« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

30 Kas

2020

`Bu olay Türkiye'ye, gerekirse seninle denizde de savaşabilirim mesajıdır`

Benan Kepsutlu 01 Ocak 1970

Türkiye dış politikada ciddi süreçlerden geçiyor.

Tüm oklar kendine çevrili, müttefikleri tarafından bile adeta fırsatı kollanan hedef tahtasında.

Kovid-19 ve iç siyasetin oluşturduğu gündem maddeleri, dış dünyada olan gelişmelerin arka sıralara atılmasına neden oluyor.

Uluslararası alanda Türkiye'ye çevrilen oklar haber bültenlerinde hızlıca geçerken, o okların yerinden fırlaması "yeni bir gelişme" gibi karşımıza çıkıyor.

Oysa ekonomimizin, güvenliğimizin, ulusal çıkarlarımızın temel nedenini oluşturuyor bu gelişmeler.

Tıpkı ABD'nin eski başkanı Bill Clinton'ın söylediği gibi; "dış politika, iç politikadır" meselesi yani.

Hafta içinde, Yunan amiralin taktik komutasındaki Alman fırkateyninin Türk bandıralı bir ticari gemiyi hedef alması da yeni bir gelişme değil, yaşanan gelişmelerin sonucu niteliğindeydi.

Doğu Akdeniz'deki gelişmelerin ve Türkiye'nin lehine ilerleyen sürecin paralelinde, Yunanistan ile gelinen noktanın yanı sıra, Libya açıklarında Fransa ile yaşanan kriz ve diğer Avrupa Birliği ülkelerinin tavırları, adeta her fırsatta tekerrür ediyor.

Yaşananlar sonrasında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun "cevabımızı sahada vereceğiz" açıklaması sonrasında akıllara "o cevap nasıl olacak ve olmalı" sorusu geliyor.

Verilmesi gereken cevabın niteliğini, konunun Mavi Marmara saldırısıyla ilişkilendirilmesinin doğru olup olmadığını ve yaşananların önümüzdeki süreçte doğurabileceği stratejik sonuçlarını Tümamiral Cem Gürdeniz ile konuştum.


- Yaptığınız açıklamada Alman fırkateyninin BMGK 2292 sayılı kararına uymadığını ve gemiye çıkmak için "makul gerekçe" gerektiğini ifade ediyorsunuz. Hangi gerekçeler makul sayılabilir?

Libya'ya silah ambargosu ile ilgili olan BMGK 2292 (2016) sayılı Kararın 3'ncü maddesi ile alt maddeleri, yasal bir müdahale için iki koşulun yerine getirilmesini gerektirir.

Bu koşulların ilki müdahale eden devletin veya uluslararası örgütün "Libya'ya veya Libya'dan silah veya ilgili malzeme taşıdığına inanmak için makul gerekçelerinin" olmasıdır.

Diğeri de "herhangi bir denetimden önce ilk olarak geminin bayrak Devletinin onayını almak için iyi niyetle çaba sarf etmesi"dir.

"Makul gerekçeler" araştırma yapan devlete veya uluslararası kuruluşa belirli takdir hakkı bırakabilirken, geniş bir hareket serbestisi vermez.

Güvenilir istihbarata, nakliye şirketinin geçmişine / itibarına veya geminin faaliyetlerine dayalı olarak kapsamlı değerlendirme yapılması gerekir.

Burada muhatap Türkiye'nin dünya çapında şöhrete sahip Arkas Firmasıdır. Bu firma disiplini, kurallar ve prensiplere uyumu ile temayüz etmiş sicile sahiptir.

Yani olağan şüpheli sayılamayacak derecede iyi bir geçmişe sahiptir. Türk bayraklı gemi diğer taraftan ticaret filoları için çok önemli bir kriter olan beyaz sicildedir.

Seyri sırasında AIS cihazı açıktır. Kaptan başından itibaren talimatlara uymuştur. Geminin geçmişinde kanun dışı bir suça iştirak etmediği bilinmektedir.

Makul gerekçe olması için olgusal, somut delillere bağlı istihbarat bilgisinin yanısıra, geminin geçmişinde kanunsuz faaliyetlere katıldığına dair kayıtlar da gereklidir.

Destekleyici unsurlar olarak liman devleti kontrolleri sırasında sık sık tutuklu kaldığı; ISPS Tüzüğü gerekliliklerini karşılayamadığı, donatanının maddi sorunları nedeni ile geminin zaman zaman haciz veya rehin kaldığı gibi olgulara dahi bakılabilir.

Bu saydığım unsurlara Arkas Firmasına ait Roseline-A gemisi için bakılmadığı açıktır. Gemi Türk bayrağı taşıdığı ve Misrata limanına gittiği için olağan şüpheli konumuna alınmış, siyasi nedenlerle kurban seçilmiş, geçen yaz Türk savaş gemileri eşliğinde Libya'ya giden iki gemimize denetleme yapamayan AB, Türkiye'den bir nevi intikam almıştır.

Gemiye çıkma tamamen siyasi saikler içinde yapılmıştır. Şu ana kadar ne Almanya ne de AB, Roseline-A konusunda güvenilir, somut bir istihbarat bilgisi gösterememiştir. Bu bağlamda, 16 saatlik aramadan sonra silah bulunmaması da bu yaklaşımın ispatıdır.


- Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, "Biz cevabımızı sahada da vereceğiz" dedi. Sahada Türkiye'nin vereceği cevap nasıl olmalı?

Türkiye bu modern korsanlık karşısında hukuki yolların yanısıra mütekabiliyet sınırları içinde sahada karşılık vermelidir.

Almanya ve/veya AB'nin eylemleri sadece denizlerdeki seyir serbestisi ve Türkiye'nin egemenliğini ihlal etmekle kalmıyor, aynı zamanda BMGK kararının sunduğu yetkiyi siyasi nedenlerle kötüye kullanıyor.

Usulsüzlüğün temel kaynağı AB ve Alman Savunma Bakanının ileri sürdüğü 4 saatlik bekleme süresi uygulamasından kaynaklanmaktadır.

Bu süre bambaşka bir uluslararası sözleşmenin (1988 SUA) ek protokolünden (2005) kaynaklanmaktadır ki, Türkiye bu sözleşme ve protokole taraf olduğu halde, ek protokolde geçen 4 saatlik bekleme süresi ile ilgili uygulamaya taraf değildir.

AB'nin "Biz dört saat bekledik hatta bir saatte ek süre tanıdık Türkiye'den cevap gelmeyince gemiye çıktık" açıklaması açık bir hukuk ihlalinin itirafıdır.

UNSCR 2292 BM Güvenlik Konseyi kararı bu sözleşme ve bu protokole uygulama için referans vermemiştir. BM, bu yetki aşımı ve yetkinin siyasi kazanç nedeniyle kötüye kullanımını mutlaka soruşturmalıdır.

Bu kapsamda bayrak devletinin iznini almadan ve makul gerekçelere dayanmayan nedenlerle gemiye çıkma kararı alanlar ve bu gayri hukuku kararı uygulayanlar mutlaka kurumsal ve kişisel bazda soruşturulmalıdır.

O nedenle konu BM Güvenlik Konseyine götürülerek UNSCR 2292'nin uygulanmasında AB'ye bağlı EUNAVFOR karargâhı ve denizdeki Taktik Komutanın yetki aşımı yaparak bayrak devletinin izni olmadan gemiye çıkma emrini vermeleri nedeniyle soruşturma açılmalıdır.

Diğer taraftan konu mutlaka NATO'ya da götürülerek, ittifak dayanışma ruhunda derin çatlamaya neden olacak bu uygulama Kuzey Atlantik Konseyinde protesto edilmelidir.

Başından bu yana önerdiğim üzere Türkiye NATO'nun Akdeniz'deki Sea Guardian harekatına verdiği gemiyi de geri çekmelidir. Benzer bir protesto Uluslararsı Denizcilik Örgütü IMO'da genel kurulda yapılmalı, EUNAVFOR'un açık denizlerdeki seyir serbestisine büyük zarar veren bu hukuk dışı uygulaması protesto edilerek kayıtlara geçirilmelidir.

Gemide gerek zabitan gerekse mürettebata tehditkâr silahlı güç kullanan Alman SAT timi komutanı başta olmak üzere, bu hukuksuz saldırıyı gerçekleştiren karar vericiler için Türk mahkemelerinde suç duyurusu yapılarak yargı süreci başlatılmalıdır.

Unutulmamalıdır ki AB sismik ve sondaj gemilerimizin personeli ile TPAO yöneticileri için benzer hukuki süreçleri başlatmışlardır.

Türk gemisini makul gerekçeler ve somut nedenler olmadan durduran, gemiye çıkan ve 16 saat silah zoru ile personelini esir alan kurum ve kuruluşlar için mütekabiliyet prensibi içinde devletimizin alacağı pek çok tedbirler söz konusudur.

Bunlar önümüzdeki günlerde açıklanacaktır diye düşünüyorum. Unutulmamalıdır ki Türk Boğazlarını ve Türk karasularını kullanan ticaret gemileri illaki hata yaparlar.


- Yaşanan olay İsrail'in 2009'da düzenlediği "Mavi Marmara" saldırısıyla ilişkilendiriliyor. Sizce de öyle mi?

Ben bu ilişkiyi kurmuyorum. İkisi farklı. Mavi Marmara'da Türk Hükümeti de İsrail Hükümeti de ciddi hatalar yapmıştır. Olay gerek hedefleri gerekse sonuçları itibarıyla farklıdır.

Seyre elverişliliği olmayan gemi Marmara Denizi dışına çıkarılmış, Antalya'da geminin bayrağı son anda Komorlar Bayrağı ile değiştirilmiştir.

Geminin söz konusu seyre çıkmaması ve fiilen İsrail kontrolünde olan Gazze'ye girmemesi için resmi ikazlar yapılmasına rağmen iç siyaset kazanımları nedeni ile seyirde ısrar edilmiş, milletvekilleri tehlikeyi görerek son anda seyre katılmazken Türk vatandaşlarının katılmasına izin verilmiştir.

Türk Genelkurmayı bu konvoya refakat sağlamamış, Mavi Marmara devletten ziyade hükümetin bir projesi olmuştur. İsrail Hükümeti ise abluka sahasını deniz hukuku ve silahlı çatışma hukuku usullerinin dışında son derece geniş tutarak, gemiyi Gazze'den yüzlerce mil uzakta silahlı müdahale ile zapt etmiştir.

Burada İsrail tarafından, uluslararası deniz hukukunun gerektirdiği ziyaret, arama, zapt ve müsadere usulleri uygulanmamış, silahlı çatışma hukuku kuralları bile orantısız güç kullanımı ile ihlal edilmiştir.

İsrail her zaman olduğu gibi çok az şiddet ile kontrol edebileceği bir krizi ciddi can kayıplarına neden olacak şekilde sonuçlandırmıştır.


ABD koruması ve kollaması altında bir devlet olduğundan kanunsuz abluka ve aşırı güç kullanımı ile kan dökerek geminin zapt edilmesi konusunda uluslararası ceza yargılaması yapılmamıştır.

Mavi Marmara'da İsrail için kesin istihbarat varken; Roseline A ‘da AB için ne istihbarat ne de makul gerekçeler vardır. Geminin Türk bayraklı olması ve Misrata'ya gitmesi yeterlidir.

İlkinde hedefini açıkça deklare eden ve Gazze'ye ilerleyen bir konvoy; diğerinde kanuni yükünü İstanbul'dan Misrata'ya taşıyan, her işlemini usulüne uygun yapan ve deklere eden prestijli bir firmanın konteyner gemisi vardır.

Geminin tek suçu Libya Hükümetinin daveti ile ülkeye askeri eğitim yardımı yapan Türkiye devletinin bayrağını taşımasıdır.

İlkinde NATO üyesi olmayan tek bir ülke, ikincisinde gerek karar gerekse icra safhasında tümü NATO üyesi olan ülkeler manzumesi söz konusudur.

O nedenle ikisi ayrı durumlardır. Bu skandal, benzetilecekse 4 Temmuz 2003 Süleymaniye baskınına yani Çuval Vakasına benzetilebilir.


- Yaşanan olayın Türkiye'nin müttefik donanması tarafından gerçekleştirilmesi nasıl okunmalı?

Son derece endişe içinde okunmalıdır. NATO müttefikleri Türkiye'ye silah çekmiş, vatan toprağı sayılan ticaret gemimizin kaptanını ve personelini 16 saat boyunca esir almışlardır.

Bu sonuçları son derece yıkıcı olan bir süreçtir. AB IRINI Harekât Merkezinin ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilciliği'nin olağan açıklamalar ile duyurduğu basit bir olay değildir.

16 saat boyunca zapt edilen gemi, Türk bayraklı bir gemidir. G20 zirvesinin yapıldığı, Cumhurbaşkanının AB ve ABD'ye bağlılığını deklare ettiği bir günde bu skandalın yaşanması müttefiklik kapsamında değil ancak düşmanca hareket kapsamında değerlendirilebilir.

Bu aşamanın bir üst seviyesi savaştır. Unutulmamalıdır ki denizde karadaki gibi vekâlet savaşları olmaz. Bugün gerek Libya gerekse Suriye'de vekalet savaşları var ve müttefiklerimiz ile farklı gruplar altında aslında savaşıyoruz.

PKK/PYD/YPG'ye yapılan yardımları nasıl izah edebilirler? Bu olay Türkiye'ye, gerekirse seninle denizde de savaşabilirim mesajıdır. Son derece tehlikeli sonuçları vardır.

Haziran ayı içinde Fransız savaş gemisinin çok yüksek süratle Türk savaş gemileri tarafında eskortlanan ticaret gemimize yaklaşmasını hatırlıyoruz.

O nedenle AB, Türkiye'yi Doğu Akdeniz çıkarlarını savunma, Seville Haritasına razı ol, Libya'ya burnunu sokma mesajlarını vermeye devam edecektir.

Bu olay AB'de müdahaleci kanadın yani Avusturya, Fransa, Yunanistan ve GKRY gibi ülkelerin başını çektiği grubun bir başarısıdır. Türkiye'nin geri adım atması milli çıkarlarımızı zedeleyecek süreci başlatma riskini taşır.


- Almanya Savunma Bakanı Kramp-Karrenbauer'in "Alman askeri tamamen doğru hareket etti" açıklamasının dayanağı nedir?

Bakan UNSCR 2292'ye ve bu kararda adı geçmeyen SUA Sözleşmesi ve ek Protokole gönderme yapıyor.

Ne bu BMGK kararı ne de SUA Sözleşmesi ve Ek Protokolü açık deniz alanında bayrak devleti onayı olmadan gemiye çıkma yetkisi vermez.

AB ve Alman makamlarının 4 saat kuralı çok sıkı kurallara bağlıdır ve Türkiye bu usulü uygulama konusundaki niyet belgesini Uluslararası denizcilik Örgütüne (IMO) göndermemiştir.

Kısacası gerçek anlamda bir oldu bitti vardır. Siyasi hedeflere yönelik bir kurgu vardır. Almanya bu süreçte kullanılmıştır.


- Bu olay önümüzdeki süreçlerde hangi stratejik sonuçlara neden olabilir?

Bu olayın yol açtığı genel hasar, yasal, stratejik ve hatta jeopolitik sonuçlarıyla Avrupa Atlantik cephe ile makas açılması potansiyeline sahiptir. Bu koşullar altında şu değerlendirmeler yapılabilir:

Denizlerdeki seyir serbestisi ve Türkiye'nin egemenliğine yönelik bu müdahale, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında giderek büyüyen güvensizliği hızlandıracaktır.

Söz konusu gemi (Alman), Taktik Komutan OTC-IRINI (Yunan Amiral) ve Harekât Komutanı / EUNAVFOR-IRINI (İtalyan Amiral) aynı zamanda NATO devletlerine ait olduğundan bu olay NATO dayanışmasına da zarar verecektir. "NATO Güven ve dayanışması nerede?" sorusu sorulabilecektir.

16'ncı yüzyıldaki Hugo Grotius dönemine kadar uzanan denizlerdeki seyir serbestisi özgürlüğünün temeline, zorla silahsız bir ticaret gemisine çıkılarak büyük zarar verilmiştir.

Bu eylem, AB'nin Türkiye'ye karşı çözümü zor, ciddi bir düşmanca eylemidir. Türk halkının aklında ve kalbinde bu düşmanlığın yaratacağı etki, 4 Temmuz 2003'te Irak / Süleymaniye'de Türk Özel Kuvvetlerine yönelik Amerikan saldırısına benzer olacaktır.

AB, kesin ve inkâr edilemez operasyonel istihbarat olmadan şüphe üzerine hareket ettiğinden, bu yaklaşım, okyanuslardaki diğer oyuncular için sahte müdahaleler ve gemiye çıkma teşebbüslerine yol açacak ve örnekler oluşturacaktır.

Bu müdahale "kamusal amaçla" yapılmamıştır. "Para Kazanımı'' içermemekle birlikte, bir Yunan Amiralin kışkırtması ve manipülasyonu ile Almanya ve AB için "özel siyasi kazanımlar" için yapılmıştır. Bu bakımdan modern "devlet adına korsanlık" biçimine, benzetilebilir.

Bu skandalın şüphesiz Doğu Akdeniz ve Ege anlaşmazlıkları üzerinde olumsuz ve rahatsız edici etkileri olacaktır. İlgili taraflar arasında karşılıklı güven, iyi niyet ve güvene büyük zarar vermiştir. Bunun ciddi sonuçları olacaktır.
Bu amatörce hareketler ne bölgesel istikrara ne de uluslararası düzene somut bir katma değer sağlamayacaktır.

Ziyaret -> Toplam : 125,17 M - Bugn : 52264

ulkucudunya@ulkucudunya.com