Fasih Ahmet Dede
01 Ocak 1970
17. yüzyılda yetişen ve Mevlevî şâirler arasında mümtâz bir yere sahip olan Fasîh Ahmed Dede, Fâtih Sultan Mehmet zamanında Arnavutluk’un fethedilmesiyle müslümanlığı kabul eden, devlet adamı, âlîm, şâir ve mutasavvıflar yetiştiren bir aileye mensuptur. Dukagin-zâde ismiyle şöhret kazanan Dedemiz velûd bir şâir-münşî olup mükemmel ve müretteb Dîvân’ı, Farsça’ya vukûfunu gösteren Dîvânçe’si ve inşâ vadisindeki üstün kabiliyetinin mahsulü Münşe’ât’ı ile dikkatleri çekmiştir. Bunlardan başka farklı konulardaki bilgi, görgü ve düşüncelerini Gül ü Mül, Rûz u Şeb münazaraları, Kalem makalesi ve Tenbâkû-nâme’sinde dile getirmiştir. Fasîh Dede, aynaklarda varlığı haber verilmekle birlikte, kütüphanelerde maalesef henüz nüshaları tespit edilemeyen Hüsrev ü Şîrîn, Mahmûd u Ayâz mesnevîleri ve Behîşt- Âbâd adlı üç eserin de sahibidir.
Fasîh Dede, şiir ve inşâ vadisinde gösterdiği muvaffakiyet yanında hat san’atındaki “meşk-i aklâmda sahib-i yed-i tûlâ” ifadesiyle belirtilen mahareti, kendisinden sonra yetişenlerin taklîd ettiği “hurde-ta’ lîk” türünü icadı; resim sahasında “Fenn-i ressâmlıkda mânend-i Mânî ve nakkâş-çîn-i sânî olup” şeklinde değerlendirilen ustalığı ve mûsikî ile alâkası sebebiyle bu yüzyılda edebiyatımızın gösterdiği gelişme çizgisine hakkıyla ayak uydurmuş usta,zarîf ve renkli bir şahsiyettir.
Meslek hayatının ilk yıllarında önce Dîvân, sonra da Köprülüzâde Fazıl Ahmed Paşa’ya hazîne kâtipliği yapan, Fasîh Ahmed Dede bir cezbe-i ilâhî ile, hâzîne kâtipliği görevini terkederek Mevlevîliğe intisâb etmişdir. Şeyhi Galata Mevlevî-hânesi şeyhi Gavsî Dede’dir.
Rind-meşreb, gönlü yanık bir Mevlevî dervîşi olarak kendi nefsiyle uğraşan, başkalarının noksanlarını araştırmayıp hâlini melâmetle gizlemesine rağmen çevresinden büyük hürmet gören Fasîh Dede son derece zarîf, hoş sohbet ve nüktedân bir zât imiş...
Fasîh Ahmed Dede vefâtından bir iki gün önce hukuku olduğu ahbabı dolaşmış, alıp vereceklerini halletmiş, Galata Mevlevîhânesi’nde hücre hücre gezip, “Fasîh’le alacağı olan gelsin!” demiş, dervişlerin hepsiyle vedalaşarak kendi hücresine çekilmiş ve dâr-ı bekâya intikâl eylemiştir. Vasiyeti üzerine nâşını Üsküdarlı Nasûhî Hazretleri yıkamıştır. Cenâzesinde büyük bir kalabalık hazır bulunmuş ve Mevlevîhâne’nin hâmûşânına defnedilmiştir.