« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

15 Şub

2021

Sadri Maksudi Arsal

05.08.1879 – 20.02.1957 01 Ocak 1970

Sadri Maksudi Arsal 1878 yılında Kazan’da doğdu. 1895-1896 yıllarında bir yıl süreyle Kırım’da Gaspıralı İsmail’in talebesi oldu. Genç yaşta İsmail Gaspıralı’nın yanında bulunmak milli duygularının gelişmesinde önemli rol oynadı. (Sadri Maksudi Arsal İsmail Gaspıralı’ya ‘’manevi babam’’ derdi.) 1901 yılında Kazan’daki Rus Öğretmen Okulu’nu bitirerek Paris’e gitti. Sorbon Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördü. 1906 yılında memleketine döndü. 1907-1912 yılları arasında Rus Çarlığı parlamentosu olan Duma’da milletvekilliği yaptı. Mecliste yaptığı ateşli konuşmalarla Rusya Türklerinin ve Osmanlı Devleti’nin haklarını savundu.

1917 Ekim ihtilaliyle Çarlık Rusya’sı sona erdi, Sovyetler Birliği kuruldu. 22 Temmuz 1917 tarihinde İç Rusya ve Sibirya Millî-Medenî Türk-Tatar Muhtariyeti kuruldu. Sadri Maksudi bu özerk devletin meclis ve devlet başkanı oldu. Böylece 1552’den beri Rus tutsaklığı altında bulunan Tatar Türklerinin, kısa süreli olsa da ilk devlet başkanlığını yaptı. Rus komünistleri, 1917-1920 arasında kurulan bütün özerk veya bağımsız Türk devletlerini yıktı.

1920-1925 yılları arasında Sadri Maksudi Paris Barış Konferansı’nda Türklerin haklarını savundu. Sorbon Üniversitesi’nde dersler verdi. Atatürk tarafından Türkiye’ye davet edilince ailesiyle birlikte Ankara’ya geldi. Hukuk Fakültesi’nde Türk Hukuk Tarihi Kürsüsü ‘nü kurdu. 1925-1950 yılları arasında Ankara ve İstanbul Hukuk Fakültelerinde hukuk tarihi, Türk Hukuk Tarihi, hukukun umumi esasları, hukuk felsefesi derslerini verdi.

1931-1939 yılları ile 1950-1954 yılları arasında üç dönem milletvekilliği yaptı. 1950-1951 yıllarında Türk Parlamento Grubu Başkanı olarak Avrupa Konseyi’nde Türkiye’yi temsil etti.

20 Şubat 1957’de İstanbul’da Hakkın rahmetine kavuştu.

SADRİ MAKUDİ’NİN MİLLİYETÇİLİĞİ

SADRİ MAKSUDİ’nin ruhundaki milliyetçilik tohumları, esir bir Türk ülkesinde, Kazan’da, henüz kendini bilmeye başladığı 16-17 yaşlarında yeşermeye başlamıştır. Kazan Türklüğü, Türk Milletinin yaşama gücünü en iyi gösteren örneklerden biridir. Biz uzaktan, Sovyetler Birliği içinde kalmış Türklerin hepsinin sanki aynı zamanda bu esaret hayatına düştüklerini zannederdik. Halbuki Batı Türkistan’ın esaret hayatı 100-150 yıllıktır. Kazan ise 1552 tarihinde Rus istilasına uğramıştır. Yanı bundan tam 466 yıl önce.

İşte şayan-ı hayret olan ve Türk Milletinin yaşama gücünü gösteren hadise budur. Dört asrı aşkın bir zamandan beri esaret altında olan İdil-Ural Türklüğü, milliyetinden hiçbir şey kaybetmemiştir. 19. Asrın sonlarında ve 20. Asrın başlarında, tesirleri Türkiye’ye kadar uzanan Türkçülük hareket ve fikirleri Kazan ve civarında kendisini gösterdiği gibi, bugünde aynı bölgedeki Türkler milli dil, kültür ve tarihleri üzerinde milliyetçi bir ruh ve heyecanla çalışmaktadırlar. Zaten Sadri Maksudi’nin üzerinde durduğu en mühim fikirlerden biri de, milliyetçiliğin sosyolojik bir vakıa olduğu, bu sosyolojik vakıanın da biyolojik temellere dayandığı fikridir. Sadri Maksudi’ye göre uzak mazide bir devlet hayatı içinde uzun müddet yaşayan bir millet, sonradan esarete düşse dahi, eğer belli bir bölgede yeterli nüfusa sahip olarak yaşıyorsa, bu biyolojik ve sosyolojik kanun gereği, asla kimliğini kaybetmez. Hatta milli kültür eserleri yok edilse, milli dili şehirlerden ve yazılı eserlerden çıkarılıp köylere sürülse bile günü birinde kendini bulur; asimile edildiği zannedilen topluluğun birdenbire bir millet olarak ortaya çıktığı görünüverir. Sadri Maksudi’nin anlattığı Çek milletinin macerası bu bakımdan son derece ilgi çekicidir. Çekler 1620 yılında Alman esaretine düşmüş ve tüm aydınları ve aydınların yazdığı eserler imha edilmiştir. Yasaklar ve insanlık dışı zulümler gören Çekler, Almanlaştırılmaya çalışılıyordu. 1800’lere gelindiğinde artık Çekler, Alman sayılıyordu.

Fakat 19. Asırda Çekler yeniden doğdu. Çekçeyi unutan Çek münevverler kendi dillerini yeniden öğrendiler. Halk edebiyatında ve atasözlerinde Çekçe, yeniden bir edebi bil haline getirildi. Zamanla bütün münevverleri saran Çek olma şuuru, bugünkü Çekoslovakya’yı meydana getirdi.

İşte Sadri Maksudi bütün bu vakıaları, biyolojik ve sosyolojik kaynağa dayanan milliyet duygusunun asla ölmeyeceğine misal olarak anlatır. Bugün yaşasaydı, İran Türklüğü içinde bir edebiyatın doğmakta oluşunu şüphesiz Çek örneğine benzetirdi.

Sadri Maksudi, eserlerinde her zaman ‘’Milliyet Duygusunun Sosyolojik Bir Şe’niyet(gerçeklik) olduğu’’ fikri üzerinde durmuştur. Ona göre milliyet duygusunun dayandığı sosyolojik gerçek, ‘’fertlerin mensup oldukları kütleye karşı duydukları bağlılık hissidir.’’ Bu bağlılık hissine sosyologlar ‘’ zümre hissi, zümre şuuru, zümre zihniyeti’’ gibi adlar verirler. Bu bağlılığın kaynağı ise biyolojiktir. Bütün canlıları içine alan ve biyolojinin en önemli kanunlarından olan ‘’hayat için mücadele’’ kanunu, insanları da düşmana karşı koyabilmek ve hayatı idame ettirebilmek için, mensup oldukları kütleye bağlanmaya mecbur tutar. İşte bu kütleye bağlanış da Milliyetçilik duygu ve şuurunu uyandırır.

Bu görüşün tabii neticesi olan ve ister istemez kabul edilmesi gereken bir düşüncesi daha vardır Sadri Maksudi’nin: Milliyetçilik fikri Milletle yaşıttır. Yani bazılarının zannettiği gibi Milliyetçilik fikri Fransız ihtilali ile doğmuş değildir, ilk çağlardan beri mevcuttur. Ancak çeşitli sebeplerle küllenen bu duygu, 19. Asırda yeniden canlanmıştır.

Biyoloji ve Sosyoloji kanunlarının tabii neticesi olan milliyet duygusunu Sadri Maksudi şöyle tarif eder: ‘’ Milliyet duygusu bir millete mensup fertlerin, o milletin mazisine, istikbaline, lisanına, kültürüne, ilke ve toprağına karşı besledikleri derin, irsîleşmiş bağlılıktan ibaret ruhi bir halettir. Bu ruhi halet millet içindeki bütün normal fertlere şamil olduğundan, ferdi olduğu kadar da kolektif bir duygudur.’’

Bu tarifte iki noktaya dikkat çekmek gerekir. Sadri Maksudi ‘’irsîleşmiş bağlılık’’ diyor. Çünkü sonradan kazanılmış ruhi özelliklerinde irsiyetle nesilden nesile intikal ettiğinin ispatlandığını, bilhassa Spencer’e dayanarak ifade eder. İkinci nokta, milliyet duygusunun ‘’millet içindeki bütün normal fertlere şamil’’ olduğunu söylemesidir. İnsanın mensup olduğu kütleye bağlılığı, yani milliyet duygusu, biyoloji ve sosyoloji kanunlarının tabii neticesi olduğuna göre, bunun aksi, yani mensup bulunulan kütleye bağlı olamam hali de elbette gayri tabii yani anormal bir netice sayılacaktır.

SADRİ MAKSUDİ’YE GÖRE 9 UNSUR

Sadri Maksudi bir milleti teşkil eden unsurları dokuz maddede toplar:

1. Milleti teşkil eden fertlerin ‘’uzun zaman aynı devlet içinde, aynı otoritelere, aynı hukuki nizama tabi olarak yaşamaları.’’

2. Yeterli kalabalıkta bir nüfus.

3. Belirli bir ülke.

4. Aynı devlet içinde uzun zaman istiklal sahibi olarak yaşamış bulunmak.

5. Dil birliği.

6. Örf ve âdet birliği.

7. Müşterek dini inançlar.

8. Müşterek ruhi temayüllerin ve bu temayüllerden doğan hareket ve düşünce tarzlarının oluşturduğu milli seciye.

9. Millet ekseriyetinin aynı ırktan olması.

İşte bu dokuz maddeye dayanarak Sadri Maksudi ‘’Milleti’’ şöyle tarif eder:

Millet uzak bir mazide, ekseriyetle tarihten önceki bir devirde, muayyen bir sahada devlet kurmuş, bu devlet içinde uzun zaman müstakil olarak yaşamış, karşılıklı tesirler neticesinde fertleri birbiriyle kaynaşmış, örf ve adetler bakımından birleşmiş, aynı dili konuşan fert ve ailelerden mürekkep beşerî kütledir.

Görüldüğü gibi Sadri Maksudi, milleti teşkil eden unsurlar arasına ırkı da almıştır ve onun ifadesiyle ‘’ ırk bir çeşit mayadır.’’

Burada Sadri Maksudi’nin ırk anlayışına temas etmek lazımdır. Ona göre ırkın iki manası vardır: Antropolojik ve etnolojik manaları.

Antropolojik manada ırk, fiziki özellikleri bakımından ekseriyeti birbirine benzeyen insanların meydana getirdikleri zümredir. Bir ırkın fiziki özellikleri o ırkın bütün fertlerinde görülmese de ekseriyetinde vardır. Ayrıca fertlerde, ırkın bütün özellikleri de bir arada görülmeyebilir. Yeryüzündeki insanları 29 etnik zümreye, yani ırka ayıran meşhur antropolog Joseph Deniker’e dayanan Sadri Maksudi, ‘’biz yeryüzünde muayyen fiziki hususiyetlere malik bir Türk ırkının mevcut olduğunu kabul ediyoruz.’’ demektedir. Fakat Sadri Maksudi, eserinde ırk kelimesini, kendisinin de ifade ettiği gibi, çoğunlukla etnolojik manasıyla kullanmıştır. O etnolojik manada ırkı şöyle tarif ediyor:

‘’Etnolojik manada ırk, uzak bir tarihi devirde bir büyük devlet içinde beraber yaşamış ve bu sayede lisan, örf, adet ve inanışlar bakımından birleşmiş fertlerin ana devlet dağıldıktan sonra da kardeşliği muhafaza eden milletlerin mecmu heyetidir. Diğer tabirle etnolojik manada ırk, birbirine yakın dilleri konuşan ve müşterek ruhi temayüllere sahip olan milletlerin bütünüdür. Latin ırkı, Arap ırkı, Cermen ırkı, Türk ırkı gibi.’’

Ayrıca Sadri Maksudi’nin dikkat çekici görüşlerinden biri de ‘’Milli Seciye’’ hakkındaki fikirleridir. Şöyle diyor:

‘’Tecrübe ve müşahedeler ispat etmiştir ki bütün millet efradına şamil umumi ve müşterek bazı ruhi temayüller mevcuttur. İşte, milli seciye, milli karakter diye bunların bütününe diyoruz. Milli seciye, muayyen durumlarda aynı şekilde hareket etme, muayyen hadiseler karşısında aynı şekilde hissetme, muayyen şeylere aynı şekilde kıymet biçme temayüllerinde tecelli eder. Hangi dilde konuştuklarını bilmeksizin, bir vapurda rastladığınız iki seyyahtan birinin İngiliz, diğerinin Fransız olduğunu bakışlarından, yürüyüşlerinden, muayyen hareketlerinden anlamakta güçlük çekmezsiniz.’’

Son olarak Sadri Maksudi, Milliyet fikrine aleyhtar olan kozmopolitlik düşüncesine ve kozmopolit fikre sahip olan anarşizm, komünizm ve sosyalizme karşıdır. Kozmopolitlik, mevcut milletlerin ortadan kalkmasını, insanlığın, milliyetsiz tek bir ‘’beşerî kütle’’ haline gelmesini istihdaf eder. Esasen milliyetlerin olmadığı bir beşer kütlesini Sadri Maksudi renksiz ve monoton bulur. Ona göre:

‘’Milliyet esasına dayanan devletlerin kurulması, yani milli devlet denilen müessesenin zuhuru (meydana çıkma) medeniyet tarihinde mühim ve müspet bir hadise olmuştur. Her milli devlet, temin ettiği barış ve hukuki nizam sayesinde bir medeniyet mektebi olmuştur. Milli devletler yüksek dinlerin, felsefe ve ahlak sistemlerinin zuhurunu, ilim ve fenlerin inkişafını (gelişimi) mümkün kılan birer içtimai (sosyal) ve siyasi ortam olmuşlardır.

Ziyaret -> Toplam : 125,17 M - Bugn : 51149

ulkucudunya@ulkucudunya.com