahibine teslim edildi: Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir! (O kadar çabuk değil tabi. Sırada Napolyon falan var… Diyelim ki bu teslim, tesellümün süreci başladı.)
Millet ve milliyetçilik Fransız ihtilali ile doğdu denir. Yanlış denir. Fransız milleti 13 Temmuz gece yarısına kadar yoktu da 14 Temmuz 1789 Bastil Günü uyanıp, “Ha ben Fransız milletiymişim!” mi dedi? Bu konuda doğru olan siyaset bilimci Azar Gat’ın tespitidir: Devlet varsa millet de vardır. Gat bu hipotezini zaman ve mekân içinde, eski Mısır’dan milat öncesi Çin’e kadar uzun bir dünya turuyla ispatlar. Bu turda Babür devletine, Osmanlı’ya da uğrar ve bunların Türk egemenliğine dayanan imparatorluklar olduğunu gösterir. Bizde egemenlik Hakan’la fiile geçer.
İşte Fransız ihtilalinin yaptığı, temsil işini, prensten, kraldan, hakandan alıp doğrudan asıl sahibine, millete vermekten ibaretti. Bunu yaptığınız anda da demokrasi, yani halk, yani millet iradesi mecburi hâle gelir. Ama on, ama yirmi yıl sonra demokrasiye gidersiniz. Osmanlı da Meşrutiyet’le oraya yönelmişti, İngiltere daha önce oraya varmıştı.
Millet donanım gibiydi. Ona hükmeden “yazılım”, hükümdarlıktı. Fransız ihtilali ile donanım değişmedi. Yoktan da var edilmedi. Sadece idare şekli, yani yazılım değişti.
Birbirinin yerine geçebilen vatandaşlar
Millî hakimiyet, demokrasi, insanların tebaa olmaktan çıkıp vatandaş olmalarıdır. Her birinin diğerine eşit olmasıdır. Sosyolog Gellner bu hâli, “Biri diğerinin yerine geçebilen fertler” diye tarif ediyor. İşte Fransız ihtilaline kadar mevcut olmayan şey buydu. Louis, Albert’e eşit midir? Olur mu canım. Biri kral, öbürü esnaf. Peki George, John’a? Ne münasebet, o kont öbürü adî vatandaş. Veya o papaz, öbürü serf.
Ve işin püf noktası: Eğer millet vatandaşlardan ibaretse ve bu vatandaşların her biri yekdiğerine eşitse; biri diğerinin yerine geçebiliyorsa… İktidar da öyle olmalı. Bir iktidar vatandaşların çoğunluğunun desteğini kaybettiğinde, onun yerine bir başkası geçebilmeli. Popper’in dediği gibi demokrasinin mihenk taşı seçimle gelmek değil, seçimle gitmektir. Hâkimiyet milletinse, bunun başka yolu yok. Hâkimiyetin milletten başka birinin olduğuna, gökyüzünün onu birilerine verdiğine de bugün kimseyi inandıramazsınız.
O zaman tek çare var. Belli aralıklarla ve eşit şartlarda yapılacak seçimlerle, o bir birine eşit ve biri diğerinin yerine geçebilen vatandaşların, biri diğerinin yerine geçebilen iktidar taliplileri arasında seçim yapması. Seçim demokrasinin gerek şartı ama yeter şartı değil. İki seçim arasında iktidar ve muhalefetin hakları, hürriyetleri, basın ve adalet gibi kurumların hürriyetleri ve daha bir dizi gereklilik var.
Yoksa dünyada ne seçimler gördük, aslında yoktular.