Çözüm, sıkı yönetimdir
Çetin Yetkin 01 Ocak 1970
İktidarın ısrarla “Kürt sorunu”olarak adlandırdığı ama gerçekte Anayasamızın 122/1. maddesindeki anlatımla “ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten ve dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketleri” nden başka bir şey olmayan PKK’nın ve yandaşlarının eylemlerine bir “çözüm” bulmak için daha fazla “demokrasi” yi öne sürmek, Anayasa’ya açıkça aykırıdır. Dahası, ülkeyi parçalanmaya doğru sürüklemektir.
Bu tutumun Anayasa’yı çiğnemek, onu hiç saymak, bu nedenle de iktidarın meşruluk sınırını aşması demektir. Çünkü, her şeyden önce, Anayasa’nın 10. maddesinin hükmü şudur:
“Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
... Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
Bu nedenle, eğer Kürt kökenli vatandaşlara özgü olarak ayrı bir “demokrasi”, başka bir deyişle “demokratik hak ve özgürlük!” tanınırsa, bu, açıkça Anayasa’nın bu maddesini yok saymak demektir.
Daha da önemlisi, yazının başında sözünü ettiğim Anayasa’nın 122/1. maddesi, bölücü terör karşısında hükümete ve TBMM’ne düşen görevi açıkça belirtmiş bulunmaktadır. Maddenin ilgili bölümü sözcüğü sözcüğüne aynen şöyledir: “... vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten ve dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması sebepleriyle, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulu’nun da görüşünü aldıktan sonra, ... yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde sıkıyönetim ilan edebilir....”
Yapılması gereken yeterince açıktır.
O zaman sormak gerekmez mi ki, neden bu yola başvurulmamaktadır?
Onun yerine, bölücü terörizme son vermek savıyla “demokratik çözüm” den
söz edilmektedir?
Amaçlarının önce özerk, arkasından da bağımsız bir Kürdistan olduğunu her olanakta dile getiren PKK ve uzantıları ile nasıl olacaktır da demokratik bir platformda anlaşma sağlanacaktır?
Hem sonra hangi devlet, ülkeyi bölüp parçalamak isteyenlere fazladan demokratik haklar tanır? Böyle bir tanıma, onun amacına ulaşmasını kolaylaştırmak demek değil midir?
Hükümetin bu ve benzer soruların yanıtlarını Türk kamuoyuna açıklaması gerekir.
Bu arada, şuna da açıklık getirmelidir: Üniversite harçlarını protesto eden öğrencilere karşı polis şiddet uygularken, hem Türk Ceza Yasası’na ve hem de terörle mücadele yasasının hükümlerine doğrudan aykırı olan PKK gösterilerine neden seyirci kalmaktadır? Hatta, neden “şenlik” ya da “festival” gibi adlar altında PKK’nın kitle gösterisine dönüşen eylemlerinin güvenliğini sağlamaktadır?
Gerçi, sıkıyönetim yoluna hükümetin başvurmamasının nedenlerinden biri bellidir. Çünkü Anayasa’nın anılan 122. maddesinin son fıkrası “Sıkıyönetim komutanları Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı olarak görev yaparlar” demektedir!
Tüm bunların ötesinde bu vatan, bu devlet, emperyalizme karşı verilen Milli Mücadele sonunda, binlerce şehit ve gazinin kanlarıyla kurulmuş; PKK ile savaşımda da bir o kadar şehit ve gazinin kanlarıyla yaşatılmıştır. Kanla kazanılan ve kanla yaşatılan bir vatan ve devlet, “demokratik açılım” la bölünüp parçalanma sürecine sürüklenemez.
Yapılması gereken tek şey, öncelikle PKK terörünün kökünü askeri güçle kazımaktır.
Yoksa, biz Türkler şehitlerimize ihanet etmiş oluruz ve gazilerimizin yüzlerine bakamayız.
Tanrı, bizi bu utançtan korusun!