Ali Seydi Bey
Mustafa Uzun 01 Ocak 1970
Erzincan’da doğdu (21 Zilhicce 1286 / 24 Mart 1870). Süvari kumandanı Üzeyir Paşa’nın oğludur. Babasının adı Sicill-i Ahvâl Defteri’ne yanlışlıkla Aziz olarak kaydedildiğinden bazı yerlerde bu şekilde geçmekteyse de ailesinden alınan bilgilere göre doğrusu Üzeyir’dir. Nitekim Türkiye Büyük Millet Meclisi kayıtlarında da bu şekildedir. Erzincan Askerî Rüşdiyesi ve Mülkiye İdâdîsi’ni bitirdi. Sınıf arkadaşlarından Rızâ Tevfik’in belirttiğine göre Mülkiye’deki tahsili sırasında şiirle uğraşan Ali Seydi, mektebin Ali Kemal, daha sonraki yıllarda tasavvufî şiirleri dolayısıyla “şâir-i ilâhî-nevâ” lakabıyla tanınan Ali Rızâ ve Ali Ferruh gibi önde gelen şairleri arasında yer alıyordu. 1891’de Mülkiye’nin yüksek kısmından mezun oldu. Aynı yıl Şûrâ-yı Devlet Kalemi’nde devlet hizmetine girdi. Bir yandan da Numûne-i Terakkî Mektebi ile idâdîlerde hesap, hendese, kitâbet, imlâ ve tarih hocalığı yapmaya başladı. Üsküdar İdâdîsinde çalışırken Hazîne-i Hâssa Nezâreti Tahrirat Kalemi mümeyyizliğine geçti. Hakkında verilen bir jurnal üzerine tutuklanarak muhakeme edildikten sonra “arâzî-i seniyye” başkâtipliği üyeliğiyle Bağdat’a sürgün edildi (1896). Burada da Bağdat İdâdîsi ile diğer birçok mektepte muallimlik yaptı. Ayrıca aşiretler arasındaki bazı ihtilâfları halletmekle görevlendirildi. Gösterdiği dirayetle bu önemli meseleyi, tarafları memnun ederek çözdüğü ve devleti büyük bir gaileden kurtardığı için mükâfat olarak İstanbul’a dönmesine izin verildi (Mart 1900).
Görevlerinde başarılı olduğu için 1901’de Hazîne-i Hâssa Tahrirat Kalemi mümeyyizi, 1904’te başmümeyyiz, 1907’de ise müfettiş oldu ve çeşitli rütbe ve nişanlarla mükâfatlandırıldı. Bu arada Bağdat, Basra ve Musul Emlâk-i Hümâyun idareleri ile Dicle üzerinde çalışan Hamidiye Vapurları İdaresi’ni teftiş için bir yıl kadar bu bölgelerde bulundu (1907-1908). Hazîne-i Hâssa’nın II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra Maliye Nezâreti’ne bağlanması üzerine yapılan kadro düzenlemesi sonucu açıkta kaldıysa da bir müddet sonra ehliyet ve hizmeti göz önüne alınarak Dahiliye Nezâreti müfettişliğine tayin edildi (9 Eylül 1909). Aynı yılın kasım ayında Sultan Reşad’ın emriyle kurulan Târîh-i Osmânî Encümeni’ne dâimî âza seçildi. Bu arada Mütemâyiz rütbesi ve ikinci Mecîdî nişanıyla mükâfatlandırıldı. 1913-1919 yılları arasında, önce üç ay kadar Adana vali vekilliği yaptıktan sonra Dahiliye Nezâreti Teftiş Heyeti umum müdür vekilliği, Bolu ve Çatalca sancakları mutasarrıflığı ve Elaziz valiliği yaptı. Bu son vazifesinden azledildikten sonra ise daha çok eğitim ve öğretim hizmetlerine ağırlık vererek eser yazmakla meşgul oldu. Ali Seydi, Cumhuriyet’in ilânını müteakip adı Türk Tarih Encümeni olarak değiştirilen ve başkanlığını Ahmed Refik Altınay’ın yaptığı Târîh-i Osmânî Encümeni’nde tekrar görev aldı. Encümenin 1927 yılında Maarif Vekâleti bünyesinde ve Fuad Köprülü başkanlığında yeniden teşkilinde ise açıkta kaldı. Bu yıllarda Mekteb-i Mülkiyye’de muallimlik yaptı. 1933 yılı Nisanında Trabzon mebusu seçilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdiyse de ekim ayında hastalanarak vefat etti.
Ali Seydi Bey bilhassa eserleriyle Türk eğitim ve fikir hayatına önemli hizmetlerde bulunmuştur. Meşrutiyet aydınlarının birçoğu gibi maarif sahasındaki eksiklerin giderilmesinin önemine inanmış, bunun için pek çok eser yayımlanması gerektiği üzerinde durmuştur. Ona göre ilerlemek için Batı’nın ilim ve fen alanlarındaki gelişmelerinden süratle haberdar olmak ve halkın kültür seviyesini yükseltmek gerekiyordu. Bu sebeple birçoğu ders kitabı mahiyetinde olan büyüklü küçüklü doksandan fazla eser kaleme almıştır. Dil meseleleriyle ayrıca ilgilenmiş, çeşitli sözlükler hazırlamış, alfabe değişikliğine karşı çıkarak bunun getireceği zararları belirten küçük fakat önemli bir risâle yayımlamıştır. Sıvı ilâçların kolaylıkla içilmesi için özel bir kaşık icat ederek “ihtira beratı” alacak kadar araştırmaya meraklı olan Ali Seydi, idarî ve ilmî çalışmalarıyla başarılı ve çok yönlü bir hüviyet gösteren son devir aydınlarından biridir.
Eserleri. Ali Seydi Bey’in yazdığı kitapları sözlükler, tarihler, dinî ve ahlâkî eserler olmak üzere üç grupta toplamak mümkündür. Bunlar arasında sözlüklerinin ayrı bir yeri vardır. 1. Resimli Kamûs-ı Osmânî (İstanbul 1324). Önsözde belirtildiğine göre, kelime seçiminde Arapça ve Farsça’dan dilimize girmiş olanlar yanında bilhassa Türkçe kelimelere yer verilerek tertip edilen eserde 40.000 madde başı vardır. Benzeri sözlükler içinde ilk defa burada 2000 kadar terime yer verilmiştir. Aynı kökten türeyen kelimeler için ayrı başlıklar açılmayıp türemiş şekiller esas kelimenin altında gösterilmiştir. Ayrıca Batı dillerinden dilimize girmiş kelimelerin Latin harfli şekilleri de Fransızca imlâ ile yazılmıştır. 2. Seci ve Kafiye Lugatı (Melkon ile birlikte, İstanbul 1323). Eser bu tür lugatların gerekliliği ve önemi hakkında bir girişten sonra sözlüğün kullanılışıyla ilgili bazı bilgilerin verildiği kısa bir açıklama ile başlamaktadır. Kitabın dış kapağı üzerindeki notlardan anlaşıldığına göre eser cüzler halinde (1-5, 6-15, 15-30, 31-40, 41-55) yayımlanarak toplam elli beş cüzde tamamlanmıştır. Yazarlar, Batı dillerinde pek çok örneği olmasına rağmen Türkçe’de benzeri bir lugatın bulunmaması sebebiyle böyle bir eser hazırladıklarını belirtmektedirler. Ayrıca kelime kadrosunun seçiminde “müntesibîn-i edeb beyninde” kullanılan Arapça ve Farsça kelimelere önem verdiklerini, dilimize diğer yabancı dillerden geçmiş olanlarla garip (az kullanılan) kelimeleri kitaba almadıklarını açıklamaktadırlar. Eserde yer alan kelimelerin asıl ve mecazi anlamlarıyla eş anlamlıları ayrı ayrı gösterilmiş, aynı kökten türeyen (müştak ve mürekkep) şekiller o kelimenin altında açıklanmıştır. Bir kafiye lugatı olduğu için kelimelerin tertibinde kelime sonundaki harflerin alfabetik sıralanışları esas alınmıştır. Böylece her fasılda sonu aynı harfle biten kelimeler toplanmış, bunlar kendi aralarında ilk harflerine ve med, fetha, kesre, zamme gibi harekelerle okunuşlarına göre tertip edilmiştir. 15.000 kadar kelime ihtiva eden eserde bunların seci ve kafiye olarak kullanılışlarını göstermek için örnek beyitler verilmiştir. Bu hacimli eser (863+7 sayfa) aynı zamanda genel bir sözlük olarak da kullanılabilir. Eserden, metin tamirinde bilhassa okunamayan kelimelerin tesbitinde de faydalanmak mümkündür. 3. Lugatçe-i Edebiyyât (İstanbul 1324). İç kapağında Seci ve Kafiye Lugatına Zeyl yazılı olduğu için bazı kataloglara (krş. Özege, IV, 1539) bu adla ayrı bir kitapmış gibi geçen eser küçük bir edebiyat lugatıdır. Nitekim Seci ve Kafiye Lugatı’nın 41-55. cüzünün dış kapağında, yedi formalık Lugatçe-i Edebiyye ile yirmi formalık Defter-i Galatât, mahiyetleri itibariyle bir nevi zeyil kabul edildiklerinden abonelere ücretsiz gönderilecekleri, arzu edenlere ise ayrıca satılacakları ilân edilmiştir. Ali Seydi eserinin “İfâde” başlıklı kısmında, “kullanılmakta olan edebî ıstılahları tarif, tefsir, izah ve misalleriyle elifbâ sırasıyla toplayan böyle bir lâhikanın yazılmasını faydalı ve lüzumlu gördüğünü” belirtmekte, Muallim Nâci’nin Istılâhât-ı Edebiyye’si varken bu kitabı kaleme almasını ise onun bütün edebî terimleri alarak uzun uzadıya açıklaması ve alfabetik olmaması sebebiyle bir lugat olma özelliğini taşımamasına bağlamaktadır. 4. Defter-i Galatât (İstanbul 1324). Türkçe’de kullanılan 1500 kadar galat kelimenin aslı ile 700 kadar yakın anlamlı (müteşâbih) ve eş anlamlı (müterâdif) kelimenin aralarındaki farkları ve kullanıldıkları yerleri gösteren bir sözlüktür. 5. Lisân-ı Osmânî’de Müsta‘mel Lugat-ı Ecnebiyye (İstanbul 1327). Türkçe’de kullanılan Batı kaynaklı kelimeler hakkında yazılmış benzerleri arasında en hacimli lugat olan bu eserin adına Ali Seydi’den bahseden kaynaklarda rastlanmadığı gibi, aynı konuda bir sözlük hazırlayan M. Nihat Özön de daha önce yazılmış sözlüklerden bahsederken Ali Seydi’nin bu eserini zikretmez. Ancak Özön, kitabını meydana getirirken faydalandığı “eserlerinden örnek alınmış yazarlar” listesinde A. S. rumuzuyla Ali Seydi’den örnek aldığını belirtmektedir. 6. Musavver Dâiretü’l-maârif (Ali Reşad, Mehmed İzzet ve L. Feuillet ile birlikte, I-II, İstanbul 1332-1333). Önsözünde altı yedi ciltten meydana geleceği ifade edilen ve sonuna kadar neşredilmesi için gerekli tedbirlerin alındığı belirtilen eserin sadece “Egisthe” (?????) kelimesiyle biten 1064 sayfalık I. cildi ile 1552. sayfada sona eren ve elif harfinden “Üseyyid” (????) kelimesine kadar gelen II. cildinin ilk bölümü yayımlanabilmiştir. Fransızca Petit Larousse örnek alınarak hazırlanan ve devrinde yayımlanan ansiklopediler içinde gerek tertibi gerekse muhtevası itibariyle önemli bir yeri olan eserin yazarları, Dâiretü’l-maârif’in ayrıca yayımlandığı zamana kadar hazırlanmış en iyi Fransızca-Türkçe lugat olduğunu söylemektedirler. Eserin bir başka özelliği de Türkçe kelimeler için örnekler yazılması ve ortaya çıkış sebepleriyle kullanıldığı yerler belirtilerek atasözlerine yer verilmiş olmasıdır. Ayrıca her kelimenin Latin harfleriyle de yazılışı gösterilmiş, dinî ve şer‘î terimlerle “ıstılâhât-ı kadîme-i Osmâniyye”ye önem verilerek hiç kullanılmayan veya az kullanılan bazı kelimelere işlerlik kazandırma yolu tutulmuştur. Bu bakımdan ansiklopedi, aynı zamanda iyi bir lugat olma özelliğine sahiptir. Madde başlarında bibliyografya alt başlığı açılarak burada ilgili kitapların kısaca tanıtılması da bir diğer yeniliktir. 7. Latin Hurûfu Lisanımızda Kabil-i Tatbik midir? (İstanbul 1340). Harf inkılâbından dört yıl önce İzmir İktisat Kongresi sırasında yeniden gündeme gelen ve gittikçe artan bir şiddetle münakaşa edilen “istibdâl-i hurûf” (alfabe değişikliği) meselesi hakkında Tanin ve İleri gazetelerinde değişiklik lehinde çıkan makalelere karşı kaleme alınmış bir risâledir. Kapağında adı ayrıca Latin harfleri ve Fransızca imlâ ile Latine Houroufi Liçanimiza Kabil-i Tatbik midir? şeklinde de yazılmış bulunan bu reddiyede Ali Seydi kullanılmakta olan Arap harflerini daha çok millî ve mantıkî bakış açısından müdafaa edeceğini belirtmektedir. Konu üzerindeki tartışmaların eski millî harflere dönüş, sırf Arap âhenk ve telaffuzuna (mahreç) has harfleri alfabemizden çıkarma, bazı ilâvelerle Latin harflerini kabul ve kullandığımız alfabede yapılacak değişiklikler olmak üzere dört esas noktada toplanabileceğini söyler. Birinci teklifin imkânsız, ikincisinin ancak çok iyi bir hazırlık ve araştırmadan ve bu esaslara göre düzenlenmiş bir sözlükten sonra mümkün olacağını, bu takdirde de çocuklarımıza Kur’an öğretebilmek için ayrıca gayret göstermek gerekeceğini izah eder. Latin harflerinin kabulü meselesine gelince, bunun dinî mahzurları ile diğer müslümanlar bakımından doğuracağı güçlükleri bir tarafa bırakarak, o gün için pek az savunucusu bulunan bu değişikliğin gerçekleşmesi halinde uğranılması kuvvetle muhtemel zararları gözler önüne serer ve kullanılan alfabenin birçok olumlu özelliğe sahip olduğunu belirtir. Bu özellikleri de tarihî ve ilmî delillerle açıklar. Ali Seydi’nin bu küçük kitapçığı A. Galanti’nin Latin harflerinin kabulüne karşı çıkan eserlerinden sonra en ciddi çalışma niteliğindedir. 8. Resimli Yeni Türkçe Lugat (İstanbul 1929; dış kapakta baskı tarihi 1930). Ali Seydi’nin bu eseri harf inkılâbının birinci yıl dönümü münasebetiyle yeni harflerle basılmış ilk sözlüktür. Üç ay gibi kısa bir zamanda hazırlanan ve basımına 1929 yılı sonlarında başlanan eser 1930 yılı başlarında tamamlanmıştır. Başlıca kaynaklarını Şemseddin Sâmi’nin Kamûs-ı Türkî’si ile Dil Encümeni’nce hazırlanan İmlâ Lugatı (1928) ve 1914’te bastırdığı Resimli Kamûs-ı Osmânî’nin oluşturduğu bu sözlükte daha çok Türkçe kelimelerden seçilmiş 40.000 madde başı yer almaktadır. Acele ile hazırlanan ve Resimli Kamûs-ı Osmânî kadar başarılı olmayan eserde kelimelerin yeni harflerle yazılışında bazı tereddütler, yanlışlık ve karışıklıklar vardır. Sözlükte kelimelerin Türkçe karşılığı verildikten sonra Fransızca’ları da yazılmış, aynı şekilde deyimlerin karşılıkları da gösterilmiştir. Eser bu yönüyle bir Türkçe-Fransızca sözlük niteliğini taşımaktadır.
Yazarın çoğu dil konusunda olan belli başlı diğer eserleri arasında ise şunlar yer almaktadır: Güldeste-i Bedâyi‘ (İstanbul 1320). Resmî, hususî ve ticarî yazışmalarla ilgili nazarî ve amelî bilgiler veren bu eser çok rağbet gördüğünden dört defa basıldıktan başka, Tertîb-i Cedîd Güldeste-i Bedâyi‘ (İstanbul 1322), Muhtasar Güldeste-i Bedâyi‘ (İstanbul 1325), Tertîb-i Cedîd Muhtasar Güldeste-i Bedâyi‘ (istanbul 1327 [dış kapağın arka yüzünde 1328]) gibi adlarla birkaç defa daha yayımlanmıştır. Mesâil-i Tabîiyye (İstanbul 1307); Kitâbet Dersleri (İstanbul 1321); Furûk-ı Müteşâbihât ve Müterâdifât (İstanbul 1329).
Tarihe Dair Eserleri. Hükûmât-ı İslâmiyye Târihi (İstanbul 1327). İç kapağındaki bir nottan anlaşıldığına göre on büyük cilt olarak tasarlanan eserin sadece “zamân-ı câhiliyyet ve asr-ı saâdet” konularındaki I. cildi neşredilmiştir. “Kable’ş-şürû‘” başlıklı bölümde kısa bir önsözden sonra, “Tarih Hakkında Birkaç Söz”, “Tarihin Taksimi”, “Tarihin Me’haz ve Muavinleri”, “Re’s-i Târih”, “Tarihin Seyr ü Terakkisi” başlıklı beş kısım yer almakta ve bu bölümde tarih ve tarihçilik hakkında bir ön bilgi verilmektedir (s. 5-15). “Medhal”de ise âlemin ve Hz. Âdem’in yaratılışı, Nûh tûfanı ve sonrası hakkında verilen bilgilerle Câhiliye dönemine geçilmiş ve eser Hz. Peygamber’in vefatı ile sona ermiştir. Büyük boy 286 sayfa olan kitapta konu ile ilgili bazı resim ve haritalar da vardır. Sokullu Mehmed Paşa (İstanbul 1327); Alemdar Mustafa Paşa yahut Tarih Tekerrürden İbarettir (İstanbul 1329); Târîh-i İslâm (Ali Reşad ile birlikte, İstanbul 1327); Târîh-i İslâmdan Birkaç Yaprak: Aşere-i Mübeşşerenin Terceme-i Ahvâl ve Menâkıbı (İstanbul 1327); Târîh-i Umûmî (Ali Reşad ile birlikte, I-III, İstanbul 1327); Mekâtib-i İdâdîye Şakirdânına Mahsus Devlet-i Osmâniyye Târihi (İstanbul 1329). 633 sayfalık bu eser daha sonra sultânîlerin programına uygun hale getirilerek yeniden düzenlenmiş ve 334 sayfalık I. cildi basılmıştır (İstanbul 1338).
Ahlâka Dair Eserleri. Vezâif Nazariyesi Üzerine Mürettep Ahlâk-ı Dînî (İstanbul 1329); Musâhabât-ı Ahlâkıyye (İstanbul 1334). Altı kitaptan (bölüm) meydana gelen bu seri devre-i ûlâ 1-2, devre-i mutavassıta 3-4, devre-i âliyye 5-6 olmak üzere mektep programına uygun olarak hazırlanmış ve birçok baskısı yapılmıştır. Terbiye-i Ahlâkıyye ve Medeniyye adlı üç kısım olarak basılmış eserinden başka (çeşitli baskıları için bk. Özege, IV, 1806-1807) iki kısım halinde Kızlara Mahsus Terbiye-i Ahlâkıyye ve Medeniyye (İstanbul 1328-1329) adlı ders kitaplarını da hazırlamıştır. Bunlardan başka çeşitli okullarda ders kitabı olarak okutulan bizzat kendisinin veya diğer müelliflerle birlikte hazırladığı eserleri de vardır.
Ali Seydi’nin çeşitli gazetelerdeki makaleleri arasında, 1921 yılında İkdam gazetesinde yayımladığı Osmanlı teşkilât ve teşrifatına ait makaleler Teşrifat ve Teşkilatımız adıyla derlenerek bir kitap haline getirilmiştir (nşr. N. Ahmet Banoğlu, İstanbul, ts.). Ancak ciddi bir neşir olmaktan uzak bulunan bu sadeleştirilmiş ve açıklayıcı dipnotlarla hazırlanmış çalışmada Ali Seydi Bey’in makaleleri arasına yer yer ve çok defa esas metinden ayırt edilemeyecek tarzda konu ile ilgili bazı yazılar da ilâve edilmiştir. Kitabın ikinci bölümü ise, neşredenin “Harem Teşkilâtı ve Teşrifatı” adı altında esere eklediği, bir kısmı daha önce yayımladığı Tarih Dünyası adlı dergide çıkmış yazılardan meydana gelmektedir.
Sicill-i Ahvâl Defteri’nde belirtildiğine göre Usûl-i mesâha ve ta‘yîn-i mesâfe ve Hall-i Mesâil adlarında matematik ve geometri ile ilgili iki eseri için yayın izni alınmışsa da bunların basıldığı tesbit edilememiştir.
Ali Seydi’nin Osmanlı sadrazamları hakkında 1338’de (1920) hazırladığı Sadrazamlar adlı basılmamış bir eseri vardır. Bunun, torunu Prof. Dr. Neda Armaner’in kütüphanesinde bulunan altıncı defterinden müellifin ilk sadrazamdan itibaren kronolojik bir sıra takip ederek bütün sadrazamları ele aldığı anlaşılmaktadır. 110 sayfalık bu defterde 111. sadrazam Topal Osman Paşa’dan 140. sadrazam Yeğen el-Hâc Mehmed Paşa’ya kadar otuz vezirin hayatı yer almaktadır.