NURETTİN TOPÇU’NUN TÜRK YURDU YAZILARI
Nasrullah Uzman 01 Ocak 1970
Yakın dönem Türk düşünce tarihinin önemli simalarından olan Nurettin Topçu, Türk dünyasının en önemli ve köklü dergisi olan Türk Yurdu dergisinde ilki Mart 1959’da “Beklenen Nizam”; sonuncusu ise Nisan 1966’da “Şahsiyet” olmak üzere, 7 yıllık süreçte, toplam 17 yazı kaleme almıştır. İlk yazısı ile son yazısı arasındaki tarih farkı yaklaşık 7 yıl olmakla birlikte, Nurettin Topçu’nun Türk Yurdu yazıları, 1959 (6 yazı), 1960 (4 yazı), 1963 (1 yazı), 1965 (3 yazı), 1966 (3 yazı) yıllarında yoğunlaşmaktadır. Nurettin Topçu, Türk Yurdu’ndaki ilk yazısını 50 yaşında; son yazısını ise vefatından 9 yıl önce, 57 yaşında kaleme almıştır. Topçu Bey’in Türk Yurdu yazılarına, daha önce Dergâh Yayınları arasında neşredilen muhtelif eserlerinde yer verilmiştir. Bununla birlikte söz konusu yazıların Türk Yurdu tarafından müstakil bir eser olarak yayınlanmasının faydalı olacağı naçizane önerimizdir.
Günümüzde olduğu gibi, geçmişte de Türk milliyetçileri tarafından yakinen takip edilen Türk Yurdu dergisinin yazarları arasında Nurettin Topçu’nun yanı sıra milliyetçi camianın önde gelen isimlerinden Fuat Köprülü, Zeki Velidi Togan, Necati Sepetçioğlu, Arif Nihat Asya gibi kimselerde yer almıştır. Nurettin Topçu’nun Türk Yurdu yazılarında geçmişten güncele, güncelden geleceğe uzanan geniş bir perspektifte; sosyal meselelerden ekonomik politikalara; eğitim sorunlarından kültürel meselelere dair birçok konuya ilişkin son derece önemli değerlendirme bulunmaktadır. Açıkça belirtmekte fayda var ki Nurettin Topçu’nun, 1960’lı yıllarda, Türk Yurdu yazılarında işaret ettiği ve Türkiye’nin selameti için çözüm önerisinde bulunduğu meselelerin birçoğunun hâlen güncel sorun olarak varlığını sürdürmesi, ne yazık ki, onun fikirlerinin dikkate alınmadığının göstergesidir.
Nurettin Topçu’nun Türk Yurdu yazıları incelendiğinde, bunların bir bütün hâlinde, birbirini tamamlayan yazılar olduğu göze çarpmaktadır. Muhteva itibarıyla Topçu Bey’in yazılarının maarif, eğitim, sosyoloji, içtimaiyat, kültür, tahlil ve tenkit alanlarında yoğunlaştığı görülmektedir. Nurettin Topçu’nun Türk Yurdu yazıları, bu satırlara sığmayacak kadar hacimli olup; her okunduğunda okuyucunun zihin dünyasında farklı çağrışımlar yapacak kadar derindir. Doğrudan yazarın birikimini yansıtan ve okuyucuyu analiz yapmaya sevk eden Nurettin Topçu’nun Türk Yurdu yazılarına kısa da olsa bakmakta fayda vardır:
Nurettin Topçu, “Beklenen Nizam” başlıklı ilk yazısında “Cemiyette nizamın bozulması hâlinde ruhlarda doğan anarşi, anlaşmazlıkların, kararsızlıkların, inanış yokluğunun, kalp sarsıntılarının eseri oluyor.” tespitini yaptıktan sonra cemiyetin böyle bir devri yaşadığını belirtmiş ve bin yıllık tarihi olan milletin ne olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gideceğini şaşırmış hâlde olduğunu vurgulamıştır. Kendine gelemeyecek kadar şaşkına dönmüş, ikiz ruhlu bir neslin geldiğine dikkat çeken Topçu Bey, örf, aile, terbiye, eğitim, iktisadî yaşam, sanat, ahlâk ve din üzerinde tahribat yapılmaya çalışıldığını ifade etmiş ve toplumun içerisinde bulunduğu nizamsızlıktan kurtulmasının reçetesini şu sözlerle vermiştir: “Yeni nizamı hayatımızın her sahasına getirecek kuvvet Anadolu’nun toprağından, İslâm’ın nurundan, insanlığın beş bin yıllık hikmet ve ilminden ilham ve hayat alacak, Anadolu’da yeni bir kültür ve medeniyetin doğuşunu müjdeleyecektir.”[1]
Nurettin Topçu, Yarınki Kuvvet isimli yazısında eski devrin kendi kendini yıprattığını; yeni kuvvetin ise kendi kendini çökerttiğini ve çökertmeye devam ettiğini ifade etmiştir. Eski devir olarak muhafazakâr kuvveti; yeni devir olarak da inkılâpçılar zümresini kasteden Topçu Bey, her ikisinin de yarının hayatını hazırlamaya değerli olmadığını vurgulamıştır. Muhafazakârların her türlü yeniliğe karşı çıkarak; inkılâpçılarınsa mazi ile bağları tamamen kopararak hata yaptığını ifade eden Topçu Bey, bunların yerine hayata hâkim olması gereken üçüncü kuvvet olarak muhafazakârlıkla inkılâpçılığın hakiki değerlerini bilen, Müslüman Türk’ün mazisine bağlı, gözleri durmadan akan hayata çevrilmiş bir hikmetin meşalesini hazırlamak gerektiğini savunmuştur. Topçu Bey, “Bin yıllık mazimizin ruhunu itina ile muhafaza edecek olan bu hikmetin sahipleri o maziden her günün hayatına uygun aşıyı yapmasını bilen sanatkârlardır.” sözleriyle yarının sahiplerinin, hakikati ortaya koymaları hâlinde, eski ile yeninin taassup ve sapkınlık malûllerini de gerçek davanın birer birer kazanılmış mücahitleri safına kolaylıkla geçirebileceklerini savunmuştur. “Elverir ki taassup şahinlerini taassuplarından tedavi ederken yaralarını incitmemesini, put kıranları insafa davet ederken baltalarını sükûnet ve aklın ihtarına itaatle bir kenara bıraktırmasını iyi bilsinler.” uyarısını yapan Topçu Bey; ancak o zaman hep birlikte yeni ve gerçek inkılâplara hazırlanacağını ifade etmiştir.[2]
Nurettin Topçu, “Son Nesil” başlıklı yazısında I. Dünya Savaşı’nı tarihî bir kasırga olarak nitelemiş; bu kasırganın bir nesli tarih sahnesine çıkardığını savunmuş ve Millî İstiklâl Mücadele’sini ruh ve hareket sahasında serdarları olan o devrin büyüklerinin, son neslin babaları olduğunu ifade etmiştir. “Dindarsın, o hâlde teknikten hoşlanmazsın; teknik dostusun, şu hâlde dinsizsin.” anlayışını parola olarak kabul eden yeni nesli somut hadiseler üzerinden eleştiren Topçu Bey, okuyan şehir gençliğinin bir kısmının milliyetçiliği inkılâpçılıkla birleştirmeye çalıştığını; diğer bir zümrenin ise millete dudak büken bir materyalist hümanizmin kucağında olduğunu iddia etmiştir. Bu son nesli birliğe sürükleyecek zaruretlerin olmayışını; son nesli öncekinden ayıran muazzam bir uçurum olarak değerlendiren Topçu Bey, ideal olan dâvalardan hayatın basit teferruatına kadar her hususun cevabını arayan yeni bir nesle işaret etmiş ve kalbinde gizli bir afet olarak nitelendirdiği bu neslin, beklenen yarınki kuvvet olduğunu ifade etmiştir.[3]
Nurettin Topçu, “Mukadderatımızın Tohumları” başlıklı yazısında okuyucuyu adeta tarihin derinliklerine sürüklemiş; Battal Gazi’den Oğuzhan’a, İskender’den Yavuz Sultan Selim’e kadar birçok tarihî şahsiyete atıfta bulunmuştur. Topçu Bey, Yeniçeri Ocağı’na alınarak Müslüman yapılan devşirme çocuklarından oluşan yeniçerilere dikkat çekmiş; bu devşirme ordunun, sonunda Türk milletinin başına en büyük belâ olduğunu; Osmanlı hanedanının sarayını zehirli bir çember gibi kuşattığını; zulme ve hıyanete hayat verdiğini; zillete devlet, fitneye fetva dedirttiğini savunmuştur. Bu cümleden olarak Topçu Bey, şu uyarıda bulunmuştur: “Bütün bu misaller gösteriyor ki, tarihte de tabiatta olduğu gibi muayyeniyet hâkimdir ve hâdiseleri doğuran sebepler, uzak ve yakın, yıllarla asırların her menzilinde konaklayabilir. Hem de bu sebepler çoktur, çeşitlidir ve dikkatle yakalanmaya muhtaçtır. Bazen küçük bir hareket, asırlarca sonra doğacak bir inanışı hazırlar ve bir kanaat, bir isyan, bir iman, asırları sarsacak hareketlerin başlangıcı olabilir.”[4]
Nurettin Topçu, “Vatan Haritası” başlıklı yazısında “Hangi sebepler, yirminci asrın ortasındaki varlığımıza hayat vermiş bulunuyor?” sorusunu sorduktan sonra cevap olarak öncelikle millî bünyemizin tahlil edilerek, ona her sahada varlık kazandıran uzak ve yakın geçmişteki sebepleri araştırmak gerektiğine işaret etmiştir. Bu kapsamda öncelikle “toprak” meselesine eğilmekte; Anadolu halkının çektiği sıkıntılara değinmiş ve “yurt içi muhaceret” adını verdiği imkânsızlıklar sebebiyle kırdan kente yapılan göçe dikkat çekmiş ve bu göç yüzünden Anadolu’nun boşaldığını ifade etmiştir. Yaşanan göçler neticesinde büyük şehirlerde yaşanan kargaşaya dikkat çeken Topçu Bey, şu tespitlerde bulunmuştur: “Hangi ticareti ararsanız İstanbul kaldırımında bulunuyor ve şu zamanda işini bileni zengin ediyor: Tülbentcilikden mevlitciliğe, kömürcülükten büyücülüğe kadar hepsi de ticarettir. Hattâ ilim müesseseleri de ticarethane olabilir: Özel okul bu işi avukatlıktan daha alâ yapar. Din çoktan ticaret metaı olmuştur. Seslerinin güzelliği sırasiyle boy boy hafızlar, kalitelerine ayrılmış kumaşlara benzerler. Her birinin ticaretinde tabiat unsuru ciğerleriyle hançeresi, emeği ses nağmeleri, sermayesi ise dindir, Kuran’dır. Bu ne tüyler ürpertici iman pazarı!” Toprağı işlememenin ve sahipsiz bırakmanın sebebiyet vereceği hadiselere de değinen Topçu Bey; düzensiz göçün büyük şehirlerde yol açacağı maddî-manevî tahribata dikkat çekmiş ve adeta günümüze de atıfta bulunmuştur.[5]
Nurettin Topçu, “Üniversite” başlıklı yazısında şu değerlendirmede bulunmuştur: “Bir milletin kültürü onun umumî olan ve hâdiselere reaksiyon teşkil eden duygularıyla bütün tarihi içerisinde meydana getirdiği değer hükümlerinden ibarettir. Bu değer hükümleri, inançlar hâlinde milletin sinesinde bulunan yüzlerce hayat damarından onun üniversitesine, akar. Milletin kültürü üniversitesinde toplanır, merkezîleşir ve orada işlenir. Mabet milletin kalbi ise üniversite beyni demektir. Filhakika Rönesanslarla Reformlardan sonra üniversiteler milletin beyni olmuştur: Milleti kımıldatıcı asabı cihazın, onun reaksiyonlar yapma iktidarının, manevî sahadaki imperium kudretinin kendinde toplandığı beyin milletin manevî varlığı üniversitesinde barınır. Bu sebepten Alzas’lı bir köylü, Strasburg Üniversitesi’nin benimsediği inançların dairesi içinde yaşar. Bir Provence çocuğu Aix-en-Provence Üniversitesi’nin mütefekkirleriyle kalp ve iman beraberliği yapmıştır. Selçuklular devrinde Irak halkı Bağdat külliyesinin mütefekkirlerinin vicdanını, imanının istinatgâhı yapmıştır.” Bu cümleden olarak Türk üniversitelerini sorgulayan Topçu Bey, Türk milletinin kültür hayatı karşısında üniversitelerin mesuliyet duymadığını, vazifesini yerine getirmediğini, toplumsal hadiseler karşısında görüş bildirmekten ve toplumu yönlendirmekten kaçındığını ifade ederek üniversitelere eleştiriler yöneltmiştir.[6]
Nurettin Topçu, “Bizde Rönesans” başlıklı yazısında Rönesans’ı, insanlığın yaptığı bir iman hamlesine benzetmiş; “Bu yaratıcı hamlelerin, doğuşlarının şartı ve yayılışlarının mahiyeti bakımından, yani hem kaynakları, hem de kendi yarattıkları ve insanlığa sundukları eser göz önünde tutulunca, hepsinde müşterek olan bir takım karakterler vardır. Bu karakterler, aklın saltanatı, hür düşünüş ve aşka teslim oluştur.” değerlendirmesinde bulunmuştur. Rönesans dönemlerini aklın yükseliş ve insanlığın hidayet devirleri olarak nitelendiren Topçu Bey, aklın mağlup olduğu devirlerin, ilmin, idealin ve ahlâkın uçurumlara yuvarlandığı karanlık devirler olduğunu ifade etmiş; hakikatleri, idealleri ve kalbi uçuruma yuvarlanmaktan koruyan tek kuvvete, akla köle olmaktan asla korkmayalım uyarısında bulunmuştur.[7]
Nurettin Topçu, “Maddî Kalkınma Planı” başlıklı yazısında “Nasıl bir yarına doğru yürümeliyiz?” ve “Yarınki Türkiye nasıl olmalıdır?” sorularına cevap aramış ve Türkiye’nin kurtuluşu için ahlâkî bir millet dâvasının çalışma plânının nasıl olabileceğini tartışmıştır.[8]
Nurettin Topçu, “Manevi Kalkınma” başlıklı yazısında Türk’ün Müslüman olmasını, maddî hayattan ruhî hayata geçiş olarak vasıflandırmıştır. Böyle bir gidişin, insanın tabiî ilerleyişi olduğunu ifade eden Topçu Bey, gayesi ruha kavuşmak olan dinî hareketin, yalnız ibadetler hâlinde görülen disiplinli bazı hareketlere münhasır olmadığını; müminin bütün hayatına yayıldığını; gerçek dindarın da hareketi ibadet, sözü dua, bakışı rahmet, beraberliği kuvvet olan kişi olduğunu savunmuştur. Manevi kalkınma için üniversitenin lokomotif rolü oynayacağını belirten Topçu Bey, muhtar değil, mesul üniversiteye ihtiyaç olduğunu ifade etmiş ve şu değerlendirmede bulunmuştur: “Tam seferberlik, her cepheden toplanan kuvvetlerin bir merkez etrafında birleşmeleriyle olur. Maddede olsun ruhta olsun, dehada olsun sevdada olsun, hak ile birleşen kuvvet daima haktır. Cesaret bu kuvvetin parolası, imanımız kaynağı olacaktır. Bizi zaaflarımızdan sıyıracak bir milliyet ideali düşünürken, Allahsızlıkta şifa ummayalım, garplılaşmada ...; ruh ve vücudumuzla minnetle bağlandığımız bir toprak ve bir tarihe teslim olmalıyız. ”[9]
Nurettin Topçu, “Millî Kültürümüz ve Garplılaşma Meselesi” başlıklı yazısında Batı medeniyetine dâhil olduğunu iddia eden Türkiye’nin, içerisinde bulunduğu medeniyet dairesi içinde millî kültürünün yerini, Avrupa kültürü ile Türk kültürünü mukayese ederek somut örnekler üzerinden tartışmış ve şu sonuca varmıştır: “Millî kültürümüzü ırkımızın, tarihimizin mayasiyle yoğurmaya, dinimizin ruhiyle doldurmaya ve vatan topraklarında beslemeye mecburuz. Anadolu’nun topraklarından kan, İslâm’dan ruh ve Türk’ün tarihinden hayat almayan Türk kültürü olmaz. Kültür taklid edilmez. Nakl edilmez, kopya edilmez, medeniyet aletleri gibi satın alınmaz, kaçak mal gibi gümrükten çıkarılmaz. Bu dâva, milletimizin bütün şahsî davasıdır. Bu şahsiyet, bir felsefî sistem içerisinde yoğundur. Millet hayatının her sahasında feyz ve hayat kaynakları arar. Köklerini kendi vatan topraklarına saldıktan sonra büyük milletimizin kültürü dışarıdan alış veriş yapar, yakınlıklar arar, komşuluklar kurar. Ancak bu nisbet ve hudut dâhilinde garplılaşmamız doğru olur. Yoksa kendimiz hiç olarak ve kendimizi hiç bilerek garba teslim olmak değil. Böyle bir esaretten milleti kurtaracak büyük ve yaratıcı bir milliyetçilik hareketinin doğmasını beklemeliyiz. ”[10]
Nurettin Topçu, “İnsan” başlıklı yazısında insan üzerinden his, akıl, ilham gibi kavramları ele almış ve insanın tekâmülünün şu yolu takip ettiğini ifade etmiştir: “İlk ve hayvanî duyguları yaşamaya başladıktan sonra dikkatli ve disiplinli metodlarla akla teslim edilmeliyiz. Bu, mektebin ve terbiyenin işidir. Aklın saltanatını kuran adamlar bizi ilahî ilhamın eşiğine kadar götürmelidir. Tam ve kurtarıcı teslimiyet ilhama yapıldıktan sonra insan bütünlüğünü anlar, bütünü sever ve cüz’iden sıyrılır. Ruh selâmete, insan insanlığına kavuşur. Bu hâle ulaştıktan sonra akıl yerini idare eden aldanmaz bir vasıta, hisler varlığımızı saran samimi ve yaşatıcı unsurlar hâline gelirler. İlhama bağlanan akıl hakikate uzanabildiği gibi yine ancak ilhamın doğurduğu duygular insanî duygulardır. İlhamsız akıl insanı hatalara, ilhamdan doğmayan duygular insanlığı felâketlere götürür.”[11]
Nurettin Topçu, “Uçuruma Götüren Yollar” başlıklı yazısında son neslin Hakk’a götüren yolda yürürken muvaffakiyetsizliğe uğrayıp yollarını şaşırdığını belirtmiş ve nesli uçuruma götüren yolları 7 madde hâlinde değerlendirmiştir. Genç neslin hakikat ve selâmet yollarını bulabilmesi için bizzat kendi sapkınlıklarından doğacak dersi alması gerektiğini belirten Topçu Bey, gençliğin tuttuğu yolların onu günden güne zayıf, ümitsiz ve cesaretsiz yaptığını vurgulamış; kurtuluş yolunu şu sözlerle ifade etmiştir: “Neslimiz bir Rönesans’a susamıştır. Bu bir muhteşem uyanıştır ki siyasetin, taklit ve taassubun bölgelerinden çok uzaklarda, mayası iman ve ümit olan yaratıcılığın mesuliyetle ödevler yüklenen iradeyi harekete geçirdiği aşkın âleminde gerçekleşecektir.[12]”
Nurettin Topçu, “Fethin Felsefesi” başlıklı yazısında İstanbul’un fethinin felsefi açıdan 7 madde üzerinden maneviyatı ön plana çıkararak derinlemesine değerlendirmiştir.[13]
Nurettin Topçu, “Vatanın Âtisi” başlıklı yazısında kalabalıklar arasında vatanın geleceğini düşünen tek bir fedaînin bile çıkmamasına dikkat çekmiş; insanların gündelik meselelerle meşgul olduğunu ve yarın endişesi deyince yalnızca çocuklarına bırakacakları mirası düşündüklerinden şikâyet etmiştir. Vatanı kurtarma iddiasıyla siyaset denizine atılan neslin, bilmeden, sanki vatanı boğma azminde olduğunu belirtmiştir.[14]
Nurettin Topçu, “Yunus Emre’de Vahdet-i Vücut” başlıklı yazısında Moğol istilası sonrasında Anadolu’nun durumu hakkında bilgi vermiş ve Yunus Emre’nin şiirleri üzerinden Vahdet-i Vücut inancını açıklamıştır.[15]
Nurettin Topçu, “Dilimizin Dolmayan Çilesi” başlıklı yazısında iktisat, aile, sanat, ahlâk ve din gibi dilin de bir cemiyet olayı olduğunu belirtmiş; cemiyet olaylarının zaman içinde sürekli evrim geçirdiğini ifade etmiştir. Bu cümleden olarak Türkiye’de dil kurumunun, Türk dilinin geçen asırlarını itham ettiğini vurgulayan Topçu Bey, Türkçenin kaynaklarına ve kendi yapısına tamamen yabancı olan Batı dillerinden Türkçeye kelime aktarma hevesi ve çılgınlığı hâlinde görülen zamane hareketlerinin, güzel Türkçemize suikasttan başka bir şey olmadığını ifade etmiştir. Dil kurumunun dilde sadeleşme adına yaptığı bazı uygulamaları, Türkçenin adeta budanması olarak yorumlayan Topçu Bey, Osmanlıcaya yöneltilen eleştirilerin de yersiz olduğunu savunmuştur.[16]
Nurettin Topçu, “Şahsiyet” başlıklı yazısında ruhî ve içtimaî olmak üzere iki unsurun bütününden yapılmış manevî bir terkip olarak tasvir ettiği insan şahsiyetinin, en hızlı gelişmesini gençlik çağında yaptığını belirtmiştir. Ruhî unsurların, tasavvurlar, ümitler, idealler, hareket iradesi ve sonsuzluğa çevrilmiş olan bütün içsel kuvvetler olduğunu belirten Topçu Bey, içtimaî unsurun ise insanın cemiyet içindeki yeri, rütbesi, başkaları tarafından değerlendirilmesi ve hayat gemisindeki dümen rolü olduğunu ifade etmiştir. Ruhî unsurların insanı kendine getirdiğini ve yaşadıkça olgunlaştırdığını vurgularken; içtimaî unsurların her adımda insanı kendisinden uzaklaştırdığını ve bazen gafletlerin gayyasında boğduğunu belirtmiştir. Normal insanda bu ikisinin denge hâlinde bulunduğunu ifade eden Topçu Bey, şu uyarılarda bulunmuştur: “Gençleri ilimle, imanla, ahlâkî ideallerin aşısıyla yetiştirirseniz olgun şahsiyetler elde edersiniz. Yükseltilen ve daima değerlendirilen ruhî şahsiyet mevki, makam ve para hırslarını eritir, küçümser, onların şer ve musibetlerinden kendini korur. Böyleleri ideal adamı, hak adamı, iman adamı olurlar. Gençlerinin ruhî şahsiyetini olgunlaştırıcı gayretlerle fedakârlıkların esirgendiği yerde her ân pusuda bekleyen mevki ve servet hırslarının sentezinden ibaret içtimaî şahsiyet galebe eder; gençliği pençesine takar; kâh tekmede zafer arayan spor müsabakacısı yapar; kâh hak ve hayatlar çiğnemede saadet arayan fahiş kazançların çılgını hâline koyar; kâh büyük kapılardan büyük alkışlar arasında büyük adımlarla girmenin sevdalısı siyaset ihtirasıyla çürütür. İnsan artık kaybolur. İnsanı insanda yok etmeye kabiliyetli hırslar hayata hâkim olurlar; kalabalığın toplandığı yerlerde alkışlanan işte bu hırslardır.”[17]
Yukarıda yapılan kısa değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere Nurettin Topçu, geçmişe, güncele ve geleceğe dair birçok meseleyi Türk Yurdu yazılarına konu edinmiştir. Topçu Bey’in Türk Yurdu yazılarında Türk milletinin millî ve manevi değerlerini koruması gerektiği; dolayısıyla kültürüne sahip çıkması gerektiği; gündelik meselelerde kaybolmak yerine, toplumu ilgilendiren meselelere kafa yorup millî birlik şuuru ile hareket edilmesi gerektiği gibi birçok hassasiyet ön plana çıkmaktadır. Anlaşılacağı üzere Topçu Bey, gençliğe hassaten önem vermiş; vatanı kurtarma hevesiyle siyasete atılıp, aslında vatana zarar verici davranışlarda bulunan gençleri uyarmış; gençlerinin şahsiyetini olgunlaştırıcı adınlar atılmasını temenni etmiştir. Günümüzde de tartışmaların odağında olan insan, toplum ve devlet mefhumlarının döneme ait güncel hâlinin tespiti; temenni edilen ideal hâli ve ideal hâlin ne şekilde gerçekleşeceği de Topçu Bey’in yazılarında yer almaktadır. Son cümle olarak, karar verici merciler, Nurettin Topçu, Erol Güngör, Arif Nihat Asya, Cemil Meriç, Osman Yüksel Serdengeçti, Osman Turan gibi mütefekkirlerin fikirlerine kulak verse ve eleştirilerini dikkate almış olsaydı, şüphesiz ki, bugün Türkiye’nin gündemi daha farklı olurdu.