PKK’nın Eruh ve Şemdinli Baskınları (15 Ağustos 1984)
01 Ocak 1970
1984 Yılının Haziran ayı sonlarında, APO'nun talimatıyla Kuzey Irakla iki tane Silahlı Propaganda Birliği oluşturuldu.Bu birliklerin üst kuruluşuna KÜRDİSTAN KURTULUŞ BİRLİĞİ-HEZEN RIZGARIYA KÜRDİSTAN (HRK) adı verildi.Bu iki silahlı propaganda birliğinin biri; Hakkari Bölge Komitesi, diğeri de Eruh-Şırnak Bölge Komitesi sahasında koşullandırıldı. Bu birlikler üçer tane silahlı propaganda grubundan oluşuyordu. Birkaç ay sonra da Van-Çatak sahasında bir silahlı propaganda birliği teşkil edildi.
HRK isimli bu askeri kuruluşun ilanı sansasyonel eylemlerden sonra yapılacaktı. Bu, aynı zamanda yaklaşık dört yıllık bir hazırlık döneminin Türkiye topraklarında denemeye sokulması oluyordu.
APO için artık bıçak kemiğe dayanmıştı ye birileri birşeyler dayatıyordu. Bazen Lübnan'daki HELVE Kampına giderek orada eğitim gören militanların bir an önce eğitimlerini tamamlamasına uğraşıyor acele ediyordu.
Bir seferinde kamptaki bir militan yağcılık olsun diye; "Başkanım, böyle dolaşmanız tehlikeli oluyor biraz kendinize dikkat edin" deyince APO, söylenenlerin basit yağcılık olduğunu bile bile kasılarak ve sırıtarak; "Eğer beni düşünüyorsanız talimatlarımı harfiyen uygularsınız. Eylem anlayışımızı büyük bir kararlılıkla ve ne pahasına olursa olsun hayata geçirirsiniz. İşte o zaman bana birşey olmaz. O taktirde benim can güvenliğim sağlanmış olur. Ama tembellik yaparsanız, sağda solda keyif çatarsanız, işte o zaman hem benim hem sizin, hayatlarımız tehlikeye girer. Beni o zaman hiç kimse korumaz." diyordu.
APO'nun bu itiraflarına herhangi bir yorum getirmiyoruz. Ne demek istediği gayet açıktır.
Türkiye'de askerlerin idareyi sivillere devrettiği, Avrupa ile ilişkilerin yeniden canlandığı bir dönemde PKK, Eruh ve Şemdinli ilçeleri baskınlarıyla TC'ye karşı silahlı mücadeleyi başlattığını ve HRKyi kurduğunu ilan etti. Bu eylemler ile kendilerine emek verenlerin, emeklerinin boşa gitmediğinin ilk işaretlerini vermiş oluyordu.
15 Ağustos 1984 Eylemleriyle yani Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla yepyeni bir sayfa açılıyordu. Kimin için diye sormaya gerek var mı?
Bu olaylar ve devamında günümüze kadar gelen gelişmelerde herkes için bir pay vardı. Kimin payına bal, kiminin payına zehir düşmüştü.
İlk etapta bu olayların başlamasıyla birlikte; Bulgaristan'da Türk azınlığa karşı girişilen zulüm çarklarının dönmeye başlaması, Kıbrıs ve Ege gibi sorunların çıkmaza girmesi, sorunun Yunanistan ve Rumlar lehine çözümü için yaygın propagandaların yapılması söz konusu olmuştu. Yurt dışında diplomatlara ve Türk tesislerine yönelik Ermeni terörü «aniden kesilmiş ve yerini etkin lobilerin yasal mücadeleleri almıştı. Bu ve buna benzer gelişmeleri çoğaltmak ve derinleştirmek mümkündür.
Bize göre, bu olayların anlamı ve önemi üzerinde çok durmak gerekiyor. Zaten bu nedenle biz de PKK örgütünün kuruluşundan, ilk örgütlenme ve eylem anlayışına, yurt dışına çıkışından yurt dışındaki barınma korunma biçimine kadar, ayrıca; kadro temin ve kullanma yöntemine, Avrupa'daki çalışmaları ve imkanlarına, Kuzey Irakta nasıl konuşlandıklarına özet olarak değindik. Buraya kadar olan kısım iyi kavranır ise, 15 Ağustos 1984 tarihinden sonra meydana gelenler daha iyi anlaşılacaktır.
Okuyucu burada haklı olarak; "Pekala iyi hoş da, bu anlattıklarınız sanki bir film gibi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu senaryo filme çekilirken neredeydi? Böyle şey olur mu? Elin oğlu Türkiye'nin her bölgesinde mevcut ve düzeltilmesi gereken sorunları alıyor, onları sadece Güneydoğu ya aitmiş gibi gösteriyor, halkı ve gençleri kandırıyor açıkça ve avaz avaz her yerde; ben Türkiye Cumhuriyeti'ne savaş ilan ettim, Kürdistan denen bölgede devlet kuracağım diyor, kitaplar yazıyor. Afişler asıyor, mitingler, işgaller yapıyor en sonunda iki ilçe merkezini basarak elini kolunu sallayıp tekrar dağa dönüyor, bu nasıl iştir?" diye sorabilir.
Eruh ve Şemdinli eylemleri Türkiye'de birçok kesim ve çevrede adeta şok etkisi yarattı. Devlet böyle bir şey beklemiyordu. Bu hadiseleri yapanlar, sanki gökten zembille inivermişlerdi. Çünkü; o güne kadar emniyet ve asayişten sorumlu olan kuruluşlar, PKK hazırlığının, dönen dolapların, hazırlanan tezgahların bu gün de olduğu gibi farkında değillerdi.
Bu eylemler; psikolojik etkileri büyüt olan, basit, risksiz fakat sansasyonel etkileri fazla olan eylemlerdir. Yöre halkı hariç genelde Türk kamuoyu terör ve terörist faaliyetleri yakınen bilmesine rağmen bu tür eylemlere yabancıydı. Öyle ya, iki ilçeye saldırılıyor, bir tanesi işgal ediliyor, sonra işgalciler ortadan kayboluyordu. Gazete manşetleri verdikleri haberlerle halkın şaşkınlığını iyice artırıyordu. "Eruh ve Şemdinli'yi basan teröristler aynı gece Irak'a kaçtılar!" Bir başka manşet; "Baskını gerçekleştiren teröristler falan dağda çembere alındı, bütün ikmal ve iaşe yolları kesildi yakalanmaları an meselesi vs." Görülüyor ki; olayları halka aktaran gazeteler de olaylardan habersizdiler. Yöre halkı basının abartmaları, güvenlik kuvvetlerinin telaşı,teröristlerin yakalanamayışından dolayı büyük bir korku ve paniğe kapılmıştı. Fakat meseleyi İngiliz BBC radyosu biliyordu. Apo'nun sesi radyosu gibi "PKK gerillaları, gerilla mücadelesi, Kürdistan ...vs." gibi bir üslup kullanıyordu.
Eylemlerden sonra ise örgüt elemanları, her ne kadar birçok operasyona maruz kalmışlarsa da, hareket sahaları bir hayli genişti. Bu geniş alanda küçük birimlerle takip harekatı yapılacağı yerde, dar bir bölgeye büyük birlikler toplanmış, çok sayıda insan gözaltına alınmış ve "Doğuda komando, sıkıyönetim zulmü" balonunun propagandası başlatılmıştı. Zulüm söz konusu olmamakla beraber, insanlar günahlı ve günahsız sorgu merkezlerine toplanmıştı. Kan davası, kadın-kız kavgası, toprak anlaşmazlığı, aşiret çekişmesi, mahalli particilik nedenleriyle herkes birbirini PKK'cı olmakla suçluyor, ihbar ediyor ve yakalattırıyordu. Devletin halkla ilişkileri yok denecek kadar azdı. Mevcut ilişkilerin önemli bölümü, çıkar temelinde şekillenmişti ve devlet kendi topraklarında doğru dürüst bir haber alamıyordu. Yöneticilerin de bir bölümü "yan baktın Siirt'e tayin, çok konuşuyor Hakkari'ye tayin, bu adam tehlikeli Çukurca'ya tayin" vs. uygulamalarının bir gereği olarak Güneydoğuya gelmişlerdi. Yöre halkından gençler operasyonlardan tedirgin olduklarından kaçıp dağdakilere katılıyorlardı. Çünkü örgüt elemanları; "Operasyon sırasında köyünüz yakılıp yıkılacak, genç olanlar kurşuna dizilecek, iyisi mi bir an önce gelip bize katılın!" diyorlardı.
Cezaevlerinden tahliye olup da başıboş dolaşanlardan bir kısmı, Türk basınının dağdakileri efsaneleştirme düzeyindeki abartmalarına inanarak bir an önce PKKlılarla ilişkiye girme yollan arıyorlardı.
Şehirlerde ailevi sorunları olan, iş sahibi olamamış gençler olayları ilgi ile takip ediyorlardı. Yakınları cezaevinde olan, PKK içindeyken ölen ya da halen örgütte bulunan kişiler de örgüt açısından önemli bir potansiyel teşkil ediyordu.
Bu kesimler başlangıçta azar azar, daha sonra ilişki kanalları geliştikçe hızla ve gruplar halinde dağa ya da yurt dışına giderek PKK'ya katıldılar. Ancak, her biri bambaşka duygu ve düşüncelerle örgüte katılıyorlardı.
Eylemlerin yoğunluk kazandığı Mardin, Siirt, Şırnak, Batman, Hakkari gibi yörelerde yaşayan halk, gerek köylerde, gerekse şehirlerde olsun artık sadece PKK eylemlerini konuşuyordu. Türk basını manşetlerinden hadiseleri indirmez olmuştu. Ancak, bu manşetler çok abartılı ve sorumsuz bir şekilde atılıyordu. Hatta olayların içindeki güvenlik kuvvetleri bile başlangıçta sağlam sağlıklı bilgilenemedikleri için; basının rotasına girmişler, adeta basın tarafından yönlendiriliyorlardı.
Bazı köşe yazarları ise meselenin özünden haberdar olmadıkları halde kulaktan dolma bilgiler ile akıl hocalığı yapmaktan geri durmuyorlar, PKK'yı APO'nun arzu ettiği gibi; adeta yöre halkının örgütlü tepkisinin bir doruk noktası gibi gösteriyorlardı.
Devleti idare edenler, hadiselerin şokunu uzun süre yaşamak durumunda kaldılar. Olayların bu şekilde ve bu boyutta ortaya çıkması beklenilen bir şey değildi. Halbuki APO, o zamana kadar yığınla üst düzey PKK militanını "Türk İstihbaratının ajanıdır" diyerek kurşuna dizdirmişti. APO'nun ajandır diye kurşuna dizdirdiği gençlerin bir iki tanesi gerçekten Türk İstihbaratının ajanı olsaydı; devlet bu hadiseler karşısında bu kadar şok geçirmez, bu kadar hazırlıksız yakalanmazdı. Önceden bilerek birtakım tedbirler almamış olsa bile, en azından olaylar başlar başlamaz doğru bir teşhis koyar ve teşhise uygun tedbirleri geliştirirdi.
Herkesin bildiği gibi; olaylardan sonra yerel güvenlik birimleri, elde ettikleri bölük pörçük ipuçlarıyla sıradan bir zabıta vakasına müdahale eder gibi tedbirler geliştirmeye çalıştılar. Bu durum aylarca böyle devam etti. Daha sonraki bilgilenmeler de bir işe yaramadı.
Çünkü; uzun süre bu bilgiler de birbirinden kopuk olarak ele alındı. Sağlıklı bilgi olmayınca sağlıklı bir değerlendirme de yapılamıyordu.
1984 yılında başlayan eylemler üst karar organlarınca sağlıklı analiz edilebilseydi, biçimsel olarak bir gerilla faaliyetinin varlığı anlaşılabile-çekti. Bu faaliyeti yürütenler, uzun yıllar çok uygun koşullarda ideolojik-politik ve askeri bir eğitimden geçmişlerdi. Bu insanlar, çok katı merkeziyetçi bir teşkilatın birer parçası durumunda idiler.
Büyük çoğunluğu, kendilerinin yaşama şartlarını böyle bir faaliyet içinde görüyordu. Ayrıca, manevra yapabilecek, lojistik destek görecek, icabettiğinde geri çekilebilecek, takviye eleman alabilecek bir GERİ CEPHE'ye, Uluslararası platformlara sesini duyurabilecek her türlü yazılı dokümanın hazırlandığı, kadro ve taraftar potansiyeli yüksek ve maddi destek sağladığı bir AVRUPA SAHASI'na, Gerilla faaliyetleri için son derece uygun bir COĞRAFYA'ya, karşı mücadele yöntemleri konusunda SON DERECE HAZIRLIKSIZ BİR DÜŞMANA, faaliyet alanında son derece dağınık örgütsüz, çaresiz ve kullanılmaya yatkın bir KİTLE' ye, bütün bu avantajların üstüne; istismara son derece açık KÜRTLÜK KONUSU 'na ve son olarak da Mafyavari yöntemler ile örgüt yöneten SIRTINI SAĞLAM YERLERE DAYAMIŞ BİR ABDULLAH ÖCALAN'a sahiptiler.
Bu şartlar, biçimsel olarak bir gerilla mücadelesi için idealdi. Daha yerinde bir deyişle olağanüstü idealdi! Fakat, bu şartların dinamosu, motoru, itici gücü ve özü demek olan halk desteği geçici ve göreceliydi, yapaydı. Çünkü; PKK halkın bu yönlü istemlerini sırtlamak amacıyla değil, başkaları adına özel bir görevle teşkilatlandırılmıştır.
Bu durumda sayılan diğer şartların varlığı hiç önemli değildi. Şimdi biçimsel gerilla faaliyetine gelelim;
Abdullah ÖCALAN'ın yürütmüş olduğu gerilla faaliyetinin en büyük kozu gene Abdullah ÖCALAN'dır.
İkinci kozu ise; Abdullah ÖCALAN'a her türlü manevra imkanı, kamplar, lojistik, geri cephe, propaganda ve militan devşirme sahaları yaratan efendileridir.
Üçüncü kozu; silahlı propaganda faaliyetleridir.
Bölgedeki uygun coğrafya, yöre halkının dağınıklığı, istismara açık oluşu ve devletin yetersizliği ise, avantaj sağlayan yan faktörlerdir.
APO, bazı güçler adına silahlı propagandayı yaşatan bir ara halkadır.
Bu nedenle de çok önemlidir!
Sonuç olarak; Devlet bu konuda yeterli olarak bilgili değildi. Bilahare elde ettiği bilgileri yerli yerine oturtamadı. Yapılan yanlışlıklar ve yanlış dahi olsa alınan tedbirlere karşı; örgütün geliştirdiği yöntemler üzerine doğan kargaşanın asayiş tedbirlerine yansıması ise, APO ve adamlarına her geçen gün nefes aldırdı.