« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

04 Mar

2009

KASTAMONU’DA BİR BÜYÜK : M. FEYZİ EFENDİ / Muzaffer Deligöz

01 Ocak 1970

Kastamonu Lisesinde okuduğum sırada karşılaştığım ve hayatıma yön verdiğini zannettiğim kıymetli bir zat var. Bu, Bediüzzaman Hazretlerinin yakın talebesi olan ve Kastamonu'da (Kalaycı Mehmet Efendi) diye bilinen Rahmetli Mehmet Feyzi Pamuk Efendi’dir..

1956 - 60 yılları içinde Kastamonu Lisesinde okuduğum sırada, çok kereler kendisini ziyaret ederek, sohbetlerinden istifade ettim. Risale-i Nur'u bana tanıtan Kıymetli kardeşim ve okul arkadaşım Tosya’lı Ekrem Köker Bey ile sık sık Mehmet Feyzi Efendiyi ziyaret giderdik. Orada çok hatıralarımız oldu. Kendilerinin birçok kerametine şahit olduk.

Mehmet Feyzi Efendinin başından geçen bir hadiseyi Abdullah Aymaz anlatıyor:

“Denizli hapsine girdikleri zaman hapishane Müdürü ve Savcısı, Kastamonulu Feyzi Efendinin sakalının kesilmediğini görünce, başgardiyana seslenerek: “niye bunun sakalını kestirmedin ?” diye bağırmıştı. O sırada sakalım kesilecek diye telaşa düşen Feyzi Efendinin yanına biraz sonra başgardiyan geldi ve çehresine dikkatlice baktıktan sonra: “Bu kadar güzel bir sakal da kesilir miymiş” deyip ayrıldı.(Yazarlardan Orijinal Hatıralar-M. Koçak 1996 ist sh:22)

Mehmet Sulusekili’nin “Mehmet Feyzi Efendiyi anarken” Yazısını okuyalım:

“Bazı kimseler vardır, Onlar güneş gibidirler. Bulundukları toplumu güneş gibi aydınlatırlar. Nasıl güneşin ışığından canlılar ve her türlü nebat yararlanırsa, bu zatların bilgilerinden, yaşama tarzlarından içinde bulundukları toplum istifade eder.

İşte bu zatlardan biri de 4-Mart-1989 da ebediyete uğurladığımız Mehmet Feyzi Efendidir. 1912 yılında Kastamonu’da doğan Mehmet Feyzi Efendi, ömrü boyunca ilimle uğraşmış, ilmi teşvik etmiş bir kişidir.

Kendisi, zamanının ünlü alimlerinden sarf-nahiv, Kur’an, Hadis, Fıkıh, Adab okumuş, daha sonra da isteyenlere bu ilimleri okutmuş bir ilim aşığıdır.

Mefahir-i milliye, mefahir-i diniye ve sadakat-ı vataniyye mefkuresi imtizaç ettiği zaman onulmayacak hiçbir yaranın kalmayacağını ifade ederdi. Cemaatlar içerisindeki bir takım ihtilafın zuhuru üzerine bu gruplardan kendisine ziyarete gelenlere; “Ben kuyu dibindeyim, minare şerefesinde olan efendilerin işlerine müdahale edemem“ açıklamasında bulunurdu.

Tevazularından meslek ve meşreplerini şu şekilde hülasa ederlerdi: “Askerlikte neferlik, sivil hayatta hiçlik, mesleğimizde gariplik”

“Allah sevgisini, Resulullah sevgisini gönlümüze dolduralım. Gönlümüzde sahte sevgilere yer kalmasın” ifadeleriyle de gerçek sevginin yolunu gösterirlerdi.

M. Feyzi Efendi askerlik dönüşü Kastamonu’ya gelmiş olan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ile tanışır. Bediüzzaman’ın Kastamonu’da kaldığı müddetçe hizmetinde bulunur.
Daha sonra da Risale-i Nurla ilgili kendisine yapılan suçlamalardan dolayı Denizli hapishanesinde ve Afyon hapishanesinde birlikte kalmışlardır.

Mehmet Feyzi Efendi bütün Müslümanları kapsayan bir birlik düşüncesinin sahibi idi. Bu yüzden hiçbir zaman İslam’a zarar getirecek tartışmalara katılmamıştır. Daima bunların dışında kalmıştır.

Mehmet Feyzi Efendi ömrü boyunca sade bir hayat sürmüştür. Ömrünün son yıllarını evde geçirmiş, yurdun dört bucağından gelen misafirlerini evinde kabul etmiş, onlara İslami konularda telkinlerde bulunmuştur.

Mehmet Feyzi Efendi, birçok öğrenci yetiştirmiştir. Öğrencilerinin arasında her sınıftan insanı bulmak mümkündür. Daima milletine karşı sevgi ve itimat beslemiştir. Ondaki millet sevgisi hep İslami ölçüler içinde kalmıştır.

Mehmet Feyzi Efendi aynı zamanda büyük bir gönül adamıydı. Herkese hoşgörü ile bakmasını bilen biriydi. Cenazesinde Ermeniler bile bulunmuştur. İslam Davasının yılmaz savunucusu M. Feyzi Efendiyi rahmetle anıyoruz. Allah gani gani rahmet eylesin.” (Mehmet Sulusekili-Mina Dergisi sayfa: 34)

Mehmet Feyzi Efendi hakkında son günlerin aktüel bir haberini de burada yayınlamak istiyorum:

"Said Nursi'nin talebelerinden Mehmet Feyzi Şallıoğlu (Soyadı yanlış yazılmış, Pamukcu olması gerekir MD), vefatının 17. yıldönümünde Kastamonu'daki kabri başında çeşitli anıldı. Yaklaşık on bin kişinin katıldığı anma merasiminde bulunanlardan biri de Cumhuriyet Halk Partisi Kastamonu Milletvekili Mehmet Yıldırım'dı.

Anma programında bir konuşma yapan CHP Kastamonu Milletvekili Mehmet Yıldırım, duygu dolu anlar yaşadığını söyledi, "Anadolu evliyalarına ve erenlerine sahip çıkmak zorundayız. Manevi değerlerimiz bizim en büyük ilham kaynağımızdır. Mehmet Feyzi efendi de on yedi bin Kastamonu evliyasından biridir. Kendisini rahmet ve minnetle anıyoruz. Ülkemizin dört bir yanından insanlar bu günkü proğrama akın ettiklerini görüyoruz" şeklinde konuştu.

1912 yılında Kastamonu'da doğan Mehmet Feyzi Şallıoğlu, Kastamonu'da kaldığı 8 yıllık dönem içerisinde B:ediuzzaman Said Nursi'nin hizmetinde bulunmuştu.

Fethullah Gülen Hoca efendi bu hizmetkarlar için şöyle diyor

“Üstad ’ın ilk talebeleri mana âleminin birer sultanıydılar; ama dünya onları tanıyamadı. Onların,mahviyet,tevazu ve hacâletle mühürlenen tabiatları başkalarını aldattı. İnsanlardan bazıları gururlarına; kimileri hasetlerine ve bir kısmı da bencilliklerine yenildiler ve ne Hulusi Efendi ’yi, ne Tahiri Mutlu ’yu, ne Sadullah Nutku ’yu ne de Mehmet Feyzi ’yi tanıyabildiler. Oysa,onlar bir dirilişin ilk mimarları ve Hazreti Mîmâr-ı Azam ’ın vefalı temsilcileriydiler.. Hasan Feyzi ’ye,Hafız Ali ’ye,Hoca Sabri ’ye,Tahiri Mutlu ’ya ve Hüsrev Efendi ’ye sonraki nesillerin de ihtiyacı vardı.Dünya Ahmet Fevzi ’yi,Atıf Efendi ’yi ve Asım Bey ’i mutlaka bilmeliydi.

Kitaplar ilk defa baskıya gireceği dönemde Üstad, sağa-sola hem de 50 -100 lira gibi küçük bir para bulmak için adam gönderiyor. Tahiri Mutlu -makamı cennet olsun- bunu duyuyor ve koşa koşa köyüne gidiyor. Köy meydanında bütün mülkünün satılık olduğunu ilan ediyor, arazisinin bir kısmını haraç-mezat satıyor ve parayı sevine sevine getirip Üstad ’ına teslim ediyor. Sadece o mu? Elbette hayır. Hulusi Efendi, Hüsrev Efendi, Mustafa Gül..ve diğerleri.. Hep aynı duygu ve düşünceyi paylaşırlar. Demek ki onlar, öyle samimi ve öyle bir satvet içinde idiler ki, bunu hayatlarının gayesi biliyor ve o uğurda hırz-ı can ediyorlardı.

Gün geliyor bu satvet, onları ilklerle buluşturuyor. Biri,gecenin geç saatlerinde teksir makinesinin kolunu çevirirken,“Hasbî Rabbî cellallah, mâfî kalbî gayrullah, Nur Muhammed sallâllah.” diyor. Tam o esnada birden kapı açılıyor ve içeriye Raşit Halifeler giriyor,“Devam edin, bizler sizinle beraberiz.” diyorlar..



Evet, Onlar çok gerilerde durdular, çok küçük göründüler,hep mahviyet içinde oldular.. el-âlem de yalnızca o görünüşe ve o duruşa baktı, onları sadece zahire göre değerlendirdi. Onların her birisi ihtimal bir kutbiyeti, bir gavsiyeti temsil ediyorlardı. Ama nâdanlar bunu anlayamadılar.”

SEÇİLMİŞ HALİFE'nin TEBRİK TÖRENİ

Bu arada bana çok tesir eden, bir hatıramı da anlatmak istiyorum. Bu benim değişik tarihlerde 3 defa aynen gördüğüm bir rüyadır. Birinci defa gördüğümde rahmetli M. Feyzi Efendi hayatta idi. Ancak rüyayı kendisine anlatmak imkanım olmadı.

Rüyamda, bir TIR üzerinde bulunan konteynere giriş için tahta bir merdiven yapılmış. Bu merdivenden çıkan çeşitli ülkelerin elçilerinin içeri girdiklerini görüyorum. Sorduğumda, "Halife'nin (Tebrik Töreni) var. İçeride İslam Halifesi var. Elçiler Onu tebrik ediyorlar" diyorlar. Ben de Onu göreyim diye yukarıya çıkıyorum. İçeride, elçiler sıra sıra dizilmişler.

Onları karşılayan da Alparslan Türkeş idi. Alparslan Türkeş bana: "Halife olarak M. Feyzi Bey seçildi. Elçiler Onu tebrik ediyorlar" diyor. Ben de M. Feyzi Efendinin yanına girmek istiyorum. Fakat uykudan uyanıyorum.

Bu rüyayı gördüğüm zaman Rahmetli Türkeş de sağ idi. Bu rüyayı ben O zaman Okul arkadaşım ve hemşehrim Ekrem Köker'e anlattım. Kendisi M.Feyzi Efendiye yakındı.. A.Türkeş ile de görüşürdü. Onlara anlattı mı bilmiyorum.

Ben bu rüyayı aynen olmak kaydıyla 2 defa daha gördüm. Ancak daha sonra gördüğümde M. Feyzi Efendi rahmetli olmuştu. Rüya ile amel olmayacağı ve görülen rüyanın neye delalet ettiğini bilmediğimiz ve dünyada gerçekleşmesine de inanmadığım için üzerinde durmadım.

KASTAMONU ’ DA NURCULARIN MHP yi DESTEKLEMELERİ

Bu rüyayı 2. defa gördüğüm zaman Siyasi oluşumlar Alparslan Türkeş'in bir parti kurması safhasında idi. Ancak, partiden çok milliyetçilik vasfı ağır basan bir çalışma görülüyordu. Bu sebeple de bu çalışmaların Kastamonu kısmında M. Feyzi Efendinin çok büyük bir desteğinin olduğunu duyuyordum. Zira, kendisi açıkça söylemiş olmasa bile; etrafının, özellikle Kayınpederi Enver Bey’in İl teşkilatında görev alması bunu gösteriyordu.

Ben ileriki yıllarda bu durumu görünce gördüğüm rüyalarımı hatırladım. Rüyamı kendime göre yorumladım .. Ancak o yorumların da bana kalması gerektiğine inanıyorum.

Gelelim Kastamonu’ya; Enver Abi ve Kastamonu’daki Nurcuların, M.Feyzi Efendinin onayı olmadan parti işlerini girmelerini mümkün görmüyorum. M.Feyzi Efendi ile devamlı temasta olanların ve etrafında bulunanların MHP’ yi desteklemeleri de bunu gösteriyor... Bu kardeşlerimizin halen aynı fikirde olduklarını zannederim. Arkadaşım Ekrem'in de o zamanlardan beri Ankara'da partililerle temasta olduğunu ve MHP yi desteklediğini biliyorum.

Hatta şu günlerde bile Nurcuları pek sevmeyen Ülkücülerin, M.Feyzi efendi için ihtifaller düzenlediklerini de görüyoruz. Bu konudaki bir yazı da şöyle:

"Tarikat İslam"da haktır. O (Alparslan Türkeş), ehli ile yapılan tarikatların hepsine hoş görü ile baktı. Mesela Kastamonulu Mehmet Feyzi Efendi grubu vardı. Onlarla güzel diyalog içindeydi. Hala Kastamonu Alperenler grubu her sene onun için etkinlikler düzenler. Bütün Anadolu"da İslam"a güzel hizmetler yapan cemaat ve grupları ziyaret ederdi."

Başbuğumuzun gönül dostu, ülkücü hareketin manevi önderlerinden olan Mehmet Feyzi Pamukçu efendimizi bu güzel sohbeti münasebetiyle rahmetle anıyoruz." (Yusufiyeliler)

Burada şunu da belirtmekte fayda görürüm: Risale-i Nur'dan feyiz almış bir kişi olmasa idim ve özellikle tarikat ehli olsa idim; bu rüyalar benim için çok önemli deliller olur ve ben de MHP saflarında olurdum. Bugüne kadar MNP-MSP-FP-RP-AKP yi destekleyen ve MSP döneminde Bolu İl Başkanlığı–Siirt/Bitlis İlleri Parti müfettişliği yapan bir kişi olarak bulunmazdım.

İslamiyet ve tarikat adına cahilane hatta ihanet derecesinde yanlışların yapıldığını gördüğümüz bu zamanda, Risale-i Nur ve Ondan feyz alanların bu yanlışlara düşmemesinin önemini vurgulamak isterim.

Bunun tek istisnası Müslim Gündüz olmuştur. Onun yaptıklarının tarikat, kendisinin de şeyh olarak adlandırması; tarzının Risale-i Nur'da bulunmaması, giyim-kuşam ve defli zikir ayinlerinin hiçbir zaman Nurcularda görülmemiş olması benim bu görüşümü destekliyor. Yakından tanıdığım Müslim bunu yapmaz. Kendisinin istihbarat teşkilatları tarafından bilerek, bilmeyerek yönlendirildiğini ve kullanıldığını sanıyorum.

Cumhurbaşkanı seçiminin yapıldığı bugünlerde (Yazının yazılış tarihi itibariyle.. MD), MHP nin adayı olarak çıkmasa bile, bir Milliyetçi ve Rahmetli Alparslan Türkeş’in bir yakını olarak Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyan Sadi Somuncuoğlu bana bu eski rüyalarımı tekrar hatırlattı. Acaba dedim, rüyalarımın yıllar sonra bana söylemek istediği bir şey mi var ?

Kastamonu'dan ve M.Feyzi Efendi'den bahsedilirken, Kastamonu’nun hizmet ehli Enver Beyi, Kastamonu Lisesinden arkadaşım Diyanet İşleri Başkanlığı Özel Kalem Müdürü olarak kıymetli hizmetleri bulunan Ekrem Köker’i de hayırla anmak isterim...

Mehmet Feyzi Efendi hakkında genel bilgi veren Risale-i Nur.org ta şunları yazıyor:

l9l2'de Kastamonu'da doğdu. İlim ve takva sahibi bir zattır.Bediüzzaman'a altı yıl hizmet etti. 1943 Denizli, 1948 Afyon'da Bediüzzaman'la birlikte mevkuf bulundu.1990 yılında Hakkın rahmetine kavuştu.
........

Uzun boylu, nuranî çehreli, ak sakalı ile Mehmed Feyzi Efendi, Nur Risalelerine hizmet eden, Bediüzzaman'a gönül veren, ehl-i ilim ehl-i takva bir zattır.

Nur manzumesinde Ahmetler vardır. Mehmetler vardır, Sabriler vardır, Tahirler vardır, Feyziler vardır, Bu Feyzilerden birisi de Mehmed Feyzi'dir.

Ahmet Feyzi Kul

Hasan Feyzi Yüreğil.

Mehmet Feyzi Pamukçu.

1912 yılında Kastamonu'da doğan Mehmed Feyzi Efendi, 1943'de Denizli, l948'de Afyonkarahisar hapishanelerinde Üstad'ı ile birlikte bulunmuştu..

"Kastamonu Müderris Atabey köyünden İzzet oğlu 1328 doğumlu 6.10.1943'den beri mevkuf, sabıkasız Mehmed Feyzi Pamukçu."

Bediüzzaman'la olan beraberliğini muhterem Mehmed Feyzi Pamukçu şöyle anlatıyor:

"Beni Nurlara celbeden 32. Söz olmuştu. İlk defa 1937 senesinde İstanbul'da Kastamonulu bir adam 'Kastamonu'ya bir hoca geldi' diye Üstad’dan bahsetmişti. Daha sonraları Kastamonu'ya geldikten bir sene kadar geçmişti ki, Üstadı tanımak şerefine erdim. "

"Beni nurlara celbeden Otuz İkinci Söz olmuştu. Daha evvel Arapça bildiğim için Hizbü'n-Nurî'yi vermişti. Otuz İkinci Söz'ü okuduğum zaman yattığımda bir rüya görmüştüm. Büyük bir şose, hava ise sümbülî, ala karanlık. Kalabalık insanlar. Bu asrın vazifeli şahsiyeti geliyor. Ekin biçildiği zaman çıkan tırpan sesi işitiyorum. Hışırtı devam ediyordu. Daha sonraki senelerde Üstad'la beraber tevkif edilip Denizli'ye gittiğimiz zaman aynen o yolu orada gördüm. Nazif Çelebi'deki Üstad'ın abası rüyadaki aynı aba idi..."

Üstadın bir kerametini gözlerimle gördüm.

"Denizli hapishanesinde mahkeme gidip gelişlerimizi hatırladım. İkişer kişi halinde kelepçe takarlardı. Her duruşmada çeşitli arkadaşlarla kelepçelenirdik. Bir gün beni Üstad'la beraber bağladılar. Mahkemeye gidiyorduk. Tam kabristanın yanından geçerken Üstad Fatiha diyerek okumaya başladı. Kelepçe, zincirli ve asma kilitliydi. Yan gözümle Üstad'a baktım. Fatihayı okuduktan sonra ellerini yüzüne sürdü. Elimiz beraber bağlı olduğu halde benim elim kalkmadı. Bunu Üstad'ın bir kerameti olarak bizzat müşahede ettim."

Üstad, herkesi kendi mertebesine hizmete sevk ve idare ederdi

"Üstad kinini medh ü sena ile, kimini takdirle, kimini de takbihle idare etmişti. İşte bu idarecilik bir kemal alâmetidir. Herkesi kendi mertebesinde idare ederdi.

İkinci Cihan Harbinde İstanbul'da yedi ay kadar ihtiyat askerliği yaptım. Fatih'te bulunmuştuk. Terhis olduktan sonra orada kalmak istiyordum. Kardeşiniz Tahsin (Aydın) bana mektup yazmıştı. Üstad mektubun altına şu notu kaydetmişti:

- Feyzi kardaşım, İstanbul Eski Said'i bilir. Yeni Said'in kardaşı Feyzi'yi aldatıp kendine çekmesin. Senin orada kalmana Risale-i Nur razı değil!...

Bu notu kırmızı kalemle, yeni bir uçla yazmıştı, kendi hattıydı."

Üstad Fevzi'yi Feyzi yapmıştı

"Üstad'la beraber bulunduğumuz yılların hatıraları hulasaten şöyledir:

Eskiden ismim Mehmet Fevzi idi. Üstad, 'Mehmet Feyzi olsun' dedi ve öyle oldu.

Üstad, dağda hastalanmıştı

"Bir gün dışarıdan bir kadın, 'Hoca Efendi seni çağırıyor' diye bana bildiriyordu. Uykudan kalkarak kapıya baktığımda kimsecikler yoktu. Hemen kalkıp evine gittim. Fakat evde kimsecikler yoktu. Arkadaşlarla dağa gitmiş. Ben de dağa gittim. Üstad beni görünce, 'Nereden çıktın sen?' dedi. Ben de 'Siz çağırtmışsınız' dedim. 'Hayır ben çağırtmadım', dedi. Dağda hastalanmıştı. Ata binerek eve getirdik.

Yolda atın üzerinde bile Risale tashih ederdi

"Mektupları ve risaleleri dağda veya evde tebyiz ederdim bazen da kendi ağzından yazardım. Atla dağa giderken yolda bile boş durmazdı. Siyah bir atı vardı, hayvanın üzerinde eserleri tashih edeceği zaman dizginini tutmadığımız halde at kendiliğinden dururdu.

Kırda namaz kılıyorduk. Namaz esnasında yanımıza iki camus geldi. İki-üç metre kadar yaklaştılar. Ben kortum ve telaşlandım. Namazdan sonra Üstad bana: 'Senin telaşın benim namazımı da teşviş etti' dedi."

Üstad Bediüzzaman'la bulunduğu günlerde hasretle anan Mehmed Feyzi Efendi, hatıralarını anlatırken dertleniyor: Demler o demler, zaman o zaman idi...diyerek Bediüzzaman'la geçen mesut zamanlarını hasret hisleriyle anıyordu."

Arabî-Türkî kendi eserlerinin tamamını Üstad'a okudum

"Arabî ve Türkî kendi eserleri olan Risale-i Nurların tamamını kendisine baştan sona okudum. işte ben bununla iftihar ederim. Asiye Hanım (Mülazımoğlu), dedesi Küçük Aşık'ın Mevlânâ Halid Hazretlerinden aldığı cübbeyi getirmişti. Cübbeyi yıkadım, suyunu kabristana döktüm. Hayatta iftihar ettiğim bir husus da budur.

Nurları köşe bucak saklardık. Beşinci Şua'yı kömürlerin içine saklamıştık. Tevhid Risalesinin ilk müsveddesini ise Vali Avni Doğan aldı."

Üstad'a en ziyade Avni Doğan eziyet ederdi

"Üstad'a en ziyade sıkıntı veren Avni Doğan'dı. Vali Mithat onun kadar eziyet etmemişti. Mithat Altıok, İttihad ve Terakki fırkasında kâtipmiş. Üstad'ı o zamanlardan tanıyordu. Belediye Reisinin evinde Üstadla görüşmek istedi, fakat Üstad görüşmeyi kabul etmedi."

Fevzi, Kaza-i İlâhidir

"Denizli hapsinden sonra, yeşille beyaz karışımı bir sarık sarmıştı. Pencereden bana şöyle seslenmişti:"Fevzi kaza-i İlâhidir..."

Kastamonu'dan ayrılırken müddeiumumîlikte (savcılıkta) ikindi namazını kılarak çıkmıştı. Giderken 'Allahaısmarladık' diye başlayan bir mektup yazmıştı.

Polis müdürü, Şükrü Bey diye bir zattı. Mithat Altıok on dokuz gün ifadem alınırken yanımda bulundu. İfadem alınırken Üstad'ı kastederek, 'Akşam evinde kırk baklava tepsisi vardı' diyorlardı. Ben de 'Yalan söylemeyin' diye cevap verdim.

"Bir yerde şöyle bir not bulmuşlar: 'İstanbul'dan kitap geldi, kerameti gözüktü!' Bu kitapları kim getirdi diye çok sorup sıkıştırdılar. Bir akşam baş komiser gelip beni çağırdı.

- Ne yaptınız?' diye sordu.

- Ne yapacağız? Yatsı namazını kıldık...

- Kim geldi?

- Bilmiyorum, karanlıktı diye cevap verdim.

- Ezanı kim okudu?

- Ben okudum.

Bu ifadelerden sonra, rahmetli Emin Bey'e söyledim: 'Böyle böyle dedim, şayet sana da sorarlarsa sen de böyle, söyle', dedim.

- Arapça mı okudun?' diye sordular.

- Evet, demiştim. Bunun suçu yoktur. Kendi evimde, kapalı yerde istediğim şekilde okurum.

Emin Bey ne sordularsa hepsini biliyorum, diye cevap vermiş. Emin Bey'i, 'Yalan söylüyorsun' diye tokatlamışlar. Çaycı Emin'in büyük bir ihlas ve sadakatı vardı.

Çaycı Emin Bey, ümmî olduğu halde öyle bir sadakat gösterdi ki kemal-i ihlâs sahibiydi. Yüksek bir meziyeti vardı... Benden üstündü. İfadelerimiz alınırken kamış kalemle, demir uçlarla çeşitli yazılar yazdırdılar. Tâ ki ellerindeki kitapları kimin yazdığını tespit edebilmek için...

Vali Avni Doğan, alıp götürdüğü Risalenin aslını bir daha vermedi. Dosyamızın kalınlığı yerden bir sandalye yüksekliğinde olmuştu."

Üstad istidasını geri almıştı

"Denizli'de Mahkeme Reisi Ali Rıza Bey (Balaban) kademe kademe anfi gibi sıralar yaptırmıştı.Üstad hastalığını ileri sürerek 'mahkemeye gelemeyeceğim' diye istida vermişti.

Sonra mahkemenin müspet halini görünce 'İstidamı reddediyorum!' dedi. Reis: 'Ey Said Efendi, istidayı geri mi alıyorsun?' diye tebessümle mukabele etti.

Bir celsede müddeiumumi Üstad'ın oturuşuna itiraz etti. 'Mahkemenin nizamını bozuyor' dedi.Ali rıza Efendi ise, 'Doğru oturunuz' deyince; Üstad 'hastayım' diye cevap verdi. Reis, müddeiumumîye dönerek: 'Hastaymış ne yapalım? dedi. Sonra da 'Siz gidin istirahat edin' diye bir gardiyanla Üstad'ı gönderdiler.

Bediüzzaman ve talebeleri hapishaneyi mektebe çevirdiler

"Denizli'de, müddeiumumînin muavini adliye vekiline telgraf çekmiş: 'Bediüzzaman ve talebeleri hapishaneyi bir mektebe çevirdiler!' diye. Üstad, 'Hapishanenin mektep olmasından memnun olunsun' diyordu.

Beylerbeyli Süleyman hapisten nasıl kaçmıştı

"Hapishanede Beylerbeyli Süleyman Hünkar ve arkadaşları kaçmak istiyorlardı. Süleyman: 'Deve bile olsa ben yine buradan kaçırırım' diyordu. Üstada, 'hoca ammi' diye hitap ederdi.

Daha sonraki senelerde (1948) biz Afyon hapsindeyken Süleyman hapisten kaçarak Kastamonu'ya Sadık Bey'in yanına gelmiş, bizleri aramış sormuş. Sadık Bey, 'Nasıl kaçtın' deyince: 'Üstadın Esmâ-yı Hüsnâ manzumesini Feyzi Efendi yazmıştı, onu muska yaparak kaçtım!' diye cevap vermiş.

İdamlıklar nurlarla imanlarını kurtarmışlardı

"Hapishanede mahkûmlar bize dualar yazdırmak istiyorlardı. Delâil-i şerifi yazmıştım. Ağır cezalılardan İbrahim bunu muska yaparak kaçmak istiyordu. Ben de 'Böyle şeylerle kaçılmaz. Eğer kaçılsaydı biz kendimiz kaçarız!" diye latife yollu cevap vermiştim.

Daha sonra İbrahim'i idam ettiler. Bir çok mahkûmları kötü vaziyetten kurtarmıştık. Pislikten, kötü hayattan Kur'ân okuyarak, Nurları okuyarak kurtuldular.

Bazılarını Kur'ân okurken, bazılarını tesbihat yaparken, bazılarını ise namazdan alıp götürdüler, idam ettiler. Kumardan ve diğer fenalıklardan alıp götürselerdi, ne olurdu biçarelerin hali?

Üstad 'yeni yazı ile Risaleleri yazın' deyince, bazıları itiraz ettiler. Sadık Bey ise, sadakatle, 'Üstad ne derse o olsun' diyordu.

Nurcu ismini ilk defa Afyon'da duydum

"Denizli'den sonra ise, l948 senesinde Üstadla birlikte ilk defa bizi Afyon hapishanesine gönderdiler. Gece vakti tevkif ettiler. O zamana karşı Nurcu ismini duymamıştım. İlk defa Nurcu tabirini Afyon'da duydum.Afyon'da hepimizi bir nezaret odasına koymuşlardı. Üstad bizleri, talebelerine göstererek: 'Bu on Said kadar hizmet etmiştir. Şu yüz Said kadar hizmet etmiştir!' diye iltifat ediyordu."

Ziyaret -> Toplam : 125,20 M - Bugn : 86174

ulkucudunya@ulkucudunya.com