« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

13 Tem

2020

Uygur Türklerinin kaderi nihayet değişebilir mi?

01 Ocak 1970

Uygur Türklerinin yıllardır yaşadığı insan hakları ihlallerine devletler de şirketler de duyarsız. Trump ise geçen ay bu ihlallerden ötürü Çin’e yaptırım kapısını açacak yasayı onayladı. Peki, bu yeterli mi? Dünya neden sessiz?

Uygur Türklerinin kaderi nihayet değişebilir mi?
Çin’in keyfi olarak binlerce Uygur Türkünü toplama kamplarına almasıyla İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en geniş çaplı insan hakları ihlallerine tanık oluyoruz. Ancak, dünyanın gözü önünde olan bu ihlallere, Çin ile ilişkilerini gözettiği için, çok az ülke açıkça karşı çıkıyor. İnsan hakları örgütlerinin eylemleri de henüz sonuç vermekten uzak.

The Economist dergisi, Uygur Türklerinin durumuna ilişkin “Göz ardı edilen gerçek: Uygur Türklerinin haklarını savunmayan tek lider Donald Trump değil” başlıklı bir makalede ve “Çin’in Uygur Türklerine yönelik savaşı” adlı podcast yayınında meseleyi gündeme taşıdı.

Her iki yayında da öne çıkan ilk konu, dünyanın Uygur Türklerinin durumuna yönelik duyarsızlığı, sessizliği… Politikanın, siyasi dengelerin bu hali nasıl mümkün kıldığı The Economist’in yayınlarına özetle şöyle yansıyor:

“Birkaç ülke Uygur Türklerine karşı ihlallerden ötürü Çin’i kınarken, çok azı harekete geçebildi. Örneğin, İsveç hükümeti işkence gören Uygur Türklerinin iltica başvurusunda bulunabileceğini açıklarken, Kamboçya, Mısır ve Tayland, Uygur mültecileri Çin’e geri gönderdi. Çin hükümeti, bu kamplarda toplananlara mesleki eğitim verildiğini, suçlamaların asılsız olduğunu iddia ediyor. Ancak, özgürlüklerine ne zaman kavuşacağını bilmeyen mahkumlar; İslam’ı eleştirme, sakallarını kesme, domuz eti yeme, kendi Türki dillerinin yerine Çince konuşma ve Başkan Xi Jinping’i övme gibi bir dizi eyleme zorlanıyor. Hatta geçen ay yayınlanan bir araştırma, Çinli yetkililerin Uygur Türklerinin nüfusunu azaltmak için kadınları zorla kısırlaştırdığına yer veriyor.

17 Haziran 2020’de ABD Başkanı Donald Trump ‘Uygur İnsan Hakları Yasası’nı imzaladı. Bu yasa, 2017 yılından beri yaklaşık bir milyon Uygur Türkünün yargılanmaksızın toplama kamplarına (gulag) alınması gibi insan hakları ihlallerinden dolayı Çinli yetkililerin cezalandırılmasını amaçlıyor. Dolayısıyla söz konusu yasa, Sincan Uygur Özerk Bölge nüfusunun yarısını oluşturan Uygur Türkleri için bir umut ışığı olarak görülüyor. Çok sık namaz kılmak, Türk kültürüne ilgi göstermek veya devlet televizyonunu izlemeyi reddetmek gibi nedenlerden herhangi biri Pekin tarafından bu ‘eğitim kampları’na alınmak için yeterli bir gerekçe olarak gösteriliyor.

Bu yasa tasarısından evvel, ABD eski ulusal güvenlik danışmanı John Bolton, Başkan Trump’ın Çin Devlet Başkanı Jinping’e “esir kampları oluşturmanın en doğru şey olduğunu” söylediğini aktarıyor. Başkan Jinping’in ABD başkanına mahkumların tehlike arz ettiğini, dolayısıyla kampların terörizmi kontrol altına almak için gerekli olduğunu söylediği düşünülüyor. Amerikan Başkanı Trump, insan hakları ihlallerinde bulunan yabancı yetkililerin mal varlıklarını dondurma ve vize başvurularını reddetme gibi yaptırımları uygulama yetkisini elinde bulunduruyor. Buna ilaveten, yeni yasada Sincan Özerk Bölgesi Komünist Parti Başkanı Chen Quanguo ve yardımcısı Zhu Hailun’un ismi zikrediliyor. Ancak, Trump’ın 19 Haziran’da Axios isimli bir haber sitesine verdiği röportajda ise Çin’le ticari ilişkileri zedelememek için bu tür yaptırımları uygulamaktan geri durduğu aktarılıyor.”

Sembolik adımlar

Dergi, söylemlerinde insan haklarını öne çıkaran Avrupa ülkelerinin ve kurumlarının da Uygur Türklerine yönelik politikalarını eleştiriyor:

“Geçtiğimiz yıl ekim ayında Avrupa Parlamentosu, 2014 yılında bölücülük suçlamalarıyla ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Ilham Tohti adlı bir Uygur akademisyene Düşünce Özgürlüğü Ödülü’nü verdi. Avrupa Parlamentosu’nun uygulamaları da maalesef sembolik eylemlerin ötesine geçmiyor. Bununla birlikte, Çin’le ticaret yapan şirketler ve spor ligleriyse Doğu Türkistan’da yaşanan bu zulme dikkat çekmek isteyen insan hakları aktivistlerinin taleplerini görmezden geliyor.

Çin, ekonomik gücü sayesinde eleştirileri bertaraf edebiliyor. 29 Ekim 2019’da Avrupa ülkeleri ve Trump yönetimi, Birleşmiş Milletler’de (BM) Çin’i kınayan bir mektuba imza atmışlardı. Buna karşılık, Çin hükümeti ise çoğunluğu Müslüman nüfusa sahip elli ülkenin desteğini arkasına alarak, bunun terörle mücadele stratejisinin bir parçası olduğunu ve Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin daha güvenli hale getirildiğini ifade etmişti.

Koronavirüs pandemisi de Çin’in terörle mücadele gerekçesiyle gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerini ört bas etmesini kolaylaştırmış oldu. Yaklaşık 22 milyon nüfusa sahip Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde resmi rakamlara göre, 100’ün altında koronavirüs vakası bulunuyor. Bu veriler gerçeği yansıtmasa da dünyadan tecrit edilen Uygur Türklerinin virüse görece daha az maruz kalmış olma ihtimali de yüksek. Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS), Avustralya Stratejik Politikalar Enstitüsü (ASPI) ve Adrian Zenz adlı bir araştırmacının pandemi öncesi ve süresince hazırladıkları raporlarda, kamplardaki birçok Uygur Türkünün Sincan ve Çin’in diğer yerlerindeki fabrikalarda zorunlu olarak çalışmaya gönderildiği bilgisi yer alıyor. Hükümet işçi başına bu fabrikalara ödenek ayırırken, birçok Uygur Türkü çok zor şartlarda yaşamaya mahkûm ediliyor. Asgari ücretten daha düşük bir maaşa çalıştırılan işçiler (hatta ödeme yapılıp yapılmadığı da tartışmalı), etnik olarak ayrılmış ve gözetleme kuleleriyle çevrelenmiş koğuşlarda beyin yıkama seanslarına maruz kalıyor.”

Büyük şirketler de duyarsız

Ticari ilişkilerinin zedelenmesini istemeyen büyük şirketlere de değiniliyor yazı ve radyo yayınında:

“Yayınlanan raporlarla birlikte, bazı şirketler harekete geçti ve tedarik zincirlerinde zorla çalıştırma olup olmadığını incelemeye koyuldu. ASPI’nin raporuna göre, 83 firmanın bu şekilde işçi çalıştırdığı biliniyor. Örneğin Adidas, raporda yer alan ve Adidas logosunu kullanan bir fabrikanın tedarikçilerinden biri olmadığını belirtti. Aynı şekilde, raporda adı geçen Nike da zorla çalıştırma iddialarını yalanlarken, çalışma koşullarının raporda ifade edildiği gibi olmadığını öne sürdü. Konfeksiyon ve teknoloji firmalarını temsil eden Amerikan sanayi grupları da nüfuzunu kullanmaya istekli görünmüyor. Daha doğrusu, bunların da Çin hükümeti karşısında çok fazla yaptırım gücü bulunmuyor. Şirketler, dünyanın üretim merkezi olan ve en büyük tüketici markalarına büyük bir piyasa sunan Çin’le ve iktidar partisiyle açıkça ters düşmekten geri duruyor. Kurumsal lobi grupları ise Çin’e karşı ABD ve Avrupa Birliği’nin (AB) bu firmalara destek çıkması gerektiğini savunuyor.

Trump yönetimi Çin’e yönelik yaptırımları uygulamada isteksiz görünse de, Amerikan Kongresi’ndeki şahinler grubu Trump ile hem fikir değil. Florida eyaletinden Cumhuriyetçi senatör Marco Rubio, geçtiğimiz yıl mart ayında Uygur Türklerine yönelik “Zorla Çalıştırma Yasağı”nı öngören yasa tasarısını Kongre’ye sundu. Bu yasa tasarısı, aksi ispat edilebilir “Sincan bölgesinden gelen malların zorla çalıştırma sonucu üretildiği” karinesiyle birlikte, bu malların ithal edilmemesini öngörüyor. Amerikan gümrük yetkililerin ürün ithalatını bloke etme yetkisi olsa da insan hakları ihlalleri gerekçesiyle Çin’den gelen kargolara el koymak için kısıtlı kaynakları bulunuyor.

Koronavirüs pandemisi nedeniyle Kongre’nin işleyişi yavaşladığından, doğrudan hükümeti ilgilendirmeyen yeni yasa tasarılarının bu yıl yürürlüğe girmesi şimdilik imkânsız görünüyor. Avrupalı liderlerin de Uygur Türklerinin maruz kaldığı zulüm karşısında herhangi girişimde bulunması olası gözükmüyor.”

Bu tablo değişir mi?

Mevcut durum kötü olsa da Trump’ın onayladığı önemli bir somut adım. Peki, bundan sonrası gelir mi? Avrupa ve şirketler politikalarını değiştirir mi? Analizlerde bu sorulara dair olası senaryolara ve çözüm önerilerine de yer verilmiş:

“Akademisyen Tohti’nin kızı Cevher Ilham’ın, üst düzey Avrupalı bir bürokrattan aktardığına göre, Avrupa’nın Uygur Türkleri meselesine ilişkin Çin’le açıktan bir müzakere yürütmek yerine daha örtük bir diplomasi tercih etmesi gerekiyor.

Buna karşılık birçok aktivist, böyle ‘sessiz’ bir diplomasinin çözüm üreteceğini düşünmüyor. Hatta bazıları, 1980’lerde Güney Afrika Apartheid rejimine yönelik mücadelede olduğu gibi bir boykota gidilmesini gerekli görüyor. Bu boykotla, zorla çalıştırmadan faydalanan şirketlerin isimleri alenen duyurulacak, ulusal varlık ve emeklilik fonları devreye sokularak Sincan bölgesindeki insan hakları ihlallerine ortak olan şirketler bunlardan mahrum bırakılacak.

Ancak, ne yazık ki bu tür gösteri ve boykotlar Çin’in Uygur Türklerine yönelik tutumunu değiştirmesi için yeterli değil. Tabandan gelen geniş çaplı halk hareketleri, kamuoyunun dikkatini çekmenin ötesine gidemiyor. Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisi. Bu nedenle, tüketicilerin tamamı veya bir kısmı Çin’de üretilen mallardan uzak durması neredeyse imkânsız. Bir aktivist, Başkan’ın Trump’ın toplama kampları hakkındaki açıklamalarının bile en azından Uygur Türklerinin dramına dikkat çektiği için şok değerinin olduğunu belirtiyor. Aslında bu durum bile Uygur Türklerinin içler acısı halini anlatmaya yetiyor.”

www.fikirturu.com
The Economist’te yayımlanan “Göz ardı edilen gerçek: Uygur Türklerinin haklarını savunmayan tek lider Donald Trump değil” başlıklı makalenin bazı bölümleri ile “Çin’in Uygur Türklerine yönelik savaşı” adlı podcast’in özeti, Zeynep Şartepe tarafından İngilizceden Türkçeye çevrilmiş ve editoryal katkılarıyla yeniden düzenlenmiştir.

Ziyaret -> Toplam : 125,23 M - Bugn : 116186

ulkucudunya@ulkucudunya.com