Ahmet Kabaklı 30.05.1924 – 08.02.2001
İsa Kocakaplan 01 Ocak 1970
Elazığ/Harput’ta doğdu. Babası Harput’taki Sara Hatun Camii’nin müezzinliğini yapan Ömer Efendi’dir. Annesi Pertekli Bölükbaşıların kızı Münire Hanım’dır. 1926 yılında babası vefat etti. 1927 doğumlu kardeşi Ömer ile birlikte annelerinin yanında yoksulluk ve zorluklarla dolu bir çocukluk dönemi geçirdi. Ahmet Kabaklı ve ailesi 7 yaşına kadar yazları Harput’un bahçelerinin bulunduğu Göllübağ’da, kışları Harput’ta oturdu. Evleri Harput’un Hanege denilen semtinde idi. 1930 yılında annesi Münire Hanım, Yakup Ülgün ile evlendi. Bu evlilikten Ahmet Kabaklı’nın ana bir kardeşleri Mehmet ve Güzide Ülgün doğdu (Kocakaplan 2019: 15).
Aile 1931 yılında Harput’tan Elazığ’a taşındı. Kabaklı, 1931’de Elazığ Numune Mektebi’nde ilkokula başladı. 1936 yılında girdiği ortaokulu 1939 yılında bitirdi. 1940 yılında yeniden öğretime başlayan Elazığ Lisesi’ne kaydoldu. Bu okulu 1944 yılında bitirdi. Aynı yıl İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nun parasız yatılı sınavını kazandı ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okumaya başladı. Bu bölümden 1948 yılında mezun oldu. Ardından Diyarbakır Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. Diyarbakır Halkevi tarafından yayımlanan Karacadağ dergisinin yönetimini üstlendi.
Askerliğini 1950-1951 yıllarında Manisa’da yaptı. 1951 yılında Aydın Ticaret Lisesi edebiyat öğretmenliğine atandı. Burada görev yaparken 1952 yılında Aydınlı matematik öğretmeni Meşkure Elbir ile evlendi. 1955 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kayıt yaptırdı. 1956 yılı sonbaharında Millî Eğitim Bakanlığı tarafından eğitim stajı yapmak üzere Paris’e gönderildi. Döndükten sonra 1958 yılında İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü’ne öğretmen olarak atandı. 1959 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'ni tamamladı. 1961 yılında Tercüman gazetesinde sürekli olarak yazmaya başladı. 26 Ekim 1961 tarihinde İstanbul Barosu avukatı oldu (Ülgen 2001:10).
1969 yılında İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’na öğretim görevlisi olarak atandı. 1974 yılında emekli oldu. Tercüman gazetesinde köşe yazıları yazmaya devam etti. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nda edebiyat dersi verdi. Bir taraftan da kuruluşlarına öncülük yaptığı ve yöneticiliklerini üstlendiği Edebiyat Cemiyeti, Türk Edebiyatı Vakfı ve Türk Edebiyatı dergisinde çalışmalarını yürüttü. Türkiye gazetesi yazarı iken 17 Kasım 2000 tarihinde kalbinden rahatsızlandı. 23 Kasım 2000 tarihinde Çağlayan Florence Nightingale Hastanesi’nde kalp ameliyatı oldu. Hastanede yattığı sırada 23 Aralık 2000 tarihinde eşi Meşkure Kabaklı’yı kaybetti. Kabaklı ameliyat sonrası akciğer enfeksiyonuna yakalandı ve 8 Şubat 2001 tarihinde vefat etti. 10 Şubat 2001 Cumartesi günü Fatih Camii'nden kaldırılan cenazesi, Eyüp Sultan Mezarlığı Piyer Loti tepesinde toprağa verildi.
Ahmet Kabaklı’nın edebiyata yönelmesinde annesi Münire Hanım'ın çocukluğundan itibaren ona anlattığı masal, efsane ve menkıbeler, önemli ölçüde etkili oldu. Ortaokuldaki Türkçe öğretmeni Cemile Aytaç, Elazığ Lisesi'nde edebiyat öğretmeni Cahit Okurer, Fransızca öğretmeni Cemil Meriç ve tarih öğretmeni Yahya Pehlivan onun edebiyat ve tarihe ilgisinin artmasında etkili oldular.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ndeki hocaları Reşit Rahmeti Arat, Ahmet Caferoğlu, Ali Nihat Tarlan, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan onda edebiyata ilginin bilimsel bir nitelik kazanmasını sağladı. Daha üniversitede öğrenci iken edebiyat alanının önde gelen isimlerinden Abdülbaki Gölpınarlı'nın bir yazısını eleştirdi. Bu yazı “Yunus Emre mi Yalan Söylüyor Gölpınarlı mı?” başlığı ile 20 Kasım 1946 tarihinde Son Saat gazetesinde yayımlandı. 1947 yılından itibaren Nurettin Topçu’nun çıkardığı Hareket dergisinde “Ayın Hercümerci” başlığı altında polemik yazıları yazdı. 1950’li yıllarda şiir de yazdı. 1951’de “Kadın Sesi” şiiri Nurullah Ataç tarafından beğenildi. Bu şiir hakkında yazdığı övücü yazı Ataç’ın Okuruma Mektuplar kitabında “Bir Şiir” adıyla yer aldı. Kabaklı 1956 yılında gazete yazarlığına başlayınca şiiri bıraktı (Ataç 1958: 116-119).
Karacadağ, Bizim Türkiye, Hisar, İstanbul, Çağrı, Türk Folklor Araştırmaları, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Mavera, Pınar, Kültür ve Sanat, Türk Edebiyatı gibi dergilerde şiir ve yazılar yayımladı. Kabaklı, Tercüman gazetesinin 1956 yılında açtığı köşe yazısı yazarı yarışmasına Ferhat Fırat imzası ile yazdığı “Üniversite Münazaraları” başlıklı yazısı ile katıldı ve Emil Galip Sandalcı ve Hakkı Gülmen ile birlikte birinciliği paylaştı. 1961 yılından itibaren “Gün Işığında” köşesinde sürekli olarak yazmaya başladı. 1986 yılında Kasım-Aralık aylarında 49 gün yayımlanan Yeni Haber gazetesinde yazdı. 1 Şubat 1988 tarihinde tekrar Tercüman gazetesine döndü. Bu gazeteden 2 Mart 1991 tarihinde ayrıldı. 19 Mart 1991 tarihinde Türkiye gazetesinde yazmaya başladı. Son yazısı bu gazetede 19 Kasım 2000 tarihinde yayımlandı. Kabaklı’nın gazete yazılarının sayısı 20 bini aştı (Ülgen 2001: 10-16; 2004).
Ahmet Kabaklı eğitimcilik ve gazetecilik yanında sivil toplum kuruşları ile de yakından ilgilendi. Yayıncılık yaptı. Arkadaşları ile kurduğu Edebiyat Cemiyeti adına 1972 Ocak ayından itibaren Türk Edebiyatı dergisini yayımlamaya başladı. Derginin yöneticiliğini vefatına kadar sürdürdü. Kabaklı Türk edebiyatına ve kültürüne hizmet etmeyi hayatının amacı olarak gördü. 1978 yılı Mayıs ayında etrafındaki edebiyat, sanat, fikir ve ilim insanları ve bazı politikacılar ile Türk Edebiyatı Vakfı’nı kurdu. Türk Edebiyatı dergisini bu vakfın yayın organı olarak çıkarmayı sürdürdü.
Ahmet Kabaklı fikir ve sanatta temel düşünce olarak: “Uzun bir tarihi şeref ve üstünlükle gerçekleştirmiş; İslâmî inanç ile millî karakterimizi çağlar içinde şaşılacak bir terkibe ulaştırmış olan öz kaynaklarımızdan, ecdadımızdan ve halkımızdan alınacak sayısız örnek ve ilhamlar ile günümüz dünyası içinde orijinal ve şahsiyetli, güçlü ve zengin bir Türkiye’nin var olması hususunda maddî ve manevî bütün imkânlarımızı seferber etmek” şeklinde özetlenebilecek bir bakış açısını benimsedi (Kutlu 1982: 62).
Ahmet Kabaklı milliyetçilik anlayışında Ziya Gökalp-Yahya Kemal birleşimini esas aldı. Bu milliyetçiliğin manevi tarafını Mevlânâ, Yunus Emre ve Mehmet Âkif kanalıyla gelen dini ve tasavvufi perspektif tamamladı. O da Yahya Kemal gibi Selçuklu-Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti sürecinin, Türk tarihinde Batı Türklüğü çizgisini ve organik bütünlüğü teşkil ettiğini düşündü. Dilimiz, kültürümüz, fizyonomimizin Anadolu ve Balkanlarda yeni bir hâl aldığı, İslâmiyet’in bu terkibin en önemli manevî şekillendiricisi olduğu kanısında idi. Kabaklı, bireylerin millete mensup olmak ve ona hizmet etmekle ebediyet kazanacağını söylerken de Gökalp’ın anlayışına uygun davrandı. Medeniyet ve kültür ayrımında da Gökalp’a bağlıydı. Kabaklı Türklüğün sadece ırk meselesi değil, aynı zamanda inanç meselesi olduğunu düşünüyordu (Kocakaplan 2019: 35-39).
“Gazete yazılarında polemikçi üslûbuyla öne çıktı. Millî kültüre, manevî değerlere bağlı muhafazakâr Anadolu insanının sesi olarak yıllarca Tercüman gazetesiyle özdeşleşti. Ahmet Kabaklı, aynı tavrını edebî yazılarında da sürdürdü. Hemen bütün yazılarında, bir kültür milliyetçisi olarak tarihte ve kültürde devamlılık fikrini savundu. Rejimler ve hanedanlar değişse de devletimizin tek olduğu, Osmanlı Devleti’nin ‘devlet-i ebed-müddet’ idealinin kendisinden önceki Türk devletlerini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni de içine aldığı düşüncesini vurguladı. İslâmiyet ve Türklüğün tarihte benzerine az rastlanır bir terkip vücuda getirdiğini ve bu terkibin taşıdığı zenginliklerden bugün de faydalanılması gerektiğini yazılarında işledi. Elbette kültür değişmelerinin kaçınılmaz olduğunu, ama atalarımızın Asya içlerinden Avrupa içlerine kadar çeşitli kültürlerle temas ederek değişe değişe geldiklerini, kendi kültürlerini koruyarak sonuna kadar Türk kalmayı başardıklarını önemle belirtti. Tanzimat'tan sonra bu ruhun ve fetih zihniyetinin kaybedildiğini, Avrupa kültürlerine aşağılık duygusuyla yaklaşıldığını, bu durumun yabancılaşmaya, kültür alanında sömürgeleşmeye ve dramatik bir kültür ikiliğine yol açtığını her fırsatta söyledi” (Ayvazoğlu 2006: 551). Eserlerini bu temel düşünce çerçevesinde verdi.
1961 yılında günlük olarak Tercüman gazetesinde köşe yazarlığına başlaması, Ahmet Kabaklı’nın adını duyurmasında etkili oldu. Bu arada mesleği olan edebiyat öğretmenliği ile ilgili eserler de verdi. 1965-1966 yıllarında yayımlanan ve Türk Edebiyatı adını taşıyan üç ciltlik edebiyat tarihi eseri yaygın bir okuyucu kitlesine ulaştı. Bu eser basıldığı dönemde edebiyatımızı destanlar devrinden 1940 yılına kadar değerlendiriyordu. Kabaklı 1991 yılında, kitabının 1940-1990 yılları arasında eser veren şairleri ve eserleri değerlendiren 4. cildini yayımladı. 1994 yılında da yine aynı dönemin hikâye, roman ve diğer nesir yazarlarını ele alan 5. cildini çıkardı. “6. cilt ise (1930’lardan itibaren) fıkra, deneme, tenkit, inceleme, hatıra vs. gibi nesir türlerini içine alacaktır.” şeklinde hazırladığını duyurduğu eserin 6. cildini tamamlayamadı (Kocakaplan 2019: 82).
Temellerin Duruşması, Ahmet Kabaklı’nın fikir alanında verdiği en önemli eseri olarak görüldü. Kitapta yer alan yazıların bir bölümü 1986-1989 yılları arasında Türk Edebiyatı dergisinde yayımlandı. Bu iki ciltlik eserin ilk cildinde, Ahmet Kabaklı bütünleştirici tarih anlayışını esas aldı ve Osmanlı Devleti-Türkiye Cumhuriyeti ilişkisini bu anlayış çerçevesinde değerlendirdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temellerinin, iki bin yıllık tarihimizden süzülen değerlerle aynı olduğunu; ancak Cumhuriyet’in ilanından bir süre sonra bu temellerden sapmaların meydana geldiğini savundu. Eserin ikinci cildi Kabaklı’nın vefatından sonra Temellerin Duruşması–2/Gazi ve Atatürkçüler adıyla yayımlandı. Bu eser onun en fazla baskı yapan (Birinci cilt: 2018 yılı-36. Baskı, İkinci cilt: 2019 yılı-11. Baskı ) kitabı oldu.
Kabaklı'nın yayımlanmış eserleri; tercüme ve sadeleştirmeler, fikir eserleri, edebiyat incelemeleri ve edebî eserler olmak üzere üç grupta ortaya çıktı. Vefatından sonra, onun gazete, dergi ve yayımlanmış eserlerinden seçmeler şeklinde oluşturulan eserlerinin yayımlanması sürdürüldü. 2019 yılı itibarıyla Kabaklı’nın eserlerin sayısı 47’ye ulaştı.
Kabaklı, eserleri ve yazıları ile geçmiş ile gelecek arasında sağlam bir köprü kurmayı amaçladı. 1960 sonrası fikir hayatımızda da önemli bir yer edindi. “Milliyetçi-muhafazakârlığın organik aydını misyonunu ifa etti. Sağ aydınlar arasında birleştirici, organize edici ve adam yetiştirici roller üstlenerek bir birlik oluşturmaya çalıştı. Bu uğraşında kariyer olarak fazla öne çıkmadı. Bu tavrı onun saygınlığını artırdı” (Vural 2006: 397). Bu düşünce etrafında faaliyet gösteren kişi ve kurumlara destek verdi. Aydınlar Ocağı’nın faaliyetlerine aktif olarak katıldı. Türk Dil Kurumu'nda 8 Kasım 1995 tarihinden itibaren asil üyelik yaptı.
Bürokrasi ve Biz kitabıyla Türkiye Millî Kültür Vakfı Ödülü'nü (1976); Bizim Alkibiades kitabıyla Türkiye Millî Kültür Vakfı Ödülü'nü (1977); Ülkücü Gazeteciler Cemiyeti'nden 1978-1979 yılı Fıkra Dalı Başarı Ödülü'nü; Sohbetler I ve Sohbetler II kitaplarında toplanan 1982 - 1983 yıllarında yayımlanmış yazılarıyla Türkiye Yazarlar Birliği Röportaj Ödülü'nü (1983); Temellerin Duruşması isimli eseri ile Türkiye Yazarlar Birliği Fikir Ödülü'nü (1989); Mevlânâ isimli eseri ile Selçuk Üniversitesi ve Konya Turizm Derneği ödüllerini aldı. 14 Aralık 1996 tarihinde Aydınlar Ocağı ve 55 gönüllü kuruluş tarafından kendisine “Şeyhülmuharririn” unvanı verildi.
Ahmet Kabaklı 1965 yılından itibaren milliyetçi-muhafazakâr kesim üzerinde gazete yazıları ve konferansları ile etkili oldu. Edebiyat tarihi, edebiyat yazıları, deneme, biyografi ve fikir kitapları ile eğitim çağındaki gençlik ve aydınlar üzerinde kalıcı izler bıraktı. Ocak 1972 tarihinde çıkarmaya başladığı ve vefatına kadar yöneticiliğini yaptığı Türk Edebiyatı dergisi yoluyla, milliyetçi-muhafazakâr kalemlere edebiyat dünyasında alan açtı. Pek çok şair, yazar, hikâyeci ve romancının yetişmesine imkân sağladı.