BABIALİ BASKINI
01 Ocak 1970
“Kırkkilise hezimeti,Balkan Harbi’nin birinci safhasını sona erdirmişti. Şimdi Osmanlı Ordusu Çatalca müstahkem mevzileri önunde, payitahtın, İstanbul’un mukadderatını tayin edecek bir müdafaa harbine girmişti. Daha küçük çapta,fakat aynı muvaffakiyetsizlikle biten Lüleburgaz Meydan Harbi de,çekilen ve kaçan birlikleri bu son müdafaa çukurlarına sürüklemiş oldu. İstanbul büyük bir tehlike karşısındaydı. Atılan toplar,İmparatorluk merkezindeki evlerin camlarını sarsıyor,halkın asabını fena halde bozuyordu.
Bu hal büyük kabineneyi, büyük kurucusu Müşir Ahmet Muhtar Paşa’nın riyasetindeki hükümeti devirmiş, onları toptan istifaya sevketmişti. Ondan sonra kabineyi,Abdülhamit’in akıl hocalarından biri olan Sadrıes- bak Kamil Paşa kuruyordu. Bu hükümetin Harbiye Nazırı da Çerkez Nazım Paşa oluyordu. O Nazım Paşa ki, Çatalca müstahkem mevzilerinde herçi badabad, bu paniğe mani olmuştu. Sadrazam Ali Paşa’nın damadı olan bu iri cüsseli,heybetli tavırlı çerkes paşayı görüp korkmamak kabil değildi. Sert ve haris bir asker olan, Sadrazam olma hülyasına kapılan fakat sonunda İttihatçılar tarafından aldatılan Nazım Paşa’yı o zamanki bütün ittihatçı zabitan seviyordu. O’nun Kamil Paşa kabinesinde bulunmasını da Paşa’nın fevkalade zamanları göz önüne alarak yaptığı bu fedakarlığa atfediyorlardı.
Bu sırada Bulgarlar ile gizli bir anlaşmaya teşebbüs edildiği ağızdan ağıza yayılmıştı. Bunun sebebi de, Londra’da toplanan Sefirler Konferansı’nın Osmanlı Devletinin bir takım fedakarlıklar yaparak sulha başvurması, bu suretle Dünya’yı bir umumi harb tehlikesinden kurtarması tavsiyesi olmuştu. Kamil Paşa kabinesinin bu tavsiyelere uyacağı söyleniyordu. Bu haberlerin içinde bir tanesi, herkesi teessür ve hiddetten çılgına döndürmüştü. Kulaklara akseden haber şu idi: - “Hükümet, Edirne’yi Bulgarlar’a terkediyor, bütün Rumeli’den vazgeçiyor!…” diyorlardı.
Teessür, en fazla bu haberi duyan İttihatçı zabitan üzerinde azami haddine vasıl olmuştu. Ecdad kanı ile sulanmış, Fatih beylerin bin bir akınlarla at sürdüğü ovalar, yamaçlarında eşkiya kovalanmış dağlar, delikanlıların kahkaha atarak yüzdüğü köpüklü sular, dereler,vadi kenarları , demek hepsi, hepsi düşmana bırakılacak,… İşte ordu mensuplarının tahammül edemediği şey bu idi. Bu şayia müthiş feveran uyandırmıştı. Denilebilir ki: Her an patlaması muhtemel bir bomba, her an sarsılması mukadder bir yer var gibi idi.O tarihlerde İttihat ve Terakki’ye mensup zabitan, Babıali’deki Meserret Kıraathanesi’nde toplanıyordu. Ben de buraya devama başlamıştım. Bir gün Harbiye’den sınıf arkadaşım süvari yüzbaşısı İzmit’li Mümtaz’la karşılaştım….”Hüsameddin, her gün Meserret Kıraathanesine gel,bir gün buradan Babıali üzerine yürüdüğümüzü göreceksin.”………”Mümtaz, Nazırlar Heyeti içtima halinde iken baskın yapılacağını söylüyordu.”
Nihayet soğuk bir gün,1913 senesi Kanuni sanisinin (Ocak) 23.perşembe günü, öğleden sonra, vakit ilkindiye yakındı. Meserret Kıraathanesi’nde,görünürde kimse yoktu. Fakat İttihat ve Terakkiciler hemen her tarafta muayyen bir plan dahilinde harekette idiler. Talat Paşa ile Sapancalı Hakkı’ya verilen vazife, Babıali’yle Meserret Kıraathanesi arasında gözcülük etmek, baskına iştirak edecek resmi ve sivil subayların toplandığını, Enver ve arkadaşlarına haber vermekti. Erkanıharb binbaşısı Enver Bey ve arkadaşları, İttihat ve Terakki umumi merkezinin (sonradan Cumhuriyet Gazetesi idari hanesi) karşısındaki Askeri Menzil Müfettiş’liğinden gelecek işarete muntazır bulunuyorlardı. Burada meşhur yüzbaşı Yakub Cemil, İttihat ve Terakki’nin bir numaralı azası Mustafa Necip(Gümüşhacıköy’lü), İzmitli Süvari Yüzbaşısı Mümtaz(Enver Paşa’nın yaveri) hazırdılar. Ona yakın da resmi elbise giymiş zabit bekleşiyordu. Meşhur konferanscı mücahit Ömer Naci, Maarif Müdürlüğü’nün merdivenleri üzerinde ve Babıali önünde hitabette bulunacaktı. Hareketin öğleden sonra saat üçte başlaması birkaç gün evvel üst üste Vefa’da Emin Beşe’nin evinde yapılan gizli içtimada takarrur etmişti. Hatta birincisine Enver Bey gelmemişti. Bu baskına itiraz edenler olmuştu. Fakat ikinci toplantıda Enver’in zoru ile muhalifide kalmamıştı.Tam saat iki buçukta, Meserret Kıraathanesi’nin önünden Babıali’ye çıkmakta olan Talat Bey, Sapancalı Hakkı’ya:
”-Haydi Hakkı Bey, git Enver’e, herşeyin tamam olduğunu söyle!… ” dedi, ” vakit kaybetmeye gelmez.” Sapancalı Hakkı, yokuşu acele çıkarak Duyun-i Umumiye’nin bulunduğu sokağa sapmış, Menzil Müfettişliği’ne gelip Enver’e:
- Her şey hazırdır! dediği zaman, Enver’in rengi kıpkırmızı olmuş, kapının önünde bekletilen kır bir ata atlayarak: <- Haydi arkadaşlar! Allah yardımcımız olsun! diye bağırmıştı.>
Enver kır atın üzerinde ilerliyor, zabitan sağdan, soldan yürüyorlardı. Enver’in sağında İzmitli Mümtaz, solunda Yakub Cemil ve Mustafa Necip, yaya olarak geliyor.O’nu bir nevi muhafaza altına almış bulunuyorlardı. Tam bu sırada caddeye açılan sokaklardan birer ikişer, mürettep baskında vazifeli olanlar ortaya çıkmaya başlamıştı….. ..Tam bu sırada ateşli bir hatibin heyecanlı sözleri duyulmuştu. “- Vatandaşlar, hükümet Edirne’mizi Bulgarlar’a teslime karar verdi. Babıali’ye yürüyünüz!…”Yalan da değildi. Bir gün evvel Sultan Reşad’ın riyasetinde toplanan Şura-yı Saltanat, Kıbrıslı Kamil Paşa’nın sulh yolundaki mütalasına uymuş, Trakya’da, Midye, Enez hattını hudut olarak kabul etmişti…. ..
Edirne Bulgarlar’a bırakılmış oluyordu….Halk bu heyecanlı hitabet karşısında coşarak bir hamlede sel gibi Babıali önüne akmış, Meserret Kıraathanesinden ve civardaki kahvelerden koşup gelen zabitan ile ortalık dolmuştu. Ben (Hüsamettin ERTÜRK), Enver’i, Menzil Müfettişliği’nden beri takip etmekte idim.Kır at demir parmaklı kapılardan girince, Enver, üstünden atlayarak Doktor Abidin Bey’e:
“-Kapıları derhal kapayınız, vazifelilerden başkası içeri kimse girmesin!…” emrini verdi.Sonra üç, dört arkadaşıyla Babıalinin mermer merdivenlerine sıçradı. Bir sivil komiser (Şeyhülislam Cemalattin efendi’nin muhafızı) girmek isteyenlere mani olunca, Sapancalı Hakkı Bey hiddetle bağırmıştı;
”- Çekil oradan, yoksa başın belaya girer!…” ve kapıda duran iki nöbetçiye de askerce:
”- Selam dur!…” emrini vermişti.
Nöbetçiler bu emre uyarak selam dururken, Enver ve arkadaşları büyük salona girmişlerdi. O sırada içerdeki odalardan birinde çay içmekte olan ve bir misafiri ile görüşen Sedaret yaveri Ohrili Nafiz Bey, tabancasıyla dışarı fırlamış, zabitana ateş etmişti. - İşte bu sırada Mustafa Necip, kendilerine mümanaat eden komiseri ve Ohrili Nafiz’i yaralamış, kendini içerdeki odaya atan yaverin arkasından koşan Necip Bey, bir taraftan ona tabancasını boşaltırken, Nafiz Bey’de masasına çöktüğü sırada silahını kullanarak Necip Beyi ruhsuz yere sermiş, fakat kendisi de gözlerini kapamıştı. Bu tabanca sesleri üzerine yaverlerden Kıbrıslı Tevfik Bey ve Harbiye Nazırı Nazim Paşa odalarından fırlamışlardı. Nazım Paşa, Enver’i görünce şaşırmış:
“- Bu ne cüret, burada ne arıyorsunuz, asi herifler!..” diye bağırmaya başlamıştı. Enver, Paşa’yı askerce selamlamış: “- Vatanı satanlara Ordu müsaade etmeyecektir!…” demişti. İşte tam bu sırada yanında duran Yakub Cemil, kolunu Paşanın arkasından çevirip, sağ şakağına tabancayı yaklaştırarak onu vurmuş ve yere sermişti. Enver hiddetle:”- Eyvah, ne yaptınız, bu cinayete ne lüzum vardı?…” diye bağırınca hala tabancasından duman çıkan Yakub Cemil, Nazım Paşa’ya bir kurşun daha sıkarak: “- Bu herife laf anlatılır mı?…” diye cevap vermişti.
Sonra zabitan(Subaylar), Meclis-i Vükala’nın toplandığı salona girmişlerdi. Nazırlar(Bakanlar) korkudan kaçmışlar, yalnız masada Osmanlı İmparotorluğu’nun meşhur Sadrazamı Kıbrıslı Kamil Paşa kalmıştı, yerinden oynamamıştı. Yalnız içeri girenlere: “- Ne istiyorsunuz oğlum, bu hareketi yapmasaydınız, memleketimiz sulha kavuşmuş olacaktı!…” demiş ve içeri girenlerden Enver Bey’e: “- Bu baskın olmasaydı, Bulgarlar, Sırplar, Yunanlılar işgal ettikleri yerleri bize bırakacaklardı. İstediğiniz mühür değil mi, alınız!…” demiş ve mühürü atmıştı. Daha sonra da kağıt ve kalem alarak zabitanın zoru ile istifa ettiğini yazarken, Enver Paşa elini tutup:”- Milletin arzusu ile, ibaresini koyunuz!…” demişti. Sadrazam da istenileni yaparak kağıdı onlara vermişti.
Enver, Yakub Cemil ve İzmit’li Mümtaz’la, buradan çıkarak kapının önünde Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin otomobiline atlamışlar, şöförü tehdit ederek Dolmabahçe’ye, Saray’a arabayı sürdürmüşlerdi. Bu sırada Babıali, Ordu mensupları tarafından işgal edilmiş, İttihatçıların meşhur siması Azmi Bey ve muavini Sudi Bey Polis Müdürlüğü’ne, Erkanıharp Binbaşısı Cemal(Paşa) Merkez Kumandanlığı’na, Kara Kemal Posta ve Telgraf Nezareti’ne, Talat’da Dahiliye Nezaretine vaziyet etmişti.
Saray’a varan grup derhal Padişah’ın huzuruna çıkmışlar, Heyet-i Vükala’nın, Vatan hıyanetinden, Edirne’nin Bulgarlar’a terkinden, Ordunun buna asla razı olmayacağından bahsetmişlerdi. Sultan Reşat, gürültüden, isyandan hiç hazetmedi. “- Peki, oğlum Enver, ne yapmamı istiyorsunuz…”
–”- Sadarete Mahmut Şevket Paşa kulunuzu getirmek, mührü ona teslim etmek dileğindeyiz, efendimiz.”
–”- Peki öyle yapınız, memnun oldum. Beni bu aciz adamlardan kurtardınız. Var ol oğlum, Allah size muvaffıkiyet versin. Mahzuziyet’i Şahanemi Orduya iblağ ediniz!…”
İşte Babıali Baskını ile tarihe geçen meşhur vak’a, bu selam ile sona ermiş, geceleyin Üsküdar’daki evinden sadarete getirilen Mahmut Şevket Paşa, o gece Talat Bey hariç, kabinesini kurmuştu.(3)