Türkiye, diplomasinin hangi ilkesini unuttu?
Barış Doster 01 Ocak 1970
Eskiler, “mütekabiliyet” derlerdi. Günümüzde “karşılıklılık” diyoruz. Diplomasinin temel ilkelerindendir. Muhatap devletin attığı adıma eşit ölçüde, aynı oranda karşılık verilmesi anlamına gelir.
Bu hatırlatmayı yapma nedenimiz, Türkiye’nin uzun zamandır diplomasinin bu temel ilkesini unutması. Örneğin, ABD’nin önceki başkanı Donald Trump, Türkiye’ye sosyal medya üzerinden hakaret ediyor, Türkiye’nin cumhurbaşkanına hakaret içeren cümlelerle dolu mektup yolluyor. Fakat Türkiye’den iç kamuoyuna yönelik açıklamalar dışında ses çıkmıyor. Trump için “dostum”, ABD için “stratejik müttefik” demeyi sürdürüyor Türkiye. Örneğin, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Türkiye’ye hakaret ediyor. Doğu Akdeniz’de ve Ege Denizi’nde Yunanistan’ın; sözde soykırım iddiaları ve Dağlık Karabağ konusunda Ermenistan’ın bütün tezlerini sahipleniyor. Ankara’dan gereken yanıt bir türlü gitmiyor Paris’e. Açıklamalar, hep içeriye dönük. Örnekleri çoğaltabiliriz.
Önceki gün bu konuda yeni bir gelişme daha yaşandı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni ziyaret eden Yunanistan Başbakanı Kriyakos Miçotakis, Türkiye’yi ve Türk askerini işgalcilikle suçladı, bir kez daha. “Stratejik dış politika hedefimiz, adadaki Türk işgalini sona erdirmektir” dedi. Türkiye ve Yunanistan arasında 25 Ocak’ta yapılan istikşafi görüşmelerde alınan notların daha mürekkebi kurumadan yaptı bu açıklamayı. Türkiye hem Avrupa Birliği’ne hem Yunanistan’a ılımlı mesajlar verdiği, Doğu Akdeniz’deki enerji arama faaliyetlerini durdurduğu halde yaptı bu açıklamayı. İstanbul, Ankara ve Trakya üniversitelerinin, Yunanistan’ın Ankara Büyükelçiliği’nin katkısıyla düzenlediği “Dünya Yunanca Günü” konferansından bir gün önce yaptı bu açıklamayı (etkinlik, tepkiler üzerine iptal edildi).
HAKKIMIZI NASIL SAVUNMALI?
Hak ve çıkarlarımızı savunmak için Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Asıl olan iç cephedir” sözünü unutmamak ve ekonomik bağımsızlığa kavuşmak şart. Türkiye bugün ikisinden de yoksun maalesef. İç cephe; fazlasıyla bölünmüş halde. Ekonomi; dış kaynak bağımlısı. Bunlar yetmezmiş gibi dış politika, tamamen içeriye dönük yapılıyor. O nedenle dışarıdaki muhataplar, seçimlerden önce meydanlarda yüksek perdeden söylenen, hatta hakaret içeren dış politika söylevlerini ciddiye almıyor. Bu sözlerin etkinliği, saygınlığı, caydırıcılığı olmuyor. Mevcut itibarı da aşağı çekiyor. Kaldı ki bu sözler uzun yıllar etkili olduğu iç siyasette de inandırıcılığını yitiriyor bir süre sonra. Dış politikadaki keskin U dönüşleri, ne dosta güven veriyor ne düşmana korku salıyor.
Çünkü KKTC’de, ulusal kahraman Rauf Denktaş’ı devre dışı bırakıp Annan Planı’nı destekleyen de aynı iktidar, yıllar sonra Atina’ya “Sabrımızı sınama” diyen de. Çünkü Ermenistan açılımını yapan da aynı iktidar, Dağlık Karabağ meselesinde Azerbaycan’ı destekleyen de. Çünkü Suriye liderine önce “kardeşim Esad” diyen de aynı iktidar, sonra “katil Esed” diyen de. Bu örnekleri çoğaltmak da mümkün.
Yazıya bir diplomasi terimiyle başladık; ülkemizin Hariciye geleneğinin yetkin isimlerinden, eski dışişleri bakanlarından Vahit Halefoğlu’nun sözüyle bitirelim: “Hakkı savunmada kuvvetli, üslupta zarif olmalı”.