Biden ile aslında kim kazandı?
Süleyman Seyfi Öğün 01 Ocak 1970
ABD’de, Demokratların iktidâra gelmesiyle berâber bütün dünyâda siyâsal mânâda paradigmatik bir dönüşüm yaşanacağına dâir beklentiler yükselmiş durumda. Bunun neticesinde sağ-popülistik iktidâr odaklarının sıkıntıya düşeceği ve “kaçınılmaz” bir şekilde tasfiye edileceklerine dâir öngörüler de hayli yaygın bir mâhiyette karşımıza çıkıyor. Biden’ın siyâsetlerinin “kurumsal” bir çerçeveye oturacağını, Trump’ın dışladığı küresel, uluslararası yapılarla berâber çalışmak sûretiyle uluslararası hukûku devreye sokacağını iddia edenlerin değerlendirmeleri de dikkât çekiyor. Bir bakalım; öyle mi olacak acaba?
ABD’deki seçimlerden kısa bir zaman evvel NATO’nun Avrupa’daki sesi olarak bilinen Der Spiegel’in kapağını bir bakıma “4’lü Çete “ olarak muamele gören ve hedefe konulan liderlerin portreleri süslüyordu. Sağ popülist liderlerdi bunlar. Alttaki başlık ise daha dikkât çekiciydi. Bu liderleri konuşturan; “Ben Halkım” diyen bir başlıktı bu. Şi Cinping, Trump, Putin ve Erdoğan’dı bu figürler. Der Spiegel bu kapakta âdeta, yeni devirde bunların hedefte olduğunu ilân ediyordu. Darbeci Sîsi, Suud ve Körfez’deki despotik idârelerden bahis açılmaması ve görmezden gelinmesinin tuhaflığını bir hatırlayalım. Burada cezâlandırılmak istenen seçilmemişlik değil, seçilip de “uygun” davranmamak. Dahası, demokrasinin “olmazsa olmaz” şartı olan “seçimlerin” istenen neticeleri vermemesi. Nedir bu istenen ve uygun olan? Demokrasinin “liberâl” vasfı. Yâni bireycilik ve çoğulculuk.. Demokrasinin “yeter” veyâ asgarî şartıyla, “gerek” şartı arasındaki uyumsuzluk keskinleşiyor. Sağ popülistik liderlik kurumuna karşı duyulan “demokratik” hınç, bir bakıma demokrasinin kendisine duyulan hıncın dolaylı dışavurumu.
Trump’ın kaybetmesi bu sürecin ilk zaferi olarak takdim edilebilir. Modern zihniyetin basitleştirici işlem dünyâsı domino münâsebetler kurmayı pek sever. Trump gittiyse, diğerleri de gidecek demektir gibi bir algı ve beklenti bunun açılımı olsa gerekir. Biden, Erdoğan için “devrilmesi gerekir; tabiî ki muhalefet tarafından seçimle” tarzı garip bir değerlendirmede bulundu. Darbe özlemini “by pass” eden tuhaf bir ifâde bu.. Yâni şecaat arz ederken…
Biden iktidârının, Trump tarafından yıpratılmış olan ABD-AB işbirliğini tâmir etmeye soyunacağı muhakkak görülüyor. Almanya ve Fransa ‘daki iktidâr odaklarının memnûniyeti had safhada. Bu restorasyon sürecinin NATO üzerinden gerçekleşeceği de âşikâr. Macron’un ,“NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” ifâdesi, aslında NATO’nun NATO gibi işlemesine duyulan bir arzunun yansımasıdır. PESCO’ ya dönük arayışları da, NATO’ya karşı değil, onun doğurduğu bir boşluğu nasıl giderebiliriz arayışının bir fonksiyonu olarak değerlendirmek yerinde olur. Ama Biden’ın gelmesiyle berâber Avrupa derin bir nefes alıyor. Bundan sonra Türkiye ve Rusya her şekilde hedefte olacak. Bu çok âşikâr. Türkiye’nin iç siyâsetinde yaşanan gelişmeler de bu kapsamlı sürecin izdüşümü olarak değerlendirilmeli..
Biden’ın ağırlığını Akdeniz, ve Avrasya’da yoğunlaştıracağını düşünüyorum. Tablo Soğuk Savaş’ı hatırlatıyor. Doğu Avrupa, Baltık’tan Balkanlar’a , Rusya ile Orta ve Batı Avrupa’yı ayıran çatışmalı bir hatta evrilecek. Yine dikey olarak Avrasya bölgesinde Rusya, Karadeniz ve Hazar üzerinden sıkıştırılacak. Türkiye ise NATO ayarlarına döndürülmek için baskı altına alınacak. İran ile yumuşama başka bir coğrafya ile irtibatlı. İran; Hindistan, Pakistan ve Afganistan parantezine alınmak isteniyor. ABD Hindistan’a apayrı bir değer veriyor. Buradaki Rusya nüfûzunu kırmak niyetindeler. Husûsen de askerî plânda. Çin ile çok yakın bağlantılar geliştiren Pakistan’ı da zor günler bekliyor. Bu dinamikler Çin’in küreselleşme siyâsetlerine kendi kontrolünde karasal bir açılım getirmesinin neticesi. ABD’nin hegemonyasını zora sokan da bu. Biden’ın Çin ile kökende bir sorunu yok. Çin’den duyduğu rahatsızlık küreselleşme sürecine kandırdığı Asya ve Avrasya açılımı. Biden’ı iktidâra taşıyan “kurumsal” ABD’nin şikâyeti de bu aslında. Dolayısıyla Avrasya ve Asya’ya yüklenecekler.
ABD seçimlerini kazanan aslında ne Demokratlar ne de Biden. Aslında ABD seçimini Cumhûriyetçiler ve Demokratlar arasındaki yarışa indirgemek büyük bir yanılsama doğurur. Bilindiği gibi ABD siyâsal kültüründe parti yapısı Avrupa’daki parti yapısına benzemez. Çok gevşek bir yapılanmadır ABD ‘deki parti yapılanması. Siyâsal partiler alanında bu, “disiplinsiz parti” tiplemesi olarak târif bulur. Kanaâtimce bu seçimde, ABD siyâsal kültüründe son derecede tesirli olan iki anaakım yarıştı. Bunlar Trump’ın temsil ettiği, kurumsal ABD’de karşılığı zayıf olan; lâkin seçim haritalarında kırmızıya boyanan seçmen coğrafyalarında çok yaygınlık bulan Paleocon, yâni eski tarz muhafazakârlık ile ABD ‘deki kurumsal yapılarda çok tesirli olan Neocon akımlardır. İlki içeride saldırgan, dışa karşı ise kapanmacı; diğeri ise içeride oydaşmacı; dışarıya karşı ise alabildiğine saldırgan eğilimleriyle biliniyor. Bu seçimi kazanan Neo-Con anaakım ve NATO oldu. Vaziyet böyle iken Biden’dan demokrasi bekleyenlerin yanılacağı âşikâr. Bu yazılanları delillendirmem istenirse, seçimlerden kısa bir zaman evvel Cumhûriyetçi Bush Jr.’un Biden’ı destekleyen açıklamalarını hatırlatmak isterim. Hâsılı Trump sâdece Demokratlarla değil, Neocon Cumhûriyetçilerle de çatıştı. Kendisine seçimi kaybettiren de bu oldu. Kazanan ve kaybedene bir de böyle bakın ve beklentilerinizi de buna göre ayarlayın derim.