TALAT PAŞA KİMDİR
01 Ocak 1970
Talat Paşa kimdi? Yakın tarihimizin bu önemli kişisini ne k adar tanıyoruz?
Talat Paşa, Hürriyet’in ilanından (23 Temmuz 1908) sonraki siyasal hayat içinde (1908-1918) nazırlık, sonra da sadrazamlık gibi önemli konum ve görevlerde bulunmuştur. Önce Talat Bey’di, sonra Talat Paşa oldu, ama İttihat ve Terakki örgütü içinde adı hiç değişmedi: “Bizim Talat”. Hatta bu siyasal kuruluş ile Talat Paşa adı özdeşleşmiştir.
1 Eylül 1874 yılında Edirne’de, Sultanselim’in Kurşunlufırın mahallesinde küçük ahşap bir evde doğdu. Babası, Kırcaali kazasının Çepleci köyüne yerleşmiş Batı Trakya yörüklerinden Ahmed Vasıf Efendi,Edirne Medresesi'nde eğitim görmüş. Talat Paşa doğduğu sırada Edirne'de sorgu yargıcı olarak görev yapıyordu.Annesinin baba tarafından dedesi aslen Kayserili; yeniçeri olarak Edirne'ye gelmiş. Talat Paşa, Berlin'de yazdığı müdafaasında ailesinin kökeni konusunda ayrıntılı bilgi veriyor. ABD büyükelçisi Morgenthau, kitabında Talat Paşa'dan sözederken "Türk ve Müslüman olmadığını" yazmış."Bu, bana" diyor Talat Paşa, "Hazreti Muhammed Müslüman değildir’ iddiası kadar garip geldi. Şimdiye kadar aslen ve neslen Türkoğlu Türk ve Müslüman olduğumu ispat etmek mevkiinde bulunmadım. Esasen nazarımda insanlar hangi dinde doğarsa o dine mensup ve hangi lisan ile konuşuyor ise o millete mensuptur. Din ve milliyet meselesi sırf hissiyat meselesidir. Nitekim, Avrupa’daki milletler bugün o surette teşkil etmiş ve mesela vaktiyle Fransa’dan Almanya’ya hicret etmiş olan Fransızlar neslen Fransız oldukları halde Alman doğmuş ve Almanca konuşuyor olduklarından dolayı kendilerini tamamen Alman hissetmektedirler. Bununla beraber, bence bu mesele haddi zatında ehemmiyetli olmamakla birlikte Morgenthau’nun yalanını meydana çıkarmak için asıl neslim hakkında izahat vermeye mecburiyet hissettim.”
İsyancı ve örgütçü genç Talat
Talat Paşa, ilkokulu Vize’de okudu. Edirne’de Arasta çarşısında kavaf olan Sabri Bey’in himayesinde Edirne Askeri Rüştiyesini bitirdi. İki yıl Edirne Musevi cemaatinin Alliance İsraelité mektebinde Fransızca öğrendi; bu okulda bir yıl Türkçe öğretmen vekilliği yaptı. Sonradan iki yıl da Selanik Hukuk Mektebi’nde okudu; ancak bitirmedi.
11 yaşında babasının ölümü üzerine maddi durumları iyice bozulmuştu. Annesini ve ablasını geçindirebilmek için 17 yaşında, 1891’de Edirne Telgrafhanesi’nde bir süre para almadan, daha sonra 300 kuruş aylıkla kâtip olarak çalışmaya başladı. Bu görev, genç Talat’ın değişiminin ilk adımıdır. Kendini geliştirmek yanında, dünyadaki gelişmeleri de izleme imkanı buldu. Ülke içindeki II. Abdülhamit’in istibdadının baskılarına karşı Jön Türk hareketine ilgi duydu. Yurtdışında bastırılan, ülkeye gizlice gönderilen gazete ve kitapçıkları okuyor ve arkadaşlarıyla birlikte yayıyordu. Abdülhamit’e jurnal edildiler. 30 Temmuz 1896’da tutuklandı. 25 ay süren cezaevi günlerinde Balkan ülkelerinde yıllarca komitacılık yapmış siyasi tutuklulardan dinlediği deneyimler, onda yeni düşünce ufukları açtı. Gençler üç yıl kalebendlik cezasına çarptırıldılar; ancak Abdülhamit tarafından affedildiler. Ancak Edirne’de kalmaları ve İstanbul’a gitmeleri yasaklandı. Bu karar üzerine Talat Bey, Selanik’e gitti.
Siyasi sürgün olduğu için iş bulması kolay olmadı. 1898’de bir süre Selanik ve Manastır arasında seyyar posta memuru olarak çalıştı. 3. Ordu’ya mensup genç subaylar, öğretmenler ve aydınlarla tanıştı. Bu görevi, Avrupa’dan gelen istibdat karşıtı yayınların kolayca ülkeye girişi ve dağıtımı için ve örgütlenme konusunda iyi bir olanaktı. 1899’da Paris’teki Jön Türkler’le ilişkiye geçti. 1903’te Selanik Telgraf İdaresi başkâtibi oldu. Etkisi daha geniş bir çevreye yayıldı. En çok güvendiği on arkadaşıyla birlikte 1906’da Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ni kurdu. Bir yıl sonra bu cemiyet, Paris’teki Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin birleşme önerisini kabul ederek Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti Dahili Merkezi Umumisi olarak adlandırıldı.
Talat Bey, bu arada bir yandan Selanik Hukuk Mektebi’ne devam etmeye başladı. Bu da onun için gençler arasında hürriyet fikirlerini yayma konusunda bir olanaktı. Mason Cemiyeti’ne girerek aydınları örgütlemeyi sürdürdü. Abdülhamit’in hafiyelerinin giremediği ender yerlerden biri olan Mason localarında gizlice toplanıyorlardı. Bir mahkemede, Selanik posta müdürleri arasında çıkan bir kavganın tanığı olarak, her zaman yaptığı gibi bildiklerini doğru olarak söyledi. Kusurlu olan başmüdür aleyhine ifade verdi. Başmüdür tarafından padişah düşmanlığıyla itham edildi:
-Talat Bey'in tanıklığı yüce mahkemeniz tarafından kabule değer olmaması gerekir. Çünkü kendisi hükümet ve zatı hazreti padişahinin aleyhinde bir hain ve politika zanlısıdır.
Başmüdürün avukatı bu sözler üzerine ayağa kalktı ve şunları söyledi:
- Müvekkilimin, Talat Bey gibi en namuslu ve hamiyetli bir evladı hakkında tecavüzlerde ve iftiralarda bulunmasından dolayı bu andan itibaren vekaletten istifa ediyorum.
Mahkemede müthiş bir alkış koptu.
Ancak Talat Bey, jurnallendi ve 21 Kasım 1907’de memuriyetten çıkartıldı. Selanik Özel Ticaret Mektebi’nde müdürlük yaptı.
Gizli örgütten Meclisi Mebusan’a
23 Temmuz 1908’de Hürriyet’in ilanı üzerine, o döneme kadar yalnızca İttihat ve Terakki’nin kurucuları ve önde gelenleri arasında adı ve rolü bilinen Talat Bey, ülke çapında tanındı. 30 Temmuz 1908’de İttihat ve Terakki’den Edirne Mebusu seçildi. Meclisi Mebusan’ın birinci reis vekili oldu. Bir yandan Cemiyet’i bütün memlekette örgütlemeye, bir yandan da muhtelif milletlere mensup mebuslar arasında Meclis’te memleket meseleleri konusunda görüş birliği sağlamaya çalışıyordu. 31 Mart ayaklanması üzerine Meclisi Mebusan’ın Yeşilköy’de toplanmasını o sağladı ve ayaklanma bastırıldıktan sonra, Meclis’te çoğunluğu sağlamış İttihat ve Terakki mebusları arasında birlik ve beraberlik düşüncesini yaymaya çalıştı. 1909’da İngiltere’ye giden mebuslar heyetinin başkanıydı. Bu görevle yurtdışındayken 8 Ağustos’ta Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinde Dahiliye Nazırlığı’na getirildi. İç olayların yoğunlaştığı bir dönemde siyasi muhaliflerinin şiddetli saldırıları üzerine 18 Şubat 1910’da istifa etti. 4 Şubat 1911’de kurulan Mehmet Sait Paşa Hükümeti’nde bu kez Posta ve Telgraf Nazırlığı’nı, 17 Şubat’tan sonra da vekaleten Dahiliye Nazırlığı’nı üstlendi. Bu görevleri Parti’nin 22 Temmuz 1918’de iktidardan çekilme kararı almasına kadar sürdü.
Gönüllü er
1912’de Balkan Savaşı’nın ilanı sırasında Edirne’de bulunuyordu. Gönüllü er olarak orduya katıldı. Ancak yakınlarının itirazı üzerine İstanbul’a döndü. Balkan yenilgisinin ardından İttihat ve Terakki’nin Kâmil Paşa Hükümeti’nden tekrar iktidarı ele almak amacıyla düzenlediği Babıâli Baskını’na (23 Ocak 1913) öncülük etti. Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesinden sonra da Said Halim Paşa Kabinesi’nde yeniden Dahiliye Nazırı oldu. 1915 yılında Ermenilerin tehcir edilmesi nedeniyle Batı kamuoyunda “soykırım yapmak”la suçlandı ve “bir numaralı Ermeni düşmanı” ilan edildi.Bütün Batı basını saldırıya geçti. Oysa, daha sonra İttihat ve Terakki'nin 1 Kasım 1918’deki son Kongresinde yaptığı konuşmada Talat Paşa, o günleri şöyle yorumluyordu: “Bu tehcir ve taktil rivayetleri son derece mübalağa edilmiştir. Türkleri hiç tanımayan, daha doğrusu pek fena tanıyan Avrupa ve Amerika kamuoyunda mezalim sözlerinin ne kadar ağır tesirler bırakacağını takdir eden Ermeni ve Rum neşriyatı biri on yaparak dünyayı gürültüye boğmuştur. (...) devletin varlık yokluk kararını verecek bir büyük savaş sırasında ordularının hareket serbestisini ihlal eden, arkada isyanlar çıkararak memleketin selametini, ordunun güvenliğini tehlikeye düşüren hareketlere müsamaha edilememesi doğal ve zorunluydu.”
Sadrazam paşalıktan duyulan sıkıntı
Talat Paşa, 1917’de Sadrazam Said Halim Paşa’nın görevinden istifa etmesi üzerine Sadrazamlığa getirildi.
Arkadaşları onun keskin bir zekâ ve üstün bir yeteneğe sahip olduğunu söyler. Bitmek tükenmeyen bir sabrı var. İttihat ve Terakki’nin kuruluşunda, güçlenmesinde ve yönlendirilmesinde tayin edici bir görev üstlendi. Onu çok yakından tanıyan Hüseyin Cahit Yalçın’a göre “Eğer Talat Paşa olmasaydı İttihat ve Terakki olmazdı. O, örgütün kubbe taşı, çimentosu ve temeliydi”. Meşrutiyet ilan edildiği dönemde Talat Paşa İstanbul için yeni, henüz bilinmeyen bir isim. Cemiyet’in merkezi umumi üyeleri açıklanmadığı ve gizli olduğu için kimse tanımıyor. Meclisi Mebusan’da ilk Meclis reisleri seçileceği gün Cavit Bey, H. C. Yalçın’a şöyle der:
-Talat’a rey ver.
-Kim Talat?
-Bizim Talat.
H. C. Yalçın sonra şunları yazıyor:
-İşte bu “bizim Talat” yavaş yavaş, sadece kendi saf ve samimi hizmetleri, yararlıkları sayesinde hepimizin Talat’ı oldu, memleketin Talat'ı oldu, vatanın Talat’ı oldu.
İttihat ve Terakki çok karışık ve nazik bir örgüt. İçlerinde bir eşitlik var. Hepsi “kardeş”. İtaat edecek olanlar, bu itaatin gerekliliğine ikna olmalılar. “Vatan muhabbeti” konusunda anlaşıyorlar. Çünkü örgüt kendi tanımlarına göre, “Paylaşılmak üzere bulunan bir vatanı kurtarmak için milletin içinde meydana gelmiş bir isyan ve fedakarlık ürünü.” Ancak hükümet biçiminden yönetim tarzına, sosyal önlemlere kadar herkes farklı düşünebilir. Yine kendi ifadeleriyle “İttihat ve Terakki içinde en koyu tutucular, hatta mürteciler bile yer almıştı. Çünkü dini bakımdan taassup, memleketi sevmeye bir engel oluşturmazdı; saraya hizmetkârlık etmeyi gerektirmezdi.” Bazıları “din softası olmamakla birlikte, İttihat ve Terakki mutaassıbı”ydılar. En radikal hareketleri en şiddetli önlemlerle uygulayabileceklerini düşünüyorlardı. Aralarında çok büyük ayrılıklar vardı. Bunları gidererek, örgütte bir uyumsuzluk olmadan işleri yürütebilmek için faal, yumuşak, insan duygularını ve ihtiraslarını ölçebilmekte mahir bir zekâ ve kişiliğe gereksinim vardı. Talat Paşa da bu tekniğin en büyük üstadı. Alçakgönüllü ve cesur. En büyük düşmanına bile açıktan, cepheden hücum eder. Küçük ve sıradan entrikalar, yalan ve iftiralar düşmana karşı bile bir silah olarak kullanılmaz. Çıkarcı değil. “Vatanı için ve Türklüğün yükselmesi uğruna” her türlü özveriyi göze alacağı biliniyor.
Seviyorlar, sayıyorlar ve sözünü dinliyorlar. Bu nedenlerle “Talat Paşa” olduğu; bir gizli örgüt üyeliğinden, siyasi parti adamlığından yükselerek bir devlet ve vatan adamı olduğu belirtiliyor.
Selanik’in kahvelerindeki Talat ne idiyse, Nazır Bey ve Sadrazam Paşa olduğunda da öyle kalıyor. Sadrazam tayin edildiğinde Sultan Reşat’a “Çok istirham ederim, bana vezaret rütbesi tevcih buyurmayınız. Memleket ve makam saltanatlarına hizmet için öyle zamanlar ve vaziyetler olur ki, bu unvan benim hareket serbestime ve her yere girip çıkmama engel olur” diyor. Sonradan bir “paşa” olarak kahveye nasıl gidecek, onun kaygısında. “Alışırız, belki sonradan çıkmak zor olur” diye sadaret konağına taşınmıyor. Yerebatan’daki kendi kiralık evinde kalıyor. Padişah bir gün Talat Paşa’ya “Evin yok, bir ev tedarik edersen ben de yardım ederim” diyor. Talat Paşa, padişahın yanından ayrıldıktan sonra başmabeynciyi ve başkatip Ali Fuad’ı (Türkgeldi) çağırıp şöyle der:
- Parasal yardım kabulü, benim prensibime uygun değildir. Eğer zatı şahaneleri bu fikirde ısrar edecek olursa, kendisini gücendirmeksizin önünün alınmasını sizden bilhassa rica ederim.
Mahallenin fırınından süpürge tohumu ekmek
“Belki bir gün paramız da bulunmayabilir” diye, arabaya değil, tramvaya biniyor ya da yürüyor. İttihat ve Terakki merkezine gittiğinde, sadrazam olmadan önce yaptığı gibi, öğle yemeğinde ekmek, peynir ve kavun yiyor. Birinci Dünya Savaşı’nda halkın sofrasında süpürge tohumundan ekmek varken, Talat Paşa’nın da evine vesikayla aynı ekmek alınıyor. Bir gün Askeri Levazımat Umumi Reisi Topal İsmail Hakkı Paşa evlerine geliyor. Sadrazam’ın evinde bu çamur gibi ekmeğin yendiğini görünce, ertesi gün Paşa’nın evine bir torba beyaz ekmek yolluyor. Talat Paşa, akşam yemeğinde 90 yaşındaki annesi ve eşi Hayriye Hanım’la birlikte sofraya oturur. Bu beyaz ekmekleri görür görmez en küçük dilimine kadar hepsini toplattırır ve İsmail Hakkı Paşa’ya geri gönderir.
-Biz, ekmeğimizi mahallemizin fırınından vesikayla alıyoruz. Bu ekmeğe ihtiyacımız yok.
Nazırlığı sırasında seyahatler için aldığı harcırahların artanını geri verince, görevli memurun belli ki ilk kez başına böyle bir iş geliyor. Uygulamanın böyle olmadığını anımsatıyor, ama Talat Paşa'dan şöyle bir yanıt alıyor:
-Ben hakkım olmayan parayı almam!
Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanya’nın İtilaf devletlerinden ateşkes istemesi üzerine (Ekim 1918), yeni kurulan Ahmet İzzet Paşa hükümeti Mondros Mütarekesi’ni (30 Ekim 1918) imzalarken, İttihat ve Terakki Fırkası da 1 Kasım 1918 Cumartesi günü son kongresini topladı. İtilaf devletleri artık İttihatçı avı başlatmışlardı.Talat Paşa, bir konuşma yaptı ve siyasi hayattan çekildiğini açıkladı. Konuşmasını şöyle bitirdi ve başkanlık koltuğunu boş bırakarak üyelere ayrılan yere oturdu:
- Siyasetimiz mağlup oldu. Dolayısıyla bizim için artık iktidar mevkiini her ne şekilde olursa olsun muhafaza etmek mümkün olamaz. Bu açıdan hükümet mevkiiden istifa ettiğimiz gibi, bugün burada da Merkezi Umumui heyetiyle beraber Cemiyetin idare mevkiinden istifa ve Cemiyeti hakiki ve meşru sahibi olan Kongre heyetine terk ediyor ve bırakıyoruz.
Aynı gece saat 23.00’te, Enver ve Cemal Paşalar ve diğer İttihat ve Terakki önderleriyle birlikte gizlice yurtdışına çıktı. Talat Paşa zor ikna edildi:
-Saklanırım, beni nereden bulacaklar? Ben vatanımdan ayrı, uzak yaşayamam. Vatandan uzak yaşamaktansa, ölmek daha iyidir,
diyordu. Eşi, 108 kiloluk Talat Paşa’nın işgal günlerinde birkaç haftada 90 kiloya düştüğünü belirtiyor.
Gidiyorum, ama milletime hesap vermek için geleceğim
Ayrılmadan önce Sadrazam İzzet Paşa’dan görüşü sorulur, onayı alınır. O da düşman işgali altındaki bir İstanbul’da kalmalarının yararı olmayacağı düşüncesindedir. Talat Paşa, Sadrazam’a yazdığı mektupta şöyle der:
“Memleketin bir süre yabancı nüfuz ve etkisi altında kalacağını anladım. Buna rağmen memlekette kalmak ve millet karşısında muhakeme olunmak niyetindeydim. Bütün dostlarım bunu geleceğe ertelemek için ısrar ettiler. (…) Bütün siyasi hayatımda hedefim, memlekete namusumla hizmet etmekti. Bütün servetim Zatı Şahane’nin ihsan ettiği otomobil bedeli ile her ay artırdığım yirmişer liradan biriken iki bin altı yüz liralık dahili istikraz bedelinden ve bir de dört arkadaşımla birlikte kiraladığımız çiftliğin icar devrinden hasıl olan paradan ibarettir. Bunun bir kısmını yanıma aldım. Bundan başka nesneye sahip değilim.
“Millete karşı hesap vermek ve muhakeme olunarak tayin edilecek cezayı büyük bir cesaretle çekmek isterim. İşte zatı fehimanelerine söz veriyorum. Memleketin yabancı nüfuz ve tesirinden kurtulduğu gün, ilk telgrafınıza itaat edeceğim.”
Rıhtımdan onları alıp ayrılan motorun son hareket anlarında yanında olanlar Talat Paşa’nın iki üç kez çıkıp tekrar döndüğünü aktarıyorlar.
Önce Odesa’ya, ardından Almanya’ya geçti. Ali Sai takma adıyla Berlin yakınlarındaki Charlottenburg’a yerleşti. “Sai” çalışan, haberci, postacı demek. Siyasal çalışmalarını ve temaslarını burada sürdürmeye çalıştı. Milli mücadelenin Anadolu’daki gelişimini yakından izliyordu. "Milli mücadele başarıya ulaşacaktır, çünkü milli sınırlar dışında, Türk milletinin hakikaten sahip olduğu topraklar dışında emel beslemiyor. Bu toprağın sınırları milli misakla çizilmiştir."
Malta’da bulunan Mithat Şükrü Bleda’ya yazdığı bir mektupta Mustafa Kemal Paşa’dan söz etmiş: “Ben burada Sarı Paşa ile haberleşiyorum. Berlin’de olup bitenleri, kulağıma çalınanları kendisine bildiriyorum. Sarı Paşa’nın bana verdiği cevaplardan anlıyorum ki, verdiğim bu malumattan kendisi pek memnun kalmaktadır.” Atatürk de, 29 Şubat 1920’de Talât Paşa’ya yazdığı çok uzun bir mektupta onu siyasi durum ve mücadele hakkında bilgilendiriyor ve şöyle diyordu: “Bir yıldan bu yana Avrupa’daki mesainiz memnuniyet vericidir. Aynı tarzda mesai sarfına devam etmek, daha faydalı neticeler verecektir.” Yine Atatürk’e göre “vaktiyle birçoğumuz o cemiyetin kurucusu ve üyelerinden bulunuyorduk. (...) Talat Paşa’nın riyaseti altında yapılan son Kongresi kararıyla tarihe intikal eden söz konusu cemiyetin alakalılarıyla daha sonra teşekkül eden Teceddüt Fırkası mensuplarının büyük kısmı büyük milletimizin yüksek azminden doğan Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ne iştirak veya iltihak etmiş ve bu Cemiyetin programını kabul etmiştir.” Hüseyin Cahit Yalçın’a göre de dış dünyada “İttihat Terakki’nin düşmanları, sonra milli hareketin, kurtuluş hamlesinin de düşmanları oldular.”
Memleket toprağını yiyeceğim
Memleket özlemi Talat Paşa’nın peşini gurbette hiç bırakmadı.
Aradan uzun süre geçmesine karşın Talat Paşa Edirneli sivesiyle konuşuyor."Gidiyorlardilar, geliyordilar, diyorlardilar…" Söyledikten sonra kendisi de farkına varır. Ancak Berlin günlerinde bunun bile bir anlamı var onun için
- Alıştığımız bunca şeylerden mahrum kaldık, bari bu kalsın, bir teselli olur.
Berlin’de parasız kaldığı bir sırada Talat Paşa’nın eskiden tanıdığı, ona minnet borcu olan Strauss adlı bir kişi oldukça büyük miktarda para verir. Paşa, parayı hemen bankaya yatırır, kendi ihtiyacı için bir miktarını bile ayırmaz:
-Vatan ihtiyacı için para gerekirse ne yaparız... Ben aç kalabilirim, kıyamet kopmaz.
Eşinin takılarını, nişanlarındaki taşları satar. Arkadaşı Bahaettin Şakir’in elbisesinin daha da eski olduğunu görünce, kendi elbiselerini paylaşır. Öldüğünde cebinden sadece 10 mark çıkar.
Bir gün vatanına döndüğünde ne yapacak bilir misiniz?
Toprağı mı öpecek?
-Hayır, yiyeceğim! Çünkü onu öpmekle doyamayacağımı anlıyorum.
Divanı Harbi Örfi’den gıyabında mahkûmiyet kararı çıkar. Savunmasını hazırlar ve Berlin’de bastırır.
-Şimdilik gurbette bu kadar yeter. İnşallah kurtularak vatana dönüşümüzde mazimizin bütün hesaplarını millete açık alınla vermek boynumuzun borcudur. Zaten bundan sonra Allah’tan başka bir isteğim de yoktur!
Talat Paşa, 15 Mart 1921’de Sogomon Teyleryan adlı bir Ermeni tarafından evinin önünde katledildi ve Berlin’deki Türk mezarlığına gömüldü. 20 Mart 1921 Pazar günlü Hakimiyeti Milliye gazetesinde haber, “Talat Paşa’ya suikast” başlığıyla birinci sayfadan verildi. Olay şöyle yorumlanıyordu: “İngilizlerin, askerle ve politikayla başa çıkamadıkları Türkiye’ye bugün geniş ölçekte bir suikast tertibatı hazırladıkları anlaşılıyor. (...) Bu menfur cinayet İngiliz hıyanetinin insanlığın yüzünü kızartacak ne çirkin bir dereceye ilerlediğini bir kere daha gösterir. İngilizler menfur politikalarıyla, harp zorbalıklarına şimdi bir de Türk ricalini gizlice arkadan vurmak kötülüğünü de ilave ettiler.”
Berlin’deki mahkemede Talat Paşa’nın katili “Ermeni soykırımı sırasında ailesinin öldürüldüğünü, bu nedenle cinayet işlediğini” ileri sürdü. Davaya katılan Türk tarafının tanıkları dinlenmesine bile gerek duyulmadan Teyleryan beraat ettirildi.
Talat Paşa’nın cenazesi 25 Şubat 1943’te İstanbul’a getirilerek büyük bir törenle Şişli’de Abideyi Hürriyet tepesinde toprağa verildi.
-Beni bir gün sokakta vuracaklar. Alnımdan kan akarak yere serileceğim. Yatakta ölmek nasip olmayacak. Ziyanı yok, varsın vursunlar. Vatan, benim ölümümle bir şey kaybedecek değildir. Bir Talat gider, bin Talat yetişir!
Kaynaklar:
* Hüseyin Cahit Yalçın, Talat Paşa, Yedigün Neşriyatı, 1943.
* Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1984.
* Hakimiyeti Milliye gazetesi
* Ansiklopediler.
* Hatıralarım ve Müdafaam, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2006.
* Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, İstanbul.