Nihad Sâmi Banarlı’nın Üslûbu Üzerine Bir Sohbet / Rıza Filizok
01 Ocak 1970
Sevgili Öğrenciler,
Bugünkü konuşmamda Türkçe’nin âşığı olan Nihad Sâmi Banarlı’nın üslubu konusunu ele alacağım. Medeniyetimizin ve Türkçe’mizin inceliklerine hayran olan Banarlı, Türkçe’ye olan saygısının bir sonucu olarak yüksek bir üslûp düzeyine ulaşmıştı. Onun yazılarında Türkçe’mizi hem keşfeder, hem yaşarız: Onu okurken hem Türkçe’nin güzelliklerini öğrenir, hem güzel Türkçe’nin örneklerini tadarız.
Üslup konusu, bilindiği gibi ihmâl edilmiş bir konudur. Üslûp sahibi pek çok şairimiz, yazarımız, düşünürümüz olduğu halde, bu büyük sanatkârların yarattığı güzellikleri anlamamıza, yaşamamıza, takdir etmemize yardımcı olacak üslûp araştırmalarımız çok azdır.
Daha konuşmamın başında, üslûp araştırmalarının azlığından şikâyetim, Banarlı’nın üslûbuyla ilgili birazdan vereceğim bilgilerle yakından ilgilidir. Yurdumuzda çok zaman üslûptan bahsedilirken, bir yazarın birkaç dil ve anlatım özelliğine temas etmekle yetinilir. Dilinin sade yahut ağır, yalın yahut sanatlı, ahenkli yahut ahenksiz olduğu belirtilir, yazara has bazı edebî özelliklere dikkat çekilir. Bu iş yapılırken çok zaman, ne eski Türk-İslâm belâgatının birikiminden, ne yeni Batı retoriğinin veya üslûp biliminin yöntemlerinden yararlanılır. Sonuçta söz konusu edilen yazarın dilinin sade, ahenkli olduğu, edebî sanatları başarıyla kullandığı vb. söylenir. Bu yaklaşım, şüphesiz bize bir şeyler öğretmekle birlikte bir üslûbu tanımamıza yetmez.
Bir söz ustası olan Banarlı’nın bizi Türkçe’nin güzelliklerine ulaştıran üslûbundan söz açarken, alışılagelmiş olan bu dar yolda yürümek yerine, konumu, üslûp biliminin imkânlarından yararlanarak sunmayı düşündüm. Bu kısa konuşmamda size, Banarlı’nın üslûbunun göz alıcı bütün güzelliklerini, bütün incelikleriyle sunamayacağımı daha baştan söylemeliyim. Ama, Banarlı’nın üslûbunu ileride, bir bütün halinde ortaya koymak isteyecek siz edebiyat öğrencilerine küçük bir yol haritası sunacağımı da haber vermeliyim. Bu yol haritasını verirken de Banarlı’nın üslûbunun bazı temel niteliklerinden de söz edeceğim.
Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğünde, üslûp “Sanatçının görüş, duyuş, anlayış ve anlatıştaki özelliği veya bir türün, bir çağın kendine özgü anlatış biçimi.” tarzında tanımlanmıştır. Bu tanım, üslûbun doğru ama dar bir tanımıdır. Bundan dolayı üslûbun daha çağdaş bir tanımından yola çıkmamız gerekecektir:
Bir üslûp bilimci olan Pierre Guiraud’nun üslûp tanımı ise şöyledir: “Üslûp, konuşan öznenin yahut yazarın mizacı ve niyeti ile belirlenmiş ifade (expression) vasıtalarının seçimiyle biçimlenmiş bir ifade (énoncé) tarzıdır (aspect / görünüm, kılık).” Bu ağır tanımın tam anlaşılabilmesi için, tanımın dayandığı “ifade”, “tarz”, “konuşan özne”, “mizaç” ve “niyet” kavramlarının tek tek açıklanmasından vazgeçemeyiz.
1) İfade (expression): Üslûbun tanımı, ifade kelimesinin dar yahut geniş anlamında düşünülmesine göre değişmektedir:
a) İfade kavramı, geleneğimizde olduğu gibi, yazarın sanatı anlamında kullanılabilir. Bu durumda, üslûp, yazarın bilinçli olarak kullandığı edebî, estetik ifade vasıtaları anlamına gelir.
b) İfade kavramı, yazarın mizacı anlamında kullanılabilir. Bu durumunda yazarın şuur dışı eğilimleri anlamına gelir.
c) İfade kavramı, eserlerin bütünlüğünü anlatmak için kullanılabilir. Bu durumda, yazarın eserlerini değil, yazarın eserlerinin bütünlüğü içinde ortaya çıkan tutumunu ifade eder.
2) İfade vasıtaları, yazarın kullandığı başlıca malzeme anlamına gelir. Bir ressamın kurşun kalem, renkli kalem, sulu boya, yağlı boya kullanması, sanatını nasıl belirlerse bir yazarın üslubunu da kullandığı vasıtalar ve malzeme belirler. Yazarlar ve şairler, üç türlü ifade vasıtası kullanır:
a) Gramer yapıları (Les structures grammaticale): Sesler, biçimler, kelimeler, yapı (constructions) ifade vasıtalarının başında yer alır. Bir üslûp araştırması, yazarın gramer yapıları karşısında aldığı özel tavrın tespitini zorunlu kılar. Banarlı’nın üslûbunun temel eğilimlerinden birisi, gramer yapılarından şuurlu olarak yararlanmasıdır. Yahya Kemal’in şiire uyguladığı mısra işçiliği kavramını, Banarlı, nesre uygulamıştır. Cümleleri, ritmik ve ölçülüdür. Bilindiği gibi Banarlı, nesir ustalarımızın eserlerindeki aruza uyan ifadeleri araştırır ve okuyucularının önüne sererdi. Aruzun sesinin Türk nesrine de yansıdığını bilenlerdendi. Kendi nesirlerinde hep bu tarihî sesten yararlandı.
b) Kompozisyonun oluşturulması: İkinci ifade vasıtası, anlatı türleridir. Yazar, bir metin üretttiğinde bu metin, dört ana anlatım biçiminden (forme) birisi içinde yer alır. Ancak, pratikte, bu dört biçim, daima bir karışım olarak karşımıza çıkar. Bu karışımın oluşturulma tarzı, üslûbu da belirler. Bundan dolayı, Anlatı (discours) tipolojisi açısından yazarın tercihlerinin tespit edilmesi ve hangi anlatım biçimlerinde başarılı olduğunun araştırılması gerekir. Başlıca anlatı biçimleri bilindiği gibi şunlardır: Açıklayıcı metinler (explicatif), tasvirî metinler (descriptif), muhakeme metinleri ( argumentatif), tahkiye/hikâyeleme metinleri (narratif). Banarlı’nın metinlerinin genel olarak açıklama (explicatif) ve muhakeme ( argumentatif) metinleri olduğu görülmektedir. Açıklama ve muhakeme metinleri, çok zaman realist, polemik, lirik ve hitabî bir üslupla birlikte yürümektedir. Banarlı metinlerini düzenlerken(dispositio), genellikle zıtlık, ilâve, paralelizm ve simetri (“antithèse, enchâssement, parallélisme, symétrie”) gibi kompozisyon tekniklerinden yararlanır.
c) Bütünlüğü içinde düşünce: İfade vasıtalarından üçüncüsü yazarın felsefesi ve temel görüşleridir. Yazarın ele aldığı temler, dünya görüşü, felsefî tercihleri, üslûbunu belirleyen temel vasıtalardır.
3) İfadenin Niteliği (la nature de l’expression): Çağdaş üslûp bilimi, üslûp değerleri denilen şeyi de hesaba katmaktadır: Üslûp değerleri, üslûbun dilbilime has bildirişim (communication) teorisi içinde değerlendirilmesi sonucunda tespit edilir: Bilindiği gibi iletişim teorisi, altı temel unsura dayanır: İletişimin gerçekleşebilmesi için, bir söz söyleyenin, bir dinleyenin ve bir de bir mesajın olması gerekir. Ayrıca üç de yardımcı unsura gerek vardır: Bunlar da nesne, kanal ve koddur. Bu altı unsur dilin altı farklı görev (fonksiyon) yapmasını sağlar. Bu teoriden önce, dilin sadece bir anlaşma aracı olduğunu sanıyorduk. Bu teoriden sonra dilin altı görevi olduğunu öğrendik: Bu görevler şunlardır: 1) Dili, kendimizi ifade etmek, kendi duygularımızı dile getirmek için kullanabiliriz. Bu, dilin kendini ifade etme görevidir. Dili, bu görevinde kullanırsanız, üslûbunuza birinci şahıs hakim olacaktır. 2) Dili, kendi dışımızdaki dünyayı, nesneleri ve bilgileri ifade etmek için kullanabiliriz. Bu, dilin haber fonksiyonudur, haber kipleri dediğimiz şey de aslında budur. Dili bu ikinci göreviyle kullanırsanız, nesnel, objektif bir üslup kullanmış olursunuz. 3) Dili, karşımızdakini etkilemek, harekete getirmek için de kullanabiliriz. Bu, dilin etkileme fonksiyonudur. Bu durumda üslûbunuz, bir hitabet üslûbu olacak, emir ve istek kipleri kullanacaksınız. 4) Dili, karşınızdakiyle iletişim kurmak için de kullanabiliriz. Bu, dilin algılama fonksiyonudur. Bu durumda ünlem cümleleri kullanacaksınız. 5) Dili, karşınızdaki ile anlaşmak için kullanabilirsiniz. Anlaşamadığınız noktalarda, dili yine dil ile açıklarsınız. Bu ise dilin üst dil fonksiyonudur. Bu durumda, üslûbunuza eş anlamlılar hakim olacak ve didaktik bir özellik kazanacaktır. 6) Nihayet dili, estetik amaçlarla kullanabilirsiniz. Bir mesaj, sade bir dille de verilebilir, süslü bir dille de. Bu, dilin estetik fonksiyonudur. Bu durumda üslûbunuza söz sanatları hakim olacaktır.
Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç şudur: Dil, sandığımız gibi sadece bir anlatım aracı değildir, biraz önce gördüğümüz gibi onun farklı altı görevi vardır. Bütün yazar ve şairler, birer dil ustası olduklarından dilin bu altı fonksiyonundan yararlanırlar. Üslûp, büyük ölçüde dile dayanır. Dilin altı fonksiyonu, dil açısından, altı tip üslûp yaratır. Bunlar, karışım halinde de kullanıldıklarından pek çok üslûp çeşidinin ortaya çıkmasını sağlarlar.
Dil, konuşan öznenin niyeti ve dinleyici üzerinde bıraktığı etkiler açılarından incelendiğinde, farklı üslûp değerleri gösterir:
a) Kavramsal değerler: Bunlar, bir üslûbun açık, mantıkî, doğru, olması gibi özellikleridir. Muhakeme metinlerinde, tümevarım (induction), tümdengelim (deduction), andırma / mümaselet (anologie) gibi istidlal (raisonnement) şekilleri ile akıldışı / abes (absurde), karşıt / mukabil (opposition), akis ve kıyas (syllogisme) gibi akıl yürütme yollarından yararlanılır. Metnin iç düzenini çok zaman bunlar kurar. Bu akıl yürütme tarzlarının değerleri aynı değildir, her birinin olumlu ve olumsuz yönleri vardır. Bir metinde ileri sürülen fikirlerin değeri ile kullanılan akıl yürütme yolu arasında tam bir ilişki söz konusudur. Yazarın üslûbunu belirleyen şeylerden birisi de seçtiği ve kullandığı akıl yürütme tarzıdır. Birçok edebî sanat, doğrudan akıl yürütme tarzına bağlıdır. Bu noktaya Batı retorikçileri kadar Türk ve İslâm belâgatçileri de dikkat etmiş ve metinleri akıl yürütme açısından sağlamlıklarına göre altı tür halinde derecelendirmişlerdir. Bunlar, burhan, cedel, hitabe, muhayyelât, safsata ve mugalatadır. Akıl yürütme açısından en sağlam metinler, burhan, en zayıfları ise safsata ve mugalatadır. Bu altı türün beşi mantığa, muhayyelat ise ilm-i beyana yani figür ve trop teorisine aittir. Didaktik bir yazar olarak Banarlı’nın sık olarak baş vurduğu muhakeme yolları, tümevarım, tümdengelim, andırma ve karşıtlıktır "oppozisyon". O, kıyas gibi ağır akıl yürütme tarzlarını yazılarında kullanmamıştır. Belagatçilerin tasnifini esas aldığımızda, Banarlı’nın yazıları cedel ve hitabet derecelerinde yer alır. Yazarın burhan gibi ağır, yahut mugalata gibi sağlıksız düşünme yollarına başvurmadığı görülmektedir.
b) İfade değerleri: Bir üslûp, resmî dili, günlük dili, aile dilini, lehçeyi, ağızları, edebî ekolleri yansıtabilir. Banarlı'nın dili, klasik edebiyatımızın ses özelliklerine açıktır. Çağdaşlarının çoğundan bu niteliğiyle ayrılır.
c) İzlenim Değerleri: Üslûbun okuyucu odaklı olarak, okuyucuya göre değerlendirilmesidir. Bu durumda metin, okuyucu üzerinde bıraktığı duygu tesirine göre adlandırılır. Günümüzde tür kavramı yerini, eserleri duygu seviyelerine göre derecelendiren Ton tespiti, “tonlandırma-tonalité” kavramına bırakmıştır. Bu yaklaşım, gülmekten ağlamaya kadar uzanan insan duygularının tonlarının bu iki kutup arasında uzayan çizgiye yerleştirilmesinden ibarettir. Bütün eserler, tonlandırma açısından bu iki sınır arasındaki çizgide yerini bulur. Bu tonlar, gülme kutbuna veya ağlama kutbuna yakınlıklarına ve uzaklıklarına göre bir ad alırlar: Bucolique (Alay), Burlesque (kaba güldürü), Comique (komik), Didactique (didaktik), Dramatique (dramatik), Elejiaque (içli, hüzünlü), Emphatique (tumturaklı, duygu abartılı), épique (destani), heroicomique (güldürücü kahramanlık), lyrique (lirik), oratoire (hitabî), pathétique (dokunaklı), polémique (kalem kavgası), satirique (toplumsal yergi). Banarlı’nın eserlerinin didaktik, polemik, lirik ve hitâbî tonlar taşıdığı görülür. Bu tonlar, Banarlı’nın üslubunun temel belirleyicileri durumundadırlar.
4) İfadenin Kaynağı: Üslûbu ifadenin kaynağına göre de değerlendirmek gerekir:
a) İfadenin psiko-fiziyolojik kaynaklarına göre üslup tespiti yapılabilir: Mizaç üslupları, cinsiyet üslûpları, yaş üslûpları, yumuşak üslûplar, hırçın üslûplar, melânkolik üslûplar gibi.
b) İfadenin sosyal tabakalara, mesleklere göre sınıflandırılması yapılabilir: Aydın üslûbu, köylü üslûbu gibi.
c) İfadenin yüklendiği göreve göre sınıflandırılması yapılabilir. Resmî, edebî, hukukî, siyasî, şifahî üslûplar gibi.
5) İfadenin görünümüne, kılığına (aspect) göre de üslup belirlenebilir: İfadenin niteliği ile ifadenin kaynakları birleşerek yeni üslûp formları oluşturur. Bize tamamen tasvirî olan üslup tanımları getirirler:
a) İfade formları: Bir üslup, icaz (veciz) ve ıtnaba (sözü uzatma) dayanabilir, mecazlı, alegorik vs. olabilir.
b) Düşüncenin, ifadenin kaynağına göre üslûp tespit edilebilir: Bu durumda, neşeli, rahat, hüzünlü, enerjik üslûplardan bahsederiz.
c) Konuşan öznenin dil tercihlerine göre üslupları sınıflandırabiliriz. Bu durumda üslûbun eski (arkaik), yeni (neolojik), şairâne vb. oluşu üzerinde durmamız gerekir.
Bilindiği gibi üslûp gerçeklik (reel) karşısında alınan tavra göre de sınıflandırılmaktadır: Üslûp, ütopik “utopie” bir tutumdan, bir idealleştirmeden “idéalisation”, bir biçimlendirmeden “stylisation”, bir gerçekçilikten “réalisme”, bir abartma eğiliminden "grossissement", yahut gülünçleştirme eğiliminden “caricature” doğabilir. Banarlı’nın genel ve ferdî üslûbu gerçeklik karşısında bir idealleştirme, biçimlendirme ve gerçekçilik “idéalisation, stylisation ve réalisme” üslûbudur.
Banarlı’nın eserlerine metinler arası (intertextualité) ilişkiler açısından bakıldığında, edebiyat tarihinden sohbet, deneme ve makalelerine kadar bütün yazılarında oldukça sık olarak şair ve yazarların eserlerinden alıntılar yapıldığını görürüz. Sadece parodiye yer vermemiş, bunun dışındaki, her türlü metinler arası ilişki tekniğinden yararlanmıştır.
Sonuç olarak şu hükmü verebiliriz: Banarlı’nın üslûbunu belirleyen biçimler (genre), açıklama (explication) ve muhakeme ( argumentation) biçimleridir. Onun üslûbunu her şeyden önce bu biçimlerin nitelikleri belirlemiştir. Bu biçimler didaktik, polemik, lirik ve hitâbî tonlar vasıtasıyla işlenmiştir. Banarlı’nın gerçeklik karşısında aldığı tavra göre üslûbu, bir idealleştirme, biçimlendirme ve gerçeği yansıtma “idéalisation, stylisation ve réalisme” üslûbudur.
Banarlı, bir yazısında şöyle der: “Şu fânî dünyâ saâdetleri içinde hiçbir şey, azîz Türk çocuklarına Türk dilini öğretmek kadar güzel hizmet değildir.
Vatan çocuklarına bir milletin yarattığı ve yaşattığı dili, bütün güzellikleri, incelikleri, yücelikleri ve güzel sesiyle öğretmek...
Onları, böyle bir dilin sihirli ifâdelerine yükselterek; her an, daha çok duyan, düşünen, anlayan ve yaratan insanlar olarak yetiştirmek...
Dilin böylesine tılsımlı vâsıta olduğunu bilmek ve bütün bunları, bilerek, severek yapmak...”
Banarlı’nın bütün fikrî ve edebî faaliyetlerinin hareket noktası, bu düşüncelerdir. Yazdığı monografiler, makaleler, edebiyat tarihi, kompozisyon kitapları, denemeler, sohbet yazıları, birer nehir gibi bu temel amacın okyanusuna dökülür. Banarlı, bir sanatçıdan çok bir eğiticidir. Ancak eğitirken sanatçıdır. Bundan dolayı ilmî yazılarında da edebî yazılarında da bir Türkçe ustası, bir Türkçe gönüllüsü, bir üslûp ustasıdır. Bu, birçoklarının yaptığı ve birçoklarının sandığı gibi edebiyattan bahsederken edebiyat yaptığı anlamına gelmez: İlmî yazılar da, edebî yazılar da bir dil bilinci ve anlatım bilgisini gerekli kılar. Yurdumuzda, bu konuda, oldukça yanlış bir anlayış yaygınlaşmıştır: Üslûbun sadece sanatkârlarda bulunduğu, onlara has bir nitelik olduğu düşünülür. Bunun sonucu olarak, sadece sanatçıların üsluplarından bahsedilir. Aslında bu, ferdî üsluptur. Bunun yanında ve bundan önce, bunu da kapsayan, her yazı yazanın ve konuşanın kurallarına uymak zorunda olduğu bir de genel üslup vardır. Genel üslup, ana dilin bilgisine ve anlatım bilgisine dayanır. Genel üslup elde edilmeden ferdî üsluptan söz edilemez. Ferdî üslubun değeri genel üsluba hakimiyetten ve onu genişletme kudretini göstermekten ibarettir. Türk ve İslâm dünyasında Belâgat ilmi, Batı dünyasında Retorik ilmi işte bunu öğretir. Banarlı ilmî yazılarında genel üslûba, edebî yazılarında ferdî üsluba sahip olabilmiş ender yazarlarımızdandır. Banarlı’nın üslûp sevgisinin temelinde Türkçe sevgisi vardır.
Bilindiği gibi, Batılılar, retoriği “icat (inventio), tanzim (dispositio), üslûp (elocutio), hafıza (memoria), hareket (actio)” olarak beş bölüm halinde sınıflandırırlardı. Bunlar eski retoriğin temel elementleriydi. Genel üslûbu, sade, orta ve süslü üslûp olmak üzere üçe ayırırlardı. Bu ayırım üslûbu en genel çizgileriyle ayırma teşebbüsüydü. Yunanlılara göre, sade üslup, Atinalıların üslûbuydu, süslü üslûp ise Asyalıların üslûbuydu. Bir de bunun karışımı vardı ki orta üslûp adını alıyordu. Sade, orta ve süslü üslûpların kötü kullanılmasından da kuru, gevşek ve şişkin üslupların doğduğu kabul ediliyordu. Sade üslûbun eğitimde, orta üslûbun dinleyeni memnun etmede, süslü üslûbun dinleyeni harekete geçirmede etkili olduğu düşünülüyordu. İyi bir üslûbun başlıca nitelikleri şunlar olmalıydı: 1) Doğruluk, 2) Açıklık, 3) Zaman ve mekâna uygunluk (Mukteza-yı hal), 4) Süsleme.
Bu ilkeler, kaynaklarının ortak olmasından dolayı, Türk-İslâm belâgatinde de vardır. Belagatçilerimiz, sözün her şeyden önce açık olmasını “fasih” olmasını istiyorlardı. Söz açıklığını yani fesahati de şöyle tanımlıyorlardı: Sözün açıklığı, sözün ses ve anlam olarak anlaşılır olmasıdır. Ayrıca, söz, dil kurallarına ve dil ustalarının tercihlerine uygun olursa, açıktır. Bugün dil bilimi bu tespiti, dil normuna uygunluk olarak tanımlamaktadır. Yine belâgatçilere göre halkın anladığı, aydınların takdîr ettiği söz açıktır. Sözün arkaik yahut neolojik olması yani çok eski ve çok yeni olması, sözün açık olmasını engeller. Görüldüğü gibi, belâgatçiler, açık sözün çok aydınlık bir tanımını yapmışlardır. Banarlı’nın dil anlayışı ve genel üslûbu bu tanıma tamamen uymaktadır. Banarlı, dil yazılarında ısrarla iki şey üstünde durur. Bunlardan birincisi halkın kelimelere verdiği ses, diğeri halkın onlara yüklediği anlam. O, fikrî eserlerinde halk normunu savunmuş, yazılarında da bu fikrine bağlı kalmıştır.
Üslûp, dört psikolojik gerçekliğe dayanır: Bunlar, zihin gücü, duygu, hayal gücü ve olgunlaşmış bir zevktir. Banarlı, hayran olduğumuz nesirlerini işte bunlarla ördü. Manisa,16/Aralık/ 2004