Ahmet Hamdi Tanpınar: Edebi Kişiliği ve Öykücülüğü
01 Ocak 1970
Ahmet Hamdi Tanpınar, altmış bir senelik yaşamında, okurlarının karşısına şair, roman ve öykü yazarı kimlikleriyle çıkmıştır. II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet Dönemleriyle beslenen yaşamsal zenginliği O'nu Cumhuriyet Dönemi'nin önemli isimlerinden biri yapmıştır. Ayrıca, bu zenginlik O'na "Doğu ile Batı, geçmiş ile gelecek arasında bir köprü kurma, hem Doğu hem de Batı kültürünün etkilerini yansıtan yapıtlar" üretme olanağı tanımıştır (Ana Britanica 382). Buradan yola çıkarak Tanpınar öykücülüğünün altında yatan felsefeyi şu şekilde açıklayabiliriz: yazar, iki ayrı kültürü sentezleyerek bunu eserlerindeki kurgu üzerine oturtmuştur.Yinede bu sentez içinde , yazarın düşünce akışının durağan kalıplar içinde kaldığını söylemek pek de mümkün olmaz. Diğer bir deyişle, "Tanpınar, Türk mantık ve ahlakçılığından Batılı akılcılığa geçer. Kesin sonuçlara varıp katılaşmaktansa, aramayı, düşünmeyi, sezmeyi seven çok renkli bir yazardır" (Karaalioğlu 537).
Tanpınar'ı değerlendirirken Türk öykücülüğüne hangi yönden katkıda bulunduğu, yaşam felsefesi doğrultusunda geliştirmiş olduğu tekniği, ve içinde varolduğu zaman göz önüne alındığında Doğu-Batı ikilemine nasıl yaklaştığı, bu yaklaşımı eserlerinde ve dil kullanımında nasıl yansıttığı sorgulanabilir.
Selim İleri'ye göre Tanpınar'ın öykücülüğünü iki evrede incelemek mümkündür: i) 1943'te yayınlanan Abdullah Efendi'nin Rüyaları ilk evreyi oluşturur. Bu ilk öykü kitabıyla Tanpınar "öykücülügümüzde kişisel kargaşanın, kişilik yanılsamalarının, yaşamı gerçekligi dışında da algılamanın çok başarılı örneklerini verir." (Ileri 15). Bu kitaptaki öyküler güç öykülerdir aslında; genel çizgiyi, kişilerin duygusal çöküntüleri ve kendi benliklerine sığınarak yaşamdan belki de kaçmaları oluşturmaktadır. Tanpınar'ın ilk öyküleri göz önüne alındığında, öykülerin Türk öykücülüğüne kazandırdığı yapı ve konu özelliklerine hem olumlu hem de olumsuz eleştiride bulunmak mümkün olmaktadır. Öncelikle denilebilir ki bu öyküler, bir öykücü olarak Tanpınar'in "dünyaya bakışında ilerici bir tutumu savunmaz, kişisel kalmanın savunmasına girişir." (Ileri 15). Yinede, Ileri'nin sözleriyle aktarırsak, diyebiliriz ki "öykü okurunu köklü bir ekin birikimiyle donatır." (Ileri 15).Tanpınar'ın öykücülük yaşamının ikinci evresini oluşturan Yaz Yağmuru kitabı ise "Tanpınar'ın ilk yapıtında belirsiz bıraktığı ruhsal çatışmaları daha somut düzeyde işler." (İleri 15). Bu aşamada öyküler yine güç ve gizemlidir ama okuyucu gizemli olanı somut gerçeklikle bütünleştirebilir. Sonuç olarak Tanpınar'ın ikinci aşamasında dili, kurguyu ve içeriği daha bütünlüklü bir şekilde toplamayı başarıp okuyucusuna sunduğunu söyleyebiliriz.
Tanpınar öykücülüğünü belirgin kılan özellikleri "dili, öykü konuları ve öykü kişileri" olarak üç ana grupta toplamak mümkündür.
Yazar, öykülerinde "seçkin, çeşitli mecazlarla, düşüncelerle, soyut sözcüklere geniş yer veren kendine özgü zengin bir cümle yapısı" kullanmaktadir; "şiir dili ile nesir dili arasında kesin bir ayrılık görülmemektedir" (Karaalioglu 537). Bunun yanı sıra, Tanpınar dil anlayışını da şu sözlerle dile getirmektedir: "dil ve dille üretilen eserler dilin içinde geliştiği milliyet ruhuyla yakın alakalıdır" (Karaalioglu 537).
Tanpınar'ın öykülerinde yoğun olarak işlenen kavramlardan biri de 'zaman' dır. 'Zaman' ı değişik boyutlarıyla kavrama ve bunu kurgu yoluyla açıklama arzusu öykülerin genelinde sezilmektedir. Bunu Tanpınar'ın genel bir özelliği olarak yorumlayan Gürsel Aytaç ise şöyle demektedir:
"Bursa'da Zaman" şairi ve "Huzur" romanının yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar, 20. yy. Avrupa Edebiyatı'nın ortak problemi sayılan "zaman" kavramıyla hem konu hem de anlatım tekniği bakımından ilgilendiğini göstermiştir. "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" (1954) adlı romanda modern çağın, insanı saate tutsak eden yaşama temposu başta olmak üzere toplum mekanizmasının çeşitli unsurlarını hicivci bir bakış açısından ele alır (142)
O'na göre zaman bir bütün değildir; bilinçle bilinçaltının çatışmasıdır yalnızca (İleri 15). İşte bu yüzden Tanpınar'ın kimi öykülerinde, "sanrının, karabasancıl bir dünyanın ağırlığını" duyarız (İleri 15).
Zaman temasını irdelerken Tanpınar'ın bilinç-bilinçaltı çatışmasını ince bir duyarlılıkla işlediğini belirtmiştik. Bununla yakın bağlantılı olarak, bu çatışmaların öznesi olan öykü kişilerinin "geçmişlerindeki kimi olayların etkisiyle us güçleri dış dünya ile uyumlarını yitirmiş, yaşamları karabasanların, korkulu düşlerin kuyularına yuvarlanan" insanlar olduğunu rahatlıkla gözlemleyebiliriz (Kurdakul 629).
Yirminci yüzyılda Uşaklıgil'in "usta hikaye örnekleriyle" başlayıp devam eden modern ve çağdaş Türk hikayeciliğinin çok geniş bir yelpazeye sahip olduğunu görürüz: Anadolu gerçeklerini yansıtan Kurtuluş Savaşı hikayeleri, yurt sorunlarıyla insanları keşfe çıkan Yeni Gerçekçi hikayeleri, masalsı hikayeler, vb. Bunların arasında, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "psikolojik derinliklere, mariz kişilerin iç dünyalarına önem veren hikayeleri azınlıkta" kalmaktadır (Mutluay 532-533). Yinede Tanpınar'ı bu geniş yelpazede özgün bir yere koyabiliriz. Fakat bunun için yazarın, öykülerini nasıl kurguladığını ve Tanpınar biçemini ortaya çıkaran dili nasıl kullandığını incelememiz gerekir
Geri sayım sen doğduğunda başladı ! Eğer ( 9 ) canlı bile olsaydın en fazla ( 8 ) kez kaçabilirdin Ölümden ! Bil ki ( 7 ) Düvele sultan dahi olsan yerin ( 6 ) Mekan olacak sana. En fazla ( 5 ) Metre kumaş götürebileceksin ! Kapatacaksın ( 4 ) açsanda gözlerini ! Bu ( 3 ) günlük fani dünyada Azraile ( 2 ) kat olup yalvarsanda nafile EceL geldiğinde ( 1 ) gün öleceksin ! İşte, o an herşey ( 0 ) dan başlayacak. Çünkü,
ÖLÜM BİR YOK OLUŞ DEĞİL,YENİDEN DOĞUŞTUR
BİR ADIN KALMALI
bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
sen say ki
ben hiç ağlamadım
hiç ateşe tutmadım yüreğimi
geceleri, koynuma almadım ihaneti
ve say ki
bütün şiirler gözlerini
bütün şarkılar saçlarını söylemedi
hele nihavent
hele buselik hiç geçmedi fikrimden
ve hiç gitmedi
bir topak kan gibi adın
içimin nehirlerinden
evet yangın
evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
evet kaybetmenin o zehirli buğusu
evet isyan
evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
bu sevda biraz nadan
biraz da hıçkırık tadı
pencere önü menekşelerinde her akşam
dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
sen say ki
yerin dibine geçti
geçmeyesi sevdam
ve ben seni sevdiğim zaman
bu şehre yağmurlar yağdı
yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
yine de bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
kaybetmek için erken, sevmek için çok geç
Ahmet Hamdi TANPINAR
NE İÇİNDEYİM ZAMANIN
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpâre geniş bir ânın
Parçalanmış akışında,
Bir garip rûya rengiyle
Uyumuş gibi her şekil,
Rûzgârda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.
Başım sükûtu öğüten
Uçsuz, bucaksız değirmen;
İçim muradıma ermiş
Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
Ahmet Hamdi TANPINAR
23 Haziran 1901’de Istanbul’da dogdu. Baytar mektebini birakarak girdigi Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden 1923’te mezun oldu. Erzurum, Konya ve Ankara liseleriyle, Gazi Egitim Enstitüsü ve Güzel Sanatlar Akademisi’nde edebiyat ögretmenligi yapti, ayni akademide estetik ve sanat tarihi dersleri verdi. 1939’da Istanbul Üniversitesi’ne Yeni Türk Edebiyati Profesörü olarak atandi. Maras Milletvekili olarak 1942-1946 yillarinda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulundu. Bir süre Milli Egitim Müfettisligi yapti ve Güzel Sanatlar Akademisinde eski görevinde çalistiktan sonra 1949 yilinda Istanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyati Bölümü’ne yeniden döndü. Bu görevde iken 24 Ocak 1962’de Istanbul’da öldü.
BURSA`DA ZAMAN
Bursa`da bir eski cami avlusu,
Mermer sadirvanda sakirdiyan su.
Orhan zamanindan kalma bir duvar...
Onunla bir yasta ihtiyar cinar,
Eliyor dört yana sakin bir günü;
Bir rüyadan artakalmanin hüzünü
Icinde, gülüyor bana derinden,
Sanki bir hatira serinliginden,
Ovanin yesili, gögün mavisi,
Ve mimarilerin en ilahisi...
Bir zafer müjdesi burda her isim,
Yekpare bir anda gün, saat, mevsim,
Yasiyor sihrini gecmis zamanin,
Hala bu taslarda gülen rüyanin,
Güvercin bakisli sessizlik bile
Cinliyor bu gecmis zaman vehmiyle.
Gümüslü bir fecrin zafer aynasi,
Muradiye, sabrin aci mehvasi,
Ömrümün timsali beyaz nilüfer,
Türbeler, camiler, eski bahceler.
Sanli menkibesi binlerce erin,
Sesi arsa cikan hengamelerin
Nakleder yadini gelen gecene...
Bu hayalde uyur Bursa her gece:
Her sabah onunla uyanir, güler
Gümüs aydinlikta serviler güller
Serin hulyasiyle cesmelerinin;
Basindayim sanki bir mucizenin
Su sesi ve kanat sakirtisindan,
Billur bir avize Bursa`da zaman.
Yesli türbesini gezdik dün aksam;
Duyduk bir mü* gibi zamandan.
Cinilere sinmis Kur`an sesini;
Fetih günlerinin saf nes`esini,
Aydinlanir gördüm tebessümünle...
Isterdim bu eski yerde seninle
Bas-basa uyumak son uykumuzu
Bu sükün icinde... Ve ufkumuzu,
Cepcevre kaplasin bu ziya, bu renk,
Havayi doldursun uhrevi ahenk.
Bir ilah uykusu olur elbette
Ölüm bu tilsimli ebediyette,
Belki de rüyasi eski cedlerin,
Beyaz bahcesinde su seslerinin.
--------------------------------------------------------------------------------
YAGMUR
Uyu! gözlerinde renksiz bir perde,
Bir parca uzaklas kederlerinden
Bir ruh gülümsüyor gibi derinden.
Meh-tabin ördügü saatler nerde?
Yarsin bahcelerde rüzgar gezinsin,
Yagmur ince ince topraga sinsin,
Bir baska alemden gelmis gibisin,
Dalmis gözlerinle pencerelerde.
--------------------------------------------------------------------------------
BIR GÜN ICADIYE`DE
Bir gün Icadiye`de veya Sultantepe`de,
Bir beste kanatlanir, birden oldugun yerde
Bir kainat acilir, genis, sonsuz, büyülü,
Bu günün rüzgarinda yikanan mazi gülü
Dagilir yaprak yaprak hayalindeki suya
Bir baska gözle bakarsin ömür denen uykuya.
Belki en hulyalisi duydugun masallarin
O safak saltanati korularda dallarin
Her ufku tek basina bekleyen eski camlar
Bir sir gibi ömründen sizdirilmis aksamlar,
Ardicla kestanenin her yillik macerasi
Harap mezarliklarda ölülerin duasi
Gelir ve tekrar dogar ölmüs sandigin aska
Anlarsin ölüm yoktur gecen zamandan baska.
--------------------------------------------------------------------------------
ESIK
Bu yekpare akis, durgun, derinden...
Her aynada yalniz kendi görünen
Bu yüz ve sifasiz yüzü esyanin
Kendi cevherinde mahpus bir anin
Dagittigi dünya hep yaprak yaprak,
Dalgin, unutulmus sesleri uzak
Bir uykudan bana tekrar dönenler,
Icimde, disimda hep ayni cember.
Bin elmas parilti oyun ve halka
Kücük ve hic degismez dalgalarla
Bende bana mechul aksamlar yoklar.
Gülen ve gömülen gölge ufuklar
Acayip davetlerin rüzgarinda
Her lahza yine kendi sularinda...
Uzakta, aya cok yakin bir yerede,
Cilgin ve muhtesem harabelerde,
Büyük sukutlarin firtinasi var.
Mermer duvarlarda kirilmis sazlar,
Cok genc ucusunda ve hangi hasin
Yildiza gülerek carptigi icin
Alninda bir siyah nokta geceden
Kovulanlar isik bahcelerinden,
Bu ciplak, ümisiz ve saf duada.
Ve bir kadin beyaz, sakin büyülü
Gögsünde kaniyan bir zaman gülü
Mahzun bakislarla dinler derinde
Olup olmamanin esiklerinde
Garip telasini binlerce fecrin
Ocaginda nezir güvercinlerin
Hülyam o kivilcim ve kül yagmuru
Cirpinir bu beyaz mahsere dogru.
Ey hic sasmayan göz, büyük büyük atmaca
Gölgesi günesin üstünde ucan
Disi kuyrugunda ebedi yilan,
Ve üstüste rüya.
Bir ses yavasca,
Bir ses, bin uykudan mahmur ve zengin
Zümrüt usaresi maviliklerin
Sularin üstünde arar kendini
Yoklar, ömrün bütün sahillerini
Cizgiler silinir, ufuk bir beyaz
Cin Kasesi olur, toprak, yosun, saz
Hep birden tutusur, narin kemerler
Alevden sütunlar, altin mücevher,
Ah bu cilgin yagma.. Orman catirdar
Ve ciplak aynasi ufkun tekrarlar
Büyük masalini aydinliklarin
El ele bir oyun bugün ve yarin
Bütün pinarlara kostum cevap yok
Tekrar bana döndü her attigim ok
Her ciglik önümde tutustu yandi
Tahtayi kurt oydu, tas yosunlandi,
Yabani otlarla örtülü duvar...
Ilhamli cehresi hilkatin sular
Kac kere degisti önümde böyle,
Birbiri ardinca gün ve mevsimle...
Ve kac kere bahar güldü derinde
Güllerin kanayan bekaretinde
Taze gülüsüyle topragin suyun...
Tilsimli kadehi her susuzlugun
Ey safakdan, sirdan, arzudan hayal
Yildizlarin bize ördügü masal
Kac kere yarattim tenhada seni
Beyaz kollarini, sicak buseni...
Bakisin, gülüsün nes`en ve hüznün
Ay altinda bir gül nagmesi yüzün...
Evet cok bekledim, kac kere hazan,
Dinc atlar kosturdu bos ufuklardan
Yeleler alevli, agiz köpüklü,
Bulutlar bir kanli hiddetle yüklü
Gectikce batiya dogru önümden
Zalim ümitlerle ürperirdim ben,
Duyardim uzlette her an bir yeni
Alemin yikilip devrildigini
Cilgin mahserinde ses ve renklerin...
Benden sor sirrini mesafelerin
Benden sor benden dinle aksami...
Rabbim bu sonsuzluk ve onun tadi...
Bir ses yavasca der, birak yalvarsin,
Hayat bu kapida.. ne cikar varsin,
Nakislar gülmesin beyaz tasinda
Ölüme benzeyen bu sonsuslugun
Caglayan hayaller yeter basinda...
Bir fikir, bir sekil dalinda olgun
Agir sallanan hazan meyvasi,
Gurbet, mendillerin cirpinan yasi,
Yüzler ki bir uzak müjdeye benzer,
Her türlü isiga kapanmis gözler,
Her sey, hepsi gülen, susan, kamasan
Rengiyle toplanir bende bu aksam
Rüzgarla tarümar, mevsimle sarhos
Gelir ta kalbimde dügümlenir...
Bos ve ümitsizdir aksamin hüznü
Bu tenha cesmede bir an yüzünü
seyredenler altin sazlar icinde
Ruh muammasinin ürperisinde
Kaybolmus sanirlar kendilerini...
Birak bu tesadüf bahcelerini...
Hakikat, cok uzak, karanlik, derin
Bir dille konusur, büyük köklerin
Toprakla ezelden karismis dili,
Geceyle ölümdür asil sevgili
Bu ikiz aynada toplanir yollar
Karanlik yaratir, ölüm tamamlar.
Kacalim seninle biz de geceye
Ölümün kardesi saf düsünceye...
Yeter büyüsüne aldandigimiz
Günesin..biraz da yalnizligimiz
Kendi aynasinda gülsün, gerinsin
Güvercin topuklu sükut gezinsin.[/font][/font]
Mavi, Maviydi Gökyüzü
Mavi, maviydi gökyüzü
Bulutlar beyaz, beyazdı
Boşluğu ve üzüntüsü
İçinde ne garip yazdı...
Garip, güzel, sonra mahzun
Işıkla yağmur beraber,
Bir Türkü ki gamlı, uzun,
Ve sen gülünce açan güller,
Beyaz, beyazdı bulutlar,
Gölgeler buğulu, derin;
Ah o hiç dinmeyen rüzgâr
Ve uykusu çiçeklerin.
Mor aydınlıkta bir çınar
Veya kestane dibinde;
Mahmur süzülen bakışlar
İkindi saatlerinde...
Birden gülümseyen yüzün
Sabahların aynasında
Ve beni çıldırtan hüzün
İki bakış arasında.
Ahmet Hamdi Tanpınar