« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

21 Ara

2020

Akılsız Bilimin Serüveni

Ayşe Yılmaz 01 Ocak 1970

Problemler doğru tespit edilmedikçe bir problem çözme durumundan da söz edilemez; edilemiyor da. Bunun için de iyi bir bilim adamının aynı zamanda iyi bir felsefeci olması beklenir. Yoksa günümüzdeki felsefi problemlerin geldiği nokta açısından, Searle gibi birçok filozofun rasyonaliteyi temellendirme çabaları göz önüne alındığında, bilimin artık aklı görmezden gelen bir zihin felsefesine indirgendiği söylenebilir.


Bilimin aklı saf dışı bıraktığı zamanlardı. Artık onun temellerini sabitleyeceği kavram, ardında rasyonalitenin durayazdığı zihin’den başkası değildi. Günümüzde kanıtlayabilmek için zihni delik-deşik etmeye sıvanan bilim adamları, bunu, aklı işin içine katmadan başarabilecekler miydi? Her ne kadar bir indirgeme gibi addedilmese de, bilim zihinden ibaret sayılabilir miydi?



Belki de bu soruların cevaplarını yıllar önce Thomas Kuhn’un açtığı gedikte aramak gerekli. Hem Kuhn, rasyonalitenin mitleştirilmesine karşı çıkmamış mıydı? Zaaflarından dem vurmamış mıydı?



Kuhn’un 1962 yılında Bilimsel Devrimlerin Yapısı (The Structure of Scientific Revolutions) adlı kitabından önce -her ne kadar birkaç çatlak ses duyulmaya başlansa da- bilimsel gelişme birikimli, sürekli ve kesintisiz kabul edilirdi. Kuhn bu görüşü yanlışladı ve bilimsel gelişmenin bir dizi kesintiler, kopuşlar ve devrimler sürecinde oluştuğu görüşünü ortaya attı.



Bu teorinin anahtar özelliklerinden biri, bilimsel ilerlemenin devrimci karakterine yaptığı vurgudur ve burada devrim, bir teorik yapının terk edilip yerine ona uymayan başka bir yapının yerleştirilmesi üzerine kuruludur. Ayrıca Kuhn’un teorisinde, bilimsel topluluğun sosyolojik özellikleri daha bir önem kazanır. O yüzden bireysel psikolojinin yerine sosyal psikolojiyi, büyük bilim adamlarının taklidinin yerine topluluğun ortak bilgeliğine itaati yerleştirerek yeni bir gelecek vaad eder. Ona göre bilimsel devrim irrasyoneldir ve kitle psikolojisiyle ilgilidir.



Mitleşen Paradigma



Kuhn’un önerdiği bilimsellik ölçütü paradigmalar içinde iş görmektir. Paradigmanın ise kesin bir tanımı yapılamaz, çünkü bu onun doğası gereğidir. Pre-paradigma, olağan bilim ve bunalım/bilimsel devrim evrelerinden oluşan paradigmalar daima zorluklarla yüz yüze gelebilir. Olgunlaşmış bir bilim, tek bir paradigma tarafından yönlendirilir ve paradigmaya uymayanlar dışarıda bırakılır. Olağan bilim geleneğini desteklemeye yetenekli bir paradigmanın varlığı, Kuhn’a göre bilimi, bilim olmayandan ayıran özelliktir.



Olağan bilim bir paradigma içinde bulmaca çözme etkinliğinden başka bir şey değildir. Bakış açılarımızı kavramsal çerçevelerde sunan paradigmalar dünya görüşü veya inanç benzeri yapılardır. Çözüme direnen bulmacalar, bir paradigmanın yanlışlamaları değil, anomalileridir. Bu dönemde ortaya çıkan anomaliler teorinin hipotezleri değişmeksizin bazı yardımcı hipotezlerin değişmesi yoluyla giderilir. Giderilemeyen anomaliler bir süre göz ardı edilir ama uzun sürede olağan bilim dönemini sonlandırır. Böylece gelişim sürecinin durakladığı ve teoriye olan güvenin sarsıldığı bunalım dönemi başlar. Bunalım döneminde, kabul edilen teori ile bağdaşmayan alternatif teoriler önerilir.



Yeni bir teori veya paradigma ortaya çıktıktan sonra o alanda çalışan bilim adamları yavaş yavaş yeni paradigma çerçevesinde araştırma yapmaya başlar. Hâkim paradigmadan yeni paradigmaya geçiş bir evrim değil bir devrim veya paradigma sıçraması şeklinde ele alınır. Kuhn’a göre iki paradigma birbirleri ile karşılaştırılamaz. Kuhn, hangi paradigma’nın seçilmesi gerektiğine ilişkin basitlik, verimlilik gibi ölçütler sunsa da, bu ölçütlerin bizi doğru kuramlara taşıyacağına dair bir kanıtlama içine girmez. Bu sebeple bilimde bir ilerlemeden söz edilebilirse de, bu hakikate doğru değildir. Kuhn’a göre bir bilim adamının amacı ne teorileri doğrulamak ne de yanlışlamaktır, teoriyi doğaya uygun hâle getirmektir.



Teorilerden Araştırma Geleneklerine



Kuhn’un paradigmaların birbirinin yerini nasıl aldığı konusundaki görüşleri pozitivistler tarafından eleştirilir. Ancak Feyerabend daha da ileri gider ve pozitivist felsefenin iki özelliğine de karşı çıkar: ‘Tutarlılık’ ile ‘anlam değişmezliği şartı’. Popper ise Kuhn’dan farklı olarak bilimsel araştırmaların tek bir paradigma veya kuram bağlamında yürütülmediğini savunur. Ona göre, bir araştırma birden fazla teori dikkate alınarak sürdürülebilirdir. Tek bir teori veya paradigma yerine “teoriler çeşitlemesi” söz konusudur ve bilimsel değişme en azından rasyonel şekilde yeniden inşa edilebilirdir. Kuhn’a göre ise bilimsel değişme- bir ‘paradigma’dan diğerine- aklın kurallarınca yönlendirilmeyen mistik bir ihtidadır, tamamıyla keşfin psikolojisi alanına girer ve bir dini değişme türüdür.

Bültenimize Üye Olabilirsiniz
ornek @ mail.com

Submit
Lakatos ise Popper, Kuhn ve Feyerabend arasında bir yerde durmakta ve “paradigma” yerine “Bilimsel Araştırma Programları” kavramının tek bir teoriden ziyade bir teori dizisini yönlendirdiğini ve bu ifadenin bilimsel araştırma pratiğini daha iyi anlattığını ileri sürer. Bilim tarihinin rasyonel şekilde yeniden inşa edilmesi oldukça önemlidir ve bilim tarihinde Kuhn ve Feyerabend’in irrasyonel değişim diye gördükleri yerde tarihçi aslında rasyonel değişimin varlığını gösterebilir. Ona göre Kuhn, tarih içinde bilimin hangi safhalardan geçerek nasıl geliştiği üzerinde durmuş fakat teorilerin dayandığı temel kavramlar, bunların bilim tarihi içinde nasıl gelişip bir kavramlar örgüsü meydana getirdiği ve teorilerde bunların nasıl iş gördüğü gibi konularla ilgilenmemiştir. Bilimsel devrimler Kuhn’un yaptığı gibi irrasyonel din değiştirmeler değil, rasyonel ilerlemelerdir. Hatta Lakatos’a göre bilim tarihi ne Popper’i ne de Kuhn’u desteklemektedir. Hem Popperci can alıcı deneyler hem de Kuhncu devrimler birer mitten ibarettir. Buna rağmen Lakatos’un yaklaşımında da bir programın yozlaştığına nasıl karar verileceği konusundaki boşluk dikkat çeker.



Laudan ise Kuhn ve Lakatos’un görüşlerinin kuvvetli yanlarını alan ve onların zayıf taraflarını gideren “Araştırma Gelenekleri” diye adlandırdığı bir bilimsel faaliyet anlayışı önerir. O da Kuhn ve Lakatos gibi, bilim adamının başlıca işinin problem çözmek olduğunu kabul eder.



Hâlbuki problemler doğru tespit edilmedikçe bir problem çözme durumundan da söz edilemez; edilemiyor da. Bunun için de iyi bir bilim adamının aynı zamanda iyi bir felsefeci olması beklenir. Yoksa günümüzdeki felsefi problemlerin geldiği nokta açısından, Searle gibi birçok filozofun rasyonaliteyi temellendirme çabaları göz önüne alındığında, bilimin artık aklı görmezden gelen bir zihin felsefesine indirgendiği söylenebilir. Kuhn’un açtığı rölativite gediği ve fikirlerinin farklı yorumları istemediği bir sonucu da beraberinde getirir: Artık amaç herhangi bir gerçekliğe ulaşmak değildir, çünkü gelişme veya ilerleme zaten bizatihi yeterli bir amaçtır.

Ziyaret -> Toplam : 125,19 M - Bugn : 77509

ulkucudunya@ulkucudunya.com