Canım Sıkılıyor Canım!
Ahmet Tezcan 01 Ocak 1970
Bosna Hersek kan kusuyor. Saraybosna kuşatma altında. Sırp Çetniklerin soykırımı alçaklığın çağlar aşan boyutuyla sürüyor. Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç düşünüyor. Kızı Sabina girer odasına. Bir dosya bırakır. Çıkacağı sıra durdurur Aliya.
“Herkes bir şey söylüyor Sabina” der. “Şöyle olsun diyorlar, böyle yap diyorlar. Sadece sen susuyorsun, hiçbir şey söylemiyorsun. Neden?”
Sabina gülümser.
“Ne söyleyebilirim ki? Çevren yeteri kadar kalabalık ve gürültülü.”
“Olsun!” der Aliya. “Senin ne düşündüğünü merak ediyorum”
Sabina iç çeker.
“İnsanlar, Boşnakların Hırvatlarla anlaşarak, Sırplara karşı birlik olmalarını istiyor. Ben de bunun doğru bir yol olabileceğini düşünüyorum.”
Aliya kalkar yerinden. Karşı duvardaki bir Jackson Pollock tablosunun yanına gider. Pollock’un boyaları fırçayla sıçratarak yaptığı rengarenk tablolarından biridir. Tabloyu gösterir.
“Bana şu tablodaki Sırpları, Boşnaklardan ve Hırvatlardan ayırabilir misin? Hiç kimse Jackson Pollock’tan bu renklerden birini diğerlerine tercih etmesini beklemiş midir? Biz göksel bir kudretin fırçasıyla yeryüzüne serpilmiş renkleriz Sabina. Kimse Boşnakların yahut Hırvatların yanında Sırpların aleyhine olacak bir şey beklemesin benden. Ben Bosna Hersekli Müslüman Aliya olarak, Amerikalı Jackson Pollock’tan daha az adil değilim!”
TRT için çekilen 6 bölümlük Aliya dizisinden bir sahnenin özeti bu anlattığım. Aliya İzzetbegoviç’in kızı Sabina Berberoviç, bir sohbetimizde babasının Bosna Hersek’i Jackson Pollock tablolarına benzettiğini söylemişti. O cümleden bu sahne doğdu. Yazdığım sahneyi okuduktan sonra gözleri dolu dolu gülümsemişti Sabina.
“Evet, tam da böyle düşünüyordu!”
Aliya İzzetbegoviç budur. Bosna Hersek’in kurucu Cumhurbaşkanı. Acı ve öfke başta olmak üzere bütün duyguların zirvede olduğu bir anda, tarihin en kahpece katliamını yapanların aleyhine olacak bütün teklifleri geri çeviren, Sırplara ve Hırvatlara karşı Boşnaklarda bir intikam duygusu uyanmasın diye didinen bir adam.
“Onlar bizi öldürdüklerinde değil, biz onlara benzediğimizde bu savaşı kaybederiz!” diyebilen bir insan.
Adam, insan, lider, düşünür, bilge bir Müslüman. Attığı her adımın, söylediği her sözün, yazdığı her cümlenin tek dayanağı Kur’an. Fakat o bunu hemen hiç söylemez. Sadece bir yerde sıfatıyla anar:
“Onların bize yaptıklarının benzerini biz onlara yapamayız.” der. “Çünkü inandığımız Kitap bunu yasaklar!”
O kadar!
Onların yaptıklarını yapmak, onlara benzemek, onlardan olmak mutlak yenilgi, sonsuz ölümdür Aliya için.
Elli metrekarelik bir evde yaşamış, mezar taşına adından hemen önce sadece bir tek ünvanı Arap harfleriyle yazdırmış Aliya; Abdullah, yani Allah’ın Kulu! Başka hiçbir sıfatın, hiçbir ünvanın yazılmasını istememiş.
“Bir faninin yükselebileceği en büyük makam” Cumhurbaşkanı olmak değildir Aliya’nın gözünde, hakkıyla Abdullah olabilmektir, Allah’ın Kulu olabilmektir.
Ne kadar can sıkıcı değil mi?
Evet hem de çok can sıkıcı; nefret ettiklerine benzeme yarışında ipi göğüslemeye çalışan için.
Gerçekten çok can sıkıcı; Cumhurbaşkanlığını “bir faninin yükselebileceği en büyük makam” olarak görenler yahut zahiren öyle görünmese de bilinçaltını dile düşüren için.
Yedi gün yirmi dört saat ne kadar kutsal kavram varsa üstlerine basa basa yükselip, her basamakta nefret ettiklerine benzeyişi oyunun kuralı belleyip o kavramların gerçekliğini yok sayan için.
“Yahu çok güzel anlatıyorsun da, bugün için gerçekliği yok” deyip gülen için.
Çok can sıkıcı çok!
Bugünden 14 asır, 1400 yıl önce de değil, 21. yüzyılda, yani bugünde yaşamış bir insan üstelik, can sıkıntısını en fazla çoğaltan da bu!
Dönüp dönüp yeniden okuyorum Aliya İzzetbegoviç’i bu Corona günlerinde, okudukça canım sıkılıyor, ölümüne!
Ah be Leylâ!