Atatürk sonrası iktidarların durumu bu değil miydi
Prof. Dr. Kemal Üçüncü 01 Ocak 1970
Bütün yanlışlar tükeninceye kadar yapıldıktan sonra 15 Temmuz sonrası pabucun pahalı olduğu görüldü ve bu politikalardan tornistan edildi lakin ayağın birisi ileri giderken yeniçeri yürüyüşü gibi diğerini garip bir el geri çekmeye başladı. FETÖ darbe yapacak diye Odatv yazdığında FETÖ’cülerle birlikte maklube yerken ağız dolusu hayınnn! diye ünleyenler 15 Temmuz akşamı Abdulhamid değil Atatürk posteri astılar. Pek haklıydılar. Doğru mevzi burasıydı.
Şimdi milli politika konusu açılınca bu arkadaşlar ve onların yancıları –iğne deliğinden Hindistan görmüş edasıyla- bize Odatv yazarı! diyorlar.
Onlar suskunluklarıyla İslam Teali Cemiyeti, Rahip Frew ve İskilipli safında durarak milli olduğunu iddia edecek kadar şaşkınlar.
Biz şahsen hep milli politikaların yanında olduk.
Arşiv ortada, yazıp söylediklerimiz ortada.
Öneriler sunduk, kavramlar geliştirdik.
Rabbim diskuruyla başlayıp “noktasında ve medeniyet inşasından” başka sözleri olmayanlar bizimle milli ve yerliyi oradan evrensele uzanan süreci hiçbir zeminde tartışacak kapasiteye sahip değildirler. Zira Türk’e ait olan her şeye yabancıdırlar.
Doğu Akdeniz, Kafkasya, Karadeniz, Kıbrıs, Suriye, Irak sahalarında bağımsızlıkçı, Türkiye eksenli Avrasyacı milli politikaları ve stratejik perspektifi tahkim edilerek 21. yüzyılın yükselen Avrasya jeopolitik dinamikleri ve realiteleri takip edilerek etkili sonuçlar alındı. AB temsilcinin deyimiyle Türkiye bütün yakın kara ve deniz havzasındaki sorunları Astanalaştırarak çözmeye başladı. Savunma açıklarını S 400 ve milli savunma sanayi teknolojileri ile kapatmaya yöneldi.
Bu politikaları eksiklerini işaret ederek bağımsız kalem, kalpak, revolver geleneğine yaslanan 150 yıllık tarihi Türk milliyetçiliğinin birikimi olan aydınlar olarak destekledik/ destekliyoruz/ destekleyeceğiz.
Velâkin iç politikada, siyasal, sosyal, hukuki, ,ekonomik alandaki keşmekeş dış politikadaki milli perspektifle tam bir tezat teşkil ediyor. Bunlara işaret edince düşman ve duj güç ilan ediliyoruz.
Oysaki sadece çiçek yağı neden pahalı? Tarladan markete gelinceye kadar gıda fiyatı yüzde 500 mertebesine nasıl ulaşıyor? diyoruz. Soruya ne hükümet ne de halleri yöneten muhalefet belediyeleri ne de toptancı esnafı rasyonel ve ikna edici bir cevap veremiyor. Oysaki bilimsel düşünce neyin ne olduğunu apaçık ortaya koyuyor. Bilimsel yöntemin ortaya koyduklarını belgeli olarak söylediğimizde garip bir hezeyanla karşı karşıyayız.
Bilimsel düşünceye kamayla saldıranların yeri tarihin çöplüğü olur.
Gıda fiyatlarının tarladan markete yüzde 500 artmasının altında yanlış tarım ekonomi politikaları ve güçlüden yana siyasal tercihler rol oynuyor.128 milyar dolar Merkez Bankası rezervinin nasıl buharlaştığını soruyoruz, merak ediyoruz, bu vergileri veren yurttaşlar olarak merak ediyoruz. Cumhur ittifakı bileşenlerinin yayın organlarından siyasilerinden bu konuda tek kelime, tek neden? Sorusu okuyamıyoruz/duyamıyoruz. Merak etmiyorlar. Hatta bu operasyonlar yapılırken milli ekonomiye geçiyoruz diye seri yayınlar yapanlar vardı, hiç de sıkılmadılar.
Bunu milli olmaklıkla izah ediyorlar. Düşmanla savaşırken millîlik iç cepheyi bozmamakmış.
Oysa ki milliyetçilik monarşiyi, kralları deviren bir ideolojidir, muhafazakar değil devrimcidir bu anlamda statükonun politikalarını tahkim eden “kıpraşmayın tehlüke vaa!” yaklaşımın millilik diye sunmak tam bir ahmaklık ve aldatmacadır. Sakarya savaşı sürerken TBMM’ye bakalım, Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lideri sigaya çeken, hesap soran bir meclis var. Toptan kabul veya ret arkaik bir düşünce tarzıdır. Eleştirel düşünce sorgular, hata, eksik ve yanlışları söyler, doğruları onaylar, alternatifler gösterir. “Her konuda sizin gibi düşünüyoruz”, “neye mal olursa seninleyiz”, gibi sözler aslında biz hiçbir şey düşünemiyoruz demektir. Hataları bilerek söylememek millete ihanettir, suça ortaklıktır. Böylesi bir tutum vatanperverlikle nasıl izah edilebilir?
Kitle insanının ve uzman tekdüzeliğinin yarattığı yavanlık ve sıradanlık yüzünden siyasal ve entelektüel hayatımız kuraktır. Siyasi partilerimizin durumuna bakın Allah aşkına.
Vatandaşın birinci önceliği işsizlik ve geçim sıkıntısıdır.
Türkiye için Neoliberal tercihler ve saçmalıklar artık ölümcüldür.
Bu ülkenin kaynakları herkese temel gıda ve asgari geçim sağlayacak kadar zengindir. Burada yapılacak olan tercih bu kaynakların tahsisi ve verimli olarak kullanılıp yönetilmesiyle alakalıdır.
Bir an önce üretim ekonomisi programına kamu özel işbirliğinde planlı ekonomiye geçmek zorundayız. Yıllık 50 milyar dolar yeni kaynakla üretime ve istihdama yönelmek zorundayız.
Ciddiyetle, kasaba kurnazlıklarına tevessül etmeden soran ve merak eden olursa 50 milyar dolar kaynağın bilimsel programını Kültür Bilimleri Akademisi olarak paylaşırız.
Hukuk devleti kavramı ülkemizde öteden beri maalesef teşekkül etmemiştir.
Sebepleri üzerinde durmamız gerekir. TBMM siyasileri ve onların saz arkadaşı sermaye güdümündeki gazete ve internet yazıcıları, her konuda uzman tv yorumcuların göre kağıtlara bir takım şeyler yazarak hukuk devletine ulaşabiliriz.
Bunlara göre İsviçre anayasası ve yasaları aynen Afganistan’a da uygulanabilir ve aynı sonuçları verir. Bilmiyorlar işte! Hemen bir yasa ve anayasa reformu yapsalar keşke! Bunları da danişment olarak alsalar, kulaklarımız dinlenirdi biraz. Eğitim, kültürel seviye ve gelir dağılımı, refah düzeyi, üretim düzeni, mülkiyet yapısı, sosyal yapıdan, tarihsel serencamdan yani altyapıdan haberleri dahi yoktur.
150 yıllık anayasal tarihimizi, devrim tarihimizi, parlamento tecrübemizi ve buradaki birikimi bilemezler.
SAYIN ADALET BAKANINA BURADAN SESLENELİM
Gelin karnımızdan konuşmayalım.
Bildiklerimizi, bilmediklerimizi ortaya koyalım ki “müsademe-i efkardan barika-i hakikate” ulaşalım.
Kültürel şizofreniyle malul cemiyetlerde en geniş anlamıyla inançlar bilgi alanını kuşattığı, bilgi alanında inançla iş görülmeye çalışıldığı, keza metafizik alanda da bilimsel bilgi metodolojisiyle tahlil yapmaya çalıştığımız için sapla saman karışmıştır. Bu tablodan doğru bir sonuca ulaşılamaz. Denizkızı gibi ne balık ne insan hem balık hem insan ucube fantazmalarla çılgın serüvenlere yuvarlanırız.
Sayın Cumhurbaşkanı, Adalet Bakanı bütün kesimleri geniş katılımlı olarak yeni anayasa yapım sürecine çağırıyorlar.
Sayın Adalet Bakanına buradan seslenelim;
Sayın Bakan;
Odatv internet sitesinin niçin kapalı olduğunu “AİHS ifade hürriyeti” ve cari mevzuat bağlamında izah edecek bir hukuki metniniz ortada yok, geniş katılımı bir tartışma ortamının nesnel koşulları ortada var mıdır?
Neyi? Nerede? Nasıl tartışacağız.
Bizi kim? nerede? Ne zaman? Dövecek, hangi gerekçeyle hapse atacak diye tedirgin bir akademiya ve entelektüel camia bilimsel görüş açıklayamaz.
Biz korkmuyoruz, biz açıklarız zira Namık Kemal’den beri “çeketimiz sırtımızdadır”, Attila İlhan’ın “Vaniköy korusundaki beyaz örtülü masasında oturmuştur, ant içmiştir ruhlarımız , , lakin onları ikna ediniz.
İktidara bağlı görüşçülerin ise görüşü zaten belli onların tartışmasına gerek yok öyle ayıp şeyler yapmazlar zaten, bir kişi söyler, ötekiler tamam der zaten.
Adam dövmenin ve darp etmenin fiili olarak, uygulama pratikleri açısından Türkiye’mizde cezai bir müeyyidesi yoktur. İktidar partisi mensubu değilse iki defa yoktur. Buna benzer bir uygulama hangi uygar dünya ülkesinde vardır?
Hukuk yurttaşı ve cemiyeti, hür düşünceyi, bilimsel, kültürel ve sanatsal üretimi korumuyorsa başka ne işe yarar?
Sizin hoşunuza gitmeyen görüşleri söyleyenlerin dövülmeyeceğinin garantisi var mıdır? Oysaki çok imrendiğimiz hukuk devletinde muhalif siyasi görüşleri, toplumda tedirginlik uyandırsa dahi şiddet övgüsü, terör çağrısı içermiyorsa anayasal güvence altındadır. Bizde de kâğıtlarda öyle olduğu yazıyor, inanalım mı? Yeniden daha güçlü şekilde yazdığımızda uygulanacağının güvencesi nedir?
Kendine hakim veya hukukçu diyen bir zatın normlar hiyerarşisinde anayasanın en tepede olduğunu, uluslararası anlaşmaların bağlayıcı olduğunu bilememesine imkan var mıdır? “, pek çok yüksek bürokratın, siyasilerin uluslararası insan hakları sözleşmesi, yargısı, anayasa mahkemesi kararları bizi bağlamaz” dediğini sizler duymamış olabilir misiniz? Önce bu arkadaşlarınızla bir fikir birliğine ve mutabakata varıp bunu bizlere, muhaliflere açıklamanız lazım, oyunun kurallarını centilmenlik gereği bilmemiz lazım.
Bizler dehşetle izliyoruz.
Anlamadığımızı düşünüyor olamazsınız.
Hukuk bu arkadaşlarımızı, kurumları bağlamıyorsa, bağlamazsa kimi bağlıyor? Beni mi? “Kör tuttuğunu şey eder” hukukuna geçilir buradan. Halk hukuku, folklor, üstüne güveç yiyip fanta içelim en iyisi, sonra duj güçlere söverik! Duj güçler dujda boy abdesti alırken geniz yanana kadar su çekmiyor, abdestleri batıldır, iğne ucu yer kalana kadar da ıslanması lazım ki bazı kör noktalar kuru kalıyor zannımca.
Yoksa sorun daha başka türlü olmasın, bu konuyu bir daha düşünün lütfen.
Pozitif hukuk düzenine inanıyorsak hukuk üretiminde ve kamu yönetiminde, insan hakları hukukunda referansımız sadece ortak akıl olmalıdır. LBGT oğlandır öteki puşttur, sevmeyiz biz öyle şeyleri, kahr olsunlar yerine insani ve hukuki olanı çağdaş olanı öncelemek gerekir. Dini hukukta fıkıhta hünsa, gay vb tatbikatları var. Osmanlı siyasal ve hukuki düzeni bu konuda bugüne göre çok daha özgürlükçü kalıyor.
Dinsel hukuk düzeninde insan özne değildir. Normu koyan mutlak anlamda sorumsuz ve sorgulanamazdır. Burada özneler arası bir hukuki ilişkiden söz açılamaz.
Bunlara bir karar vermemiz gerekir.
Mevcut TBMM’nin kültürel düzeyi ve birikimi yeni bir anayasa ortaya koyabilme açısından yeterli mi?.
Yeni anayasacıların eskiden beri ağzını büzmesinden Osman diyeceklerini öteden beri biliriz.
Esas niyetleri Sayın Babacan’ın dürüstçe ifade ettiği gibi “anayasanı ilk 4 maddesidir” onun da henüz vakti gelmemiş olmasıdır. Yani çalınmak istenen Türk milletinin egemenliğidir. Bu cümleden olmak özere Ali Babacan ve o zihniyeti taşıyanlarla kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğiz, bizleri Türk milletinin kalem, kalpak ve revolver hattını toprağa gömmeden bunu yapamazlar. Fantacı ve dürümcüleri her zaman kandırırlar.
DİĞERLERİNİN ZATEN BÖYLE BİR DERDİ YOKTUR
Teali-i İslam Cemiyeti rahip Frew’in koordinasyonunda başından sonuna kadar milli mücadelenin karşısında oldu. Düşman 5. kol örgütü gibi hareket ettiler. İstiklal mahkemeleri onlardan pek azını tasfiye etti. Rusya ve Japon, Çin devrimlerindeki gibi tasfiyeci olmamak benim açımdan çok büyük bir eksikliktir. İsteyenler bu devrimlere baksınlar. Ruslar 1905-1945 arasında 40 yılda 50 milyon insanı devrimde ve savaşta kaybettiler ama bir Rus’un benim dedemin eline Lenin cetvelle vurdu, kalçası kırıldı, yıkılsın devlet gibi garip bir söz duyamazsınız zira büyük bir tarihin sahibi olduklarını bilir Ruslar, kültür ve tarih bilinçleri çok yüksektir. İskilpli’nin devlet töreniyle anılması Türk milletine karşı bir meydan okumadır, apaçıktır. Adı Türkiye Cumhuriyeti olan Türk milletinin içinde yaşadığını teorik olarak farz ettiğimiz bu yerde biz yaşarken oldu bunlar. Cumhuriyetin savcıları bir beis görmedi, partilerimiz tavana baktı, milliyetçi örgütler konuyu duyup muhatap oluruz neme lazım diyerek o ara sert bir şiir okuyup bayrak selfisi yaptılar, yetmezse Atsız’dan Geri Gelen Mektup şiiriyle takviye edecekler. Atsız’dan utanmadılar hem de.
Böylece milliyetçi olmakta bir sorunları kalmayacak. Teori eylem bütünlüğüne, tutarlılığa gerek yok. Folklorik ritüeller, yersiz ve zamansız sloganlar milliyetçi olmak için yeterlidir. Ardından menfaatinize uygun her türlü melaneti işleyebilirsiniz, milliyetçiliğinize halel gelmez! Pek milliyetçi, kimseye 5 yaptırmayan tarihçiler ilim yapıyorlardı o ara böyle siyasi, basit işlere girmez onlar, ama sert milliyetçidirler, buzlar çözülsün makam, mansıp, güveç işleri gündeme gelsin kimse milliyetçilikte ellerine su dökemez, şimdilik siperde bekliyorlar. Büyük Türkologlarımız, tarihçilerimiz, bunca üniversite numaradan, zevahiri kurtarmak için bile ayıptır öyle olmadı bile demediler. Bunu da tarihe not düşelim. İskilp’li devlet töreniyle anılırken Türk milliyetçileri Tanpınar’ın tabiriyle “Sahnenin Dışındaydılar” diğerlerinin zaten böyle bir derdi yoktur.
***
Eleştirel ve analitik düşünceden, bulanık mantıktan bihaber siyaset ve devlet adamları, bürokratlar onların etrafındaki aydın kadrosu “ya hep ya hiç”, siyah –beyaz gibi köşeli düşünürler. Bu yaralı ve felçli bilinç kendini düşmanın gözüyle analiz edemeyeceği için “milli çıkarın”, “milli siyasetin” nitelikli bir tahlilini yapamaz. Düzenin yararını ve maslahatını teşhis edemez.
Muhalefetse daha acıklı bir durumdadır.
Hiçbir projeleri yok.
Ciddi bir teoriniz ve onu anlayıp uygulayacak siyasi kadronuz yoksa iktidar olmak sizin ancak parlak takım elbise ve daire, güveç gibi dünyalık ihtiyaçlarınızı karşılamamıza avami, bayağı kitle insanı beklentilerinizi karşılar.
Milletin tarihi idealleri ve ihtiyaçlarını karşılayacak yeni bir medeniyet hamlesi açısından hiçbir şey ifade etmez.
Atatürk sonrası siyasal iktidara gelen partilerinin durumu bu değil miydi?
Daha ne kadar örnek arıyorsunuz.