Destanlarıyla Destanlaşan Türk Şairi: Niyazi Yldırım Gençosmanoğlu
Nurullah Çetin 01 Ocak 1970
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, 1929’da Türk milletine hizmet etmek üzere Elazığ’ın Ağın ilçesinde doğdu. IV.Murat’ın Bağdat seferine katılan meşhur Genç Osman’ın torunu olduğu bilincini her daim diri tuttu. Türke en büyük hizmetlerden birinin eğitim yoluyla olduğu bilincinde olan ailesi, onu Akçadağ Köy Enstitüsüne verdi. O da buradan 1947 yılında aydınlanmış, bilgilenmiş ve bilinçlenmiş bir Türk eğiticisi olarak mezun olup 18 yıl değişik okullarda Türk çocuklarını geleceğe hazırlayan kutsal öğretmenlik görevinde bulundu.
1966’da Millî Eğitim Bakanlığı, Yayımlar ve Basılı Eğitim Malzemeleri Genel Müdürlüğü Şube Müdür Yardımcılığına getirildi. 1970’te aynı kurumda şube müdürü oldu. 1975’te İstanbul Devlet Kitapları Müdürü, daha sonra İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Genel sekreteri oldu. 1978 yılında da Türk’e eğitim, kültür hizmetini genç nesillere devrederek emekliliğe ayrıldı. 21 Ağustos 1992’de de Türk’e Türklüğünü, dinini, dilini, tarihini, atalarını, değerlerini, kurumlarını, sembollerini, kimliğini, kişiliğini hatırlatan ve öğreten ölümsüz eserler bırakarak ölümsüzlük diyarına göç etti.
Niyazi Yıldırım, Türk’e resmî anlamda ve kurumsal planda hizmet etmeyi yeterli bulmadı, bunun dışında da milliyetçi gazete ve dergilerde yazılar, şiirler yayınladı, yine milliyetçi kuruluşlarda görevler aldı.
Eserleri: Bozkurtların Ruhu (1952), Kür Şad İhtilali Destanı (1970), Malazgirt Destanı (1971), Bozkurtların Destanı (1972), Kopuzdan Ezgiler (1973), Boğaç Han Salur Kazan Destanı (1974), Destanlarda Uyanmak (1984), Destanlar Burcu (1990), Alp Erenler Destanı (1990)
Niyazi Yıldırım, çağımızda Türk’ün yiğitliğini, bahadırlığını anlatan Dede Korkut’u, İslam imanının aşkını, vecdini, samimiyetini, saflığını, yüceliğini, sahiciliğini hikmete dönüştüren Hoca Ahmed Yesevi’si, Türk maneviyat büyüklerimizin hallerini hikmetli hikâyelere dönüştüren Mevlana’sı, milliyet ruhumuzu çağımız şartları içinde yeniden bir terkibe kavuşturan Yahya Kemal’i, Türk millî hassasiyetini vurucu, etkili, çarpıcı, dokunaklı hikâyelere dönüştüren Ömer Seyfettin’i, eski Türk atalarımızın Tanrı kutu peşinde koşan istiklalci mücadelesini yeniden kurgulayarak aktaran Nihal Atsız’ıdır.
Bir Türk millet mistiği olan Niyazi Yıldırım, modern bir Türk destan şairidir. O Türk tarihini, kahramanlarını, önemli olay ve dönemlerini şiiriyle modern bir üslup kurgu ve teknikle destanlaştırmıştır. Yalnız bunu yaparken tarihî dönemleri ve kişileri sadece tarihî bağlamda tasvir etmekle bırakmamış, o muhteşem dönemlerin ruhunu, özünü, mesajını da günümüze taşımıştır. Salt arkaik planda tarihi kendi bağlamı içinde tekrar etmek yerine, tarihin bugüne söylediği üzerinde durmuş, günümüzü tarihin aynasında okumuştur. Kendisine geçmişle şimdiyi buluşturmak gibi bir görev yüklemiştir.
Onun şiirlerinde, destanlarında dikkatimizi çeken bir husus da Türk tarihini bir bütünlük içinde vermesidir. Bazılarının yaptığı gibi parçalı tarih algısı yerine bütünlüklü Türk tarihi olgusunu bilerek öne çıkarmıştır. Yani İslam öncesi Türk tarihini de İslam sonrası dönemi de benimseyip sahiplenerek bütün Türk tarihine aidiyetini ve şuurlu mensubiyetini adeta ders verir gibi yansıtmıştır.
Sadece İslam öncesi Türk tarihini esas alanların İslam karşıtı Türkçülüğüne de, İslam öncesi Türk tarihini reddeden ve sadece İslamî dönem Türklüğü esas alan yaklaşımlara da uzak durmuş, Türk tarihinin bölünemeyecek bir bütün olduğunu ısrarla vurgulamıştır. Bu tavır bugün için bize çok lazım. Çünkü bazıları Türk milletinin tarihini bölerek, İslam dışı Türkler ve Müslüman Türkler diye ayırmaya ve buradan bir bölücülük, parçalayıcılık ve çatışma alanı üretmeye çalışıyorlar. Yani İslamsız Türkçüleri İslam düşmanlığına, Müslüman Türkleri de Türk düşmanlığına sevkediyorlar.
Niyazi Yıldırım, Türk tarihini destanlaştırırken kuru bir hamasî üslupla yetinmez.
Hamaset yapar ama, destanını yazdığı dönemleri adeta kendi içinde çok canlı olarak yaşar, derinden hissederek, samimiyetle, içtenlikle inanarak ve benimseyerek yazar. Dolayısıyla o yazdığı ile yaşadığı bir ve bütün olan nadir sayıdaki sahih Türk şairlerinden biridir.
Destanlarında çok yüksek perdeden haykıran bir hamaset vardır. Bu hamaset, Türk tarihini ihtişamıyla, özgüveniyle, gönenciyle yaşatır ve bugünkü Türk gençliğine bir özgüven aşılar.
*Türk Destanlarını Güncele Dönük Olarak Yeniden Üretmek:
Milletlerin en eski zamanlara ait hayatlarını, kahramanlıklarını, kahramanlarını, olağanüstü olaylarını, savaşlarını, gerçeküstü, olağanüstü ve insanüstü niteliklerle hamasi bir üslup içinde anlatılan metinlere destan deniyor. Eski destanlar, kendi dönemleriyle sınırlı yani tarihsel niteliklidir. Bu bağlamda bizim çok zengin bir destan birikimimiz var.
Niyazi Yıldırım ise geleneksel Türk destanlarını kendi tarihsel bağlamları içinde tekrarlamamış, onları özü, mahiyeti, mesajı, simgesel karşılıkları itibariyle günümüze taşıyarak, güncele dönüştürerek yeniden üretmiştir. Yani eski Türk destanlarının günümüz Türk milletine nasıl bir faydası olabilir, yaşayan Türklük için eski destanlar ne ifade eder, ne işe yarar gibi hususlar üzerinde durmuştur. Çünkü tarih tekerrür eder. Eskiden Türklerin sorunları ne idiyse aşağı yukarı bugün de odur. Ayrıca tarih, kendisinden ders alınacak bir tecrübe birikimi olan sahih bir zemindir. Şair “Bozkurtların Destanı” adlı kitabının başında bu meseleyi açıklıyor ve şöyle diyor:
“Geçmişi öğrenelim, gezip ana yurtları
Görelim, hangi tasa öldürmüş Bozkurtları!
Çevirelim gözleri on dört asır önceye;
Sonra bugüne dönüp dalalım düşünceye…
Seni özünden vuran düşmanın kimmiş dünkü?
Göreceksin ki, yine aynı düşman bugünkü!
Bizi üzen, ağlatan yahut güldüren nedir?
Düşmana tutsak edip sonra öldüren nedir?
Hangi sırla parlayıp büyüyüp açılmışız?
Hangi duyguyla sönüp dağılıp küçülmüşüz?
Bu düğümleri bir bir çözeceksin burada
Bir gerçek sezeceksin, kanayan her yarada!
Sonra okuyup ulu atalar erdemini,
Duyacaksın o büyük günlerin özlemini!
Göreceksin ki eşsiz yiğitlerin nicesi
Ölmüş… Yaşasın diye, büyük Türk düşüncesi!
Bileceksin bu yolda nasıl akmış kanımız…”
*İslam Öncesi Türk Tarihi Tecrübesi: Niyazi Yıldırım, Bozkurtların Destanı ve Kür Şad İhtilali Destanı adlı eserlerinde Nihal Atsız’ın da etkisiyle Göktürk atalarımızın hayatını, mücadelesini uzun bir manzum hikâye hatta roman olarak anlatır, yaşar ve yaşatır. Özellikle sıradan bir kişi değil bir devlet olan, bayrak, vatan, bir özge can olan Kür Şad’ın Çin emperyalizmine karşı verdiği Türk istiklal mücadelesinin ruhunu çok içten ve samimiyetle anlatır.
Çin esareti altında yaşamaya mahkum edilen Türkleri esaretten hürriyete kavuşturmak adına verilen destansı Kür Şad ihtilali, bugün de Türk milleti için önemini hâlâ koruyan bir büyük eylemdir.
Zira o zaman Çin emperyalizmi vardı, bugün de Türk milletinin başının belâsı Amerika, Avrupa, İsrail, Rusya, Çin, Fars, Barzani emperyalizmleri var. Bugün Türkiye Türklüğü Amerika, Avrupa ve İsrail emperyalist hâkimiyetine maruzdur. Sosyal, siyasi, kültürel, ekonomik anlamda Türkiye Türklüğü, bu modern esaret, kölelik ve sömürü sistemine karşı Kür Şad ihtilalini acilen gerçekleştirerek hürriyetine ve istiklaline kavuşmalıdır.
Bugün Güney Azerbaycan Türklüğü, Fars işgali altındadır. Orada da kuvvetli bir Kür Şad ihtilaliyle İran adlanan yerdeki bütün Türkler hürriyetlerine kavuşmalı, sonra da 1828 Türkmençay anlaşmasıyla Rusya ve İran arasında paylaşılan Azerbaycan yurtları birleştirilmeli, Kuzey ve Güney Azerbaycan birleşerek Bütöv yani Tek Azerbaycan olmalıdır.
Irak Türkleri olan Türkmenler Amerika’nın ve İsrail’in desteğiyle Barzani eşkiyasının işgal ve istilasına uğratılmıştır. Suriye Türkmenleri de aynı şekilde PKK’nın Suriye kolu tarafından baskı altında tutulmaktadır. O zaman yapılacak olan bellidir. Irak ve Suriye Türkmenleri birleşmeli ve destansı bir Kür Şad ihtilaliyle Barzani ve Suriye PKK’sına karşı topraklarını kurtarıp kendi devletlerini kurmalıdır.
Bugün Doğu Türkistan Türklüğü, Çin işgali ve esareti altındadır. Orada da Kür Şad ihtilali ve direnişi zafere ulaşıncaya kadar, hür ve müstakil Doğu Türkistan devleti kuruluncaya kadar devam etmelidir.
Rusya’nın egemenliği altında kalmış onlarca Türk topluluğu da birleşip Rusya’ya karşı Kür Şad ihtilali yapmak zorundadır.
Niyazi Yıldırım, Göktürkler zamanındaki hürriyet ve istiklal için yapılan Kür Şad isyan ve ihtilalinin günümüzdeki esir Türkler için de geçerliliğini, önemini ve güncelliğini koruduğunu Kür Şad İhtilali Destanı kitabının sonunda şöyle dile getiriyor:
“Delinse yer; çökse gök;
Yansa, kül olsa dört yan...
Yüce dileğe doğru,
Yürürüz yine yayan…
Dirilecek Bozkurtlar;
Bir ordu bütün Türkler…
Birleşip eski yurtlar,
Doğacak büyük Turan...
Bu türküyle hâlâ
Doludur gökler…
Bir gün yine,
Söylesin diye Türkler…
Kür Şad ve Kırk yiğit
Tanrıdağı’nda;
Atam Alp Er Tunga’nın otağında
Bin üç senedir bizleri bekler…”
Nitekim şair, bu konuyla alakalı olarak kendisine sorulan bir soruya şöyle cevap veriyor:
Soru: "Kür Şad İhtilâli Destanı" ve "Bozkurtların Destanı" adlı eserlerinizle bugünün insanına ve Türk milletine vermek istedikleriniz nelerdir?
Cevap: Geçmişle, günümüzle ve gelecekle bağlantı kurmak zorundayız. Millet olarak var olmamızın, yaşayabilmemizin ve atalarımızın Tanrı'dan alıp bize miras bıraktıkları büyük ülkümüzü gerçekleştirebilmemizin tek şartı budur. Destan, tek başına bir konu olmakla beraber, sanatın her dalına konu ve ilham veren derin, geniş ve gür bir kaynaktır.
Yukarıda adı geçen kitaplarımla bunu yapmak istedim. Aynı zamanda destan, millî şuuru dinç tutan, millî dinamizmi yoğuran en büyük amillerden biridir. Millî şuur olmadan, millî hiç bir şey yapılamayacağına göre, gençlerin şuurlarına, bilenmiş bir süngü parlaklığı ve keskinliği kazandırmak istedim. Destanda ibretler vardır; dünya görüşümüz vardır; acılarımız, mutluluklarımız vardır... Bunları yansıtmaya çalıştım.”
* İslamî Dönem Türklüğü:
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, şiirlerinde sadece İslam öncesi Türk tarihine değil, İslamî dönem Türk tarihine ve değerlerine de yer verir. Ona göre Türk tarihi ve milleti devamlılık zinciri içinde bir bütündür, ayıramayız, hiçbir dönemini yok sayamayız. O şiirlerinde Türk tarihini, İslam öncesi ve sonrası dönemlerde Türklerin savaşlarını destansı bir söylemle anlatırken bu savaşların sıradan bir cengâverlik, kişisel bir kahramanlık, üstünlük duygusunu tatmin, yağmacılık, talancılık, katliam olsun diye yapılmadığını, bu savaşların kutsal bir amaç uğruna yapıldığı vurgusunu özellikle öne çıkarır.
Bu yaklaşım önemlidir. Zira dışarıdaki ve içimizdeki gâvurlar, Türk tarihindeki savaşlardan hareketle bizi barbarlıkla suçluyorlar. Halbuki Türk milleti İslam öncesi döneminde de İslam sonrası döneminde de kendisinin Allah tarafından nizam-ı âlemi temin için görevlendirildiğine inanır. Bozulan düzeni düzeltmek, yok edilen adaleti tekrar gerçekleştirmek, ezilen, sömürülen, köleleştirilen, esir edilen insanları, toplumları hürriyetlerine kavuşturmak için İslam öncesi dönemde Gök Tanrı, İslamiyet’ten sonra da Allah tarafından dünya düzenini sağlamak için görevlendirilmiş bir millet olarak görür.
Türk’ün cihan hâkimiyeti ülküsü de barışı, adaleti, dengeyi, hakkı, huzuru sağlamak adına bir hâkimiyettir. Zalim devletlere karşı savaş açan Türkler, Tanrının kendilerine verdiği görevi yerine getirmek için bu işi yaparlar. Onun için Batılılar Türklere “Tanrının kırbacı” derler. Bu görevi başardıklarında da Tanrı tarafından kendilerine “kut” yani ülkeyi, dünyayı yönetme yetkisi, baht, talih ve mutluluk verilecektir.
Eski Türk töresine göre Tanrı, kişisel ihtiras ve menfaat için şan ve şöhret için savaşanlara değil, kendi kurallarına uyanlara, adaleti, iyiliği, huzuru yayanlara kut verir. Türk töresi budur. Muhtemelen gerçek bir dinin bozulmuş hali olan Gök Tanrı dini, eski Türklerin kültürünü, töresini, kimliğini belirleyen temel bir kaynaktı. Dolayısıyla yaptıkları bütün savaşları, mücadeleleri, faaliyetleri hep Gök Tanrı’yı memnun etmek, onun rızasını kazanmak, onun düzenini ve adaletini yaymak için yapmışlardı.
Yani İslam öncesi Türkler de Tanrı için, din için cihad etmişlerdi. Türkler İslam’ı benimsedikten sonra da yine Allah’ın adını, mesajını, adaletini yeryüzüne yaymak için cihad eden Allah’ın ordusu olmaya devam ettiler.
Niyazi Yıldırım, Alp Erenler Destanı adlı eserinin önsözünde Türk’ün İslam’la buluşmasının Anadolu’yu nasıl mübarek bir Türk yurdu haline getirdiğini veciz olarak şöyle ifade eder:
“Bu destan bugün yaşamakta olduğumuz Türkiye Anadolu coğrafyası üzerinde var oluşumuzu sağlayanların…
Bu toprakları, maddesi ve manası ile hakiki bir vatan yaparak milletimizi geçmişten geleceğe bağlayanların…
Bu vatan üzerinde millî şahsiyetimizi mayalandırıp yoğuranların…
Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Cihan Devleti gibi insanlık tarihi içinde altın sayfalar açan iki devleti kuranların destanıdır…
Onlar ki, kimi kılıç erleri idiler, kimi kalem erleri…
Dağ yürekli savaş erleri, derya gönüllü irfan erleriydiler. Alp Erendiler…
Allah, vatan, bayrak, din ve devlet uğruna ölmeyi cana minnet bilendiler…“
840-1212 tarihleri arasında, Türkistan ve Maveraünnehir'de hâkimiyet kuran ilk Müslüman Türk devletlerinden biri olan Karahanlılar Devletinin hükümdarı Satuk Buğra Han Müslüman olunca Abdülkerim adını almıştı. Bu Müslüman Türk Beyi, önceki ataları gibi kendisinin de Allah’ın görevli bir memuru olduğunun, onun kutunu kazanmak için, acuna kut kuşağı bağlamak için çalışması gereken bir hükümdar olduğunun bilincinde idi. Niyazi Yıldırım, Müslüman Türk mücahidi, devlet adamı, bilgesi Satuk Buğra Hanı şöyle anlatır:
“Dedi Ey... Uyan
Satuk Buğra Han
Kalb gözünü aç
Buyurdu Yalvaç!
De ki yücelsin
Kurt başlı sancak
Sana bu muştu
Haktan ulaştı
Dağıt yasını
Kullan usunu
Birliğe çağır
Türk ulusunu!
Gökler, yeryüzü
Her varlık ondan
İnsan dediğin
Bir damla kandan
Çıkar Türklüğü
Ergenekon'dan!
***
Uyandı Satuk Buğra
Dedi, ne güzel rüya
Yoktur özge tapacak
Ulu Çalap'tır ancak
Ulaklar göndereyim
Bütün Türk illerine
Buyruklar ulaşsın
Beğlerin ellerine
Müslümanlık ateşi
Düşsün gönüllerine
Toplansın Ötüken'de
Ünlü Oğuz boyları
Çağırsınlar Türklüğe
Yakın bütün soyları
Fakat din değişmekle
Değişmesin huyları
Ok alır daha sivri
Gergin olsun yaylaları
Ak sütle dolsun göller
Aksın kımız çayları
Ülkenin dört bir yönüne
Yeni din yayılmalı
Müslüman olduğumuz
Âlemde duyulmalı
Yürüyün gün batıya
Ayrılmayınız kökten
Aç çıplak kalsanız da
Sakın yayılmayın cenkten
Cihan Müslümanlığı
Öğrenmelidir Türk'ten!
***
İslam'a gözbebeği
İnsanlığa öz olun
Kurt başlı bayrak üzre
Hilal ve yıldız olun
Ata evdeş genç yaşlı
Oğlan olun kız olun
İster Bayırbucaklı
Ve ister Kırgız olun
Bin ağız bir haykırış
Fakat bir tek söz olun
Allah bir Muhammed hak!
Elinizde GÖKBAYRAK
Tutun yerde kalmaya
Onu Kızıl elmaya,
İletenler siz olun
Satuk Buğra, "Durmayın" dedi genç ulaklara
Duyurun bu haberi hemen en uzaklara!...
Ulaklar at çatlatıp dolaştılar TURAN'ı
Millet, TÜRK Töresine uygun buldu KURAN'I”
İşte Niyazi Yıldırım, şiirlerinde İslam öncesi ve sonrası bütün Türk hayatını, savaşlarını bu bakış açısıyla yansıtır. İslam öncesi dönemde Çin emperyalizmine karşı verilen mücadeleler bu anlayışla olduğu gibi, İslam sonrası dönemde de aynı ruh devam etti. Nitekim 1071’de Müslüman Türk Beyi Alparslan’ın zaferle sonuçlandırdığı Malazgirt Savaşını da Doğu Roma İmparatorluğunun, Bizansın hâkimiyeti altındaki topluluklara yaptığı büyük zulümleri yok etmek, esir ettiği insanları kurtarmak, Anadolu’ya İslam kaynaklı bir insanlık medeniyeti, huzur ve adalet getirmek için Allah’ın kutuyla kutsanmak, Anadolu’yu kutlu bir bölge haline getirmek için böyle bir savaşa girdi. Malazgirt Savaşının İslam imanı ruhuyla yapılan bir cihad oluşunu şair ”Malazgirt Marşı” şiiriyle şöyle yansıtır:
“Aylardan Ağustos, günlerden Cuma
Gün doğmadan evvel iklîm-i Rum'a
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma
Yeni bir şevk ile gürledi gökler
Ya Allah... Bismillah... Allahuekber
Önde yalın kılıç Türkmen Başbuğu
Ardında Oğuz'un elli bin tuğu
Andırır Altay'dan kopan bir çığı
Budur, Peygamberin övdüğü Türkler...
Ya Allah... Bismillah... Allahuekber
Türk, Ulu Tanrı'nın soylu gözdesi
Malazgirt Bizans'ın Türk'e secdesi
Bu ses insanlığa Hakk'ın müjdesi
Bu seste birleşir bütün yürekler...
Ya Allah... Bismillah... Allahuekber!..
Naramızdır bu gün gök gürültüsü,
Kanımızdır bugün yerin örtüsü
Gazi atlarımın nal parıltısı
Kılıçlarımızdır çakan şimşekler...
Ya Allah... Bismillah... Allahuekber!..
Yiğitler kan döker, bayrak solmaya,
Anadolu başlar, vatan olmaya...
Kızılelma'ya hey... Kızılelma'ya!!!
En güzel marşını vurmadan mehter
Ya Allah... Bismillah... Allahuekber”
Niyazi Yıldırım’ın destanlarında, şiirlerinde Tanrı’nın adaletini gerçekleştirmek, zulümleri, baskıları yok etmek, insanlığa insanlık medeniyetini götürmek için, kut almak, kutlu olmak, kutsanmak için savaşanlar yalnız erkekler değil, çoluk çocuk, kadın, genç, ihtiyar herkestir. Zira Türk milleti olarak biz, tarih boyunca ordu-millet karakterinde bir milletiz.
Ayrıca o cihad ruhuyla savaşan bütün kahramanlarımıza, İslam öncesi dönemdeki alplarımıza ve İslamî dönemdeki Alp-erenlerimize ayırmadan birlikte yer veriyor. O, bazılarının yaptığı gibi tarihimizi ne sadece alplarımızla sınırlandırıyor ne de sadece Alp-erenlerimizle. Yani o Türk tarihini İslam öncesi dönemden de ibaret görmüyor, İslamî dönemle de sınırlamıyor. Ona göre Türk tarihi ve milleti bir bütündür. Her dönemi, her boyu, her coğrafyası bir bütündür.