Ozan Arif’in şiiri
Ahmet Bican Ercilasun 01 Ocak 1970
Ozan Arif, Türk halk şiirinin son dönemine damgasını vuran şairlerden biridir. Milyonlarca Türk’le beraber gurbet duygusunu, vatan hasretini yaşadı. Onlar gibi konuştu, onların sesi oldu. Onlar da Ozan’ın şiirlerinde kendilerini buldular. “Yatağına küskün nehir”di ama gürül gürül aktı.
Ozan Arif, Türk halk şiiri geleneğinin son temsilcilerinden biridir. Daha çok ülkü ve ülkücü çilesinin şairi olarak tanınmıştır. Bu niteleme elbette ona layıktır ama bence onu anlatmaya yetmez. Onu sadece ülkünün ve ülkücülüğün şiirini yazan, türküsünü söyleyen bir ozan olarak değerlendirmek biraz ona haksızlık etmek olur. Ozan Arif, Türk halk şiirinin son dönemine damgasını vuran şairlerden biridir.
Tabii ki Ozan Arif, ülkücü bir şair olarak tanınmaktan şikâyetçi olmamıştır. Fakat aradan belli bir zaman geçtikten sonra onun şiirleri eminim ki ülkücülük çerçevesinin dışında da değerini bulacaktır.
“Alamancılık” olarak dilimizde karşılık bulan 1960 sonrası işçi göçü, Anadolu’dan milyonlarca insanı Avrupa ülkelerine sürükledi. Oralarda, öncelikle sosyolojinin konusu olması gereken Türk yerleşimleri oldu. Gurbetçilerin kendilerine göre yaşama tarzları oluştu ve elbette müzikleri ve edebiyatları da oluştu.
Ozan Arif’i 12 Eylül fırtınasının Avrupa’ya savurduğunu biliyorum tabii. O, birçok ülkücü gibi mücadeleyi Avrupa’da sürdürmek isteyenlere katıldı. Daha doğrusu katılmak zorunda kaldı. Ama savrulduğu yer, kendinden önce ve kendinden sonra, şu veya bu sebeple milyonlarca Türk’ün de savrulduğu yerdi ve Arif de onların içinde yaşadı; gurbet duygusunu, vatan hasretini onlarla birlikte yaşadı; onların sesi, onların sazı oldu.
Yıllar var hasretim yarana dosta
Isıcak bir çorba görmedim tasta
Sana sağlam geldim, eyledin hasta
Zıkkım olsun paran pulun Almanya
mısralarında sadece kendisinin değil bütün Alamancıların hasreti vardır. Arif onların dilinden konuşmaktadır. Onlar gibi ısıcak demektedir, onlar gibi ürüşvet demektedir. Onlar gibi aha, ula, babo demektedir. Alamancıların dilleri üzerinde çalışan meslektaşlarım da gözlemişlerdir; Türkiye’deki değişmeler oralara ya hiç varmamıştır, ya da çok geç varmıştır. Biraz da yabancıların içinde kaybolmamak için, erimemek için, Anadolu’da yaşadıkları köyün, kasabanın âdetlerine, dillerine, konuşma tarzlarına sıkı sıkıya sarılmışlardır. Ozan Arif’in kullanımlarında, kelimelerinde de kendilerini bulmuşlardır.
Tahir ile Zühre, Âşık Garip gibi halk hikâyelerini bilenler, Erzurum’da, Kars’ta hâlâ canlı olarak yaşayan âşıklık geleneğini bilenler, âşıkların ellerinde sazlarıyla nasıl şehir şehir, kasaba kasaba dolaştıklarını, köy meydanlarında, şehir ve kasabalardaki kahvehanelerde saz çalıp şiir söylediklerini, başka âşıklarla atıştıklarını bilirler. Ozan Arif işte bu âşıklık geleneğinin modern bir temsilcisi gibidir. 20. yüzyılın ve şartların getirdiği önemli bir farkla. Eski âşıklar, Anadolu’yu, bazen de Azerbaycan, Irak, Suriye gibi komşu bölgeleri gezerlerdi. Arif ise Anadolu’yu şehir şehir, kasaba kasaba dolaştığı gibi Avrupa ülkelerini, Amerika, Kanada, Avustralya gibi yeni dünya ülkelerini de dolaşmıştır. Elinde sazıyla ve o coşkun sesiyle. Bir fark daha var tabii. Kahvehanelerin yerini büyük konser salonları almıştır.
On bir yıllık gurbet hayatından sonra vatanı da değişmiş görür:
Vatan için, millet için döğüşmüş
Mana için madde ile boğuşmuş
İnsanlarda bile ölçü değişmiş
Bozulmaz dediğim kişi bozulmuş
Baştakiler ne yaparsa elbette
Aynısını yapacaktır millet de
Ah Arif ah, vatanımız cennet de
Ve lakin balığın başı bozulmuş.
Hem ülkesi, ülkesinin insanı hakkında, hem de O toprakta, sen zindanda, ben sürgün dediği ülküdaşlarının bazıları hakkında derin bir hayal kırıklığına uğramıştır:
Arif’im, yıkılmış şehir gibiyim
Tadım yok, tuzum yok, zehir gibiyim
Yatağına küskün nehir gibiyim
Akıyorum ama sen gel bana sor!
Türkeş’in kabri başındaki duygularını anlatan bu mısralar bir feryattır. “Yatağına küskün nehir” benzetmesi, şair duygusunun taşmasıdır.
Ozan Arif birkaç albümde ve kitapta kalmamalıdır. O bir devrin gür sesidir; bütün şiirleri yayımlanmalıdır. Halk edebiyatı kürsülerimizin de tezlerle onu değerlendirmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ozan Arif ülküdür, Ozan Arif çiledir, Ozan Arif gurbettir, Ozan Arif isyandır ve Ozan Arif son elli yılımızın gür sesidir.