« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

09 Eyl

2009

Hicret Nedir? / Mehmet Talu

01 Ocak 1970

Hicret kelimesi sözlükte terketmek, ayrılmak, bir yeri terkederek başka bir yere göç etmek anlamınadır. Istılahta ise, özel olarak Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimizin ve Mekkeli Müslümanların Medine'ye göçünü, genelde ise, gayr–i müslim bir ülkeden İslâm ülkesine göç etmeyi ifade eder.
Hicret; tevhid inancının kalplerde kökleşmesinin, gerektiğinde mallardan ve canlardan feragat etmenin sembolüdür. Hicret; Ensar ve Muhacirinin sergiledikleri dostluk ve kardeşliğin, milli birlik ve bütünlüğün en güzel timsalidir. Hicret; ilk müslümanların inançları uğruna gösterdikleri fedakârlığın doruk noktasıdır.
Hicret, kötü şartlardan kaçış değil; İslam'ın hükümlerini yaşatacak ve yaşayacak yeni şartların ve mekânların aranışıdır.
Peygamber Aleyhisselam efendimiz:
"Hakiki Muhacir, hataları ve günahları terk eden kimsedir"(1) buyurdular.
Bir başka hadisi şerifte de Peygamber Aleyhisselam:
"Hakiki Muhacir, ALLAH'ın yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir." buyurur.(2)
Hicret; nurun hayat buluşu, karanlığın aydınlığa dönüşüdür.
Yüce Kitabımız Kur'an–ı Kerim bu mükâfatı:
"İman edip hicret edenlerin ve ALLAH yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselerin mertebeleri, ALLAH katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir."(3)
"...Onlar hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım..."(4) ayet–i kerimeleriyle dile getirmektedir.

HİCRET ARAYIŞI BAŞLIYOR
Yüce ALLAH, emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmek üzere peygamberler göndermiştir. Görevleri sadece insanları doğru yola ulaştırmak olan bu kutlu elçilerin hemen hepsi, pek çok işkence ve zulme maruz kalmışlardır. Bazısı öldürülmüş, bazısı yurtlarından göçe zorlanmış, bazıları da toplumdan soyutlanarak baskı altında tutulmuşlardır. Hâlbuki bu kutlu elçiler, gönderildikleri toplum için rahmet, şefkat ve sevgi kaynağı idiler.
Mekkeli müşrikler bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen bu Yüce Elçi'ye akla hayale gelmedik işkence ve zulmü reva gördüler.
Mekke müşrikleri Peygamber Aleyhisselam efendimize karşı İslam'ı tebliğ etmeğe başladığı andan itibaren karşı bir tavır takındılar, engellemeye çalıştılar.
Müslümanların başına gelenlere çok üzülen ve göç etmeyi düşünen bazı müminlere, Peygamber efendimiz Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye etti.


HİCRETİN ÖNEMİ
Peygamber Aleyhisselam efendimiz, Peygamberliğinin 13. yılında ashabıyla beraber, yurtlarını, mallarını, hatta sahabeden birçoğu anne, baba, eş ve çocuklarını bırakarak Medine'ye hicret etmek zorunda kaldılar.
ALLAH, Peygamber efendimize Medine'ye hicret etmesine izin verdi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz en yakın arkadaşı Ebu Bekir ile birlikte geceleyin Mekke'den çıkıp, Sevr dağındaki mağarada bir süre korundu. Sonra, Medine–i Münevvere'ye doğru yola çıktı. Yol üzerindeki Küba köyünde birkaç gün konaklayıp bir mescit inşa ettikten sonra Medine–i Münevvere'ye hareket etti. Yolda büyük bir halk topluluğu, O'nu coşkun sevgilerle karşılayıp bağrına bastı.
Yüce ALLAH îmanları uğruna yurtlarını terk eden müminleri övmektedir. Bu müstesna olay Kur'an–ı Kerim'de şöyle anlatılmıştır:
"İman edip de ALLAH yolunda hicret ve cihad edenler; muhacirleri barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır."(5)
Peygamber efendimizin bu hicreti, tarihteki diğer göçlerden çok farklı bir anlam taşımaktadır.
Nitekim Hicretin bu ulvî manasını ilk Müslümanlardan Cafer bin Ebu Talip, Habeş Kralı huzurunda söylediği şu sözler, net bir şekilde ortaya koymaktadır:
'Ey hükümdar!
Biz cehalet içerisinde yaşayan bir toplumuyduk. Putlara tapıyor, ölmüş hayvanların etini yiyorduk. Zina yapıyorduk. Akrabalarımızla ilgimizi kesiyor, komşularımızla iyi geçinmiyorduk. Kuvvetli olanlarımız, zayıf olanlarımızı eziyordu. Biz bu halde iken yüce ALLAH bize acıdı. Bizden öncekilerde olduğu gibi bize de içimizden, soylu, asil, doğru, güvenilir, şeref ve namus ehli olduğunu bildiğimiz birisini peygamber olarak gönderdi. O bizi, yalnız ALLAH'a ibadet etmeye, atalarımızın taptıkları putları terk etmeye çağırdı. Bize doğru söylemeyi, emanete riayet etmeyi, komşularımızla güzel geçinmeyi, haramdan, adam öldürmekten sakınmayı öğütledi. Bizi, yalandan, yetim malı yemekten ve namuslu kadınlara iftira etmekten sakındırdı. Yalnız bir olan ALLAH'a ibadet edip, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamayı, namaz kılmayı, oruç tutmayı emretti. Haram dediğini haram bildik, helâl dediğini helâl bildik. Bundan dolayı halkımızın bir kesimi bize düşman oldu, bize türlü türlü işkenceler yapmaya kalktılar. Biz de onlardan kaçarak ülkenize sığındık.(6)
Bu konuşmada, bir yönüyle hicret sebepleri açıklanırken, diğer yönü ile de İslâm'ın insanlığa neler getirdiği ifade edilmekte, her yönüyle bozulmuş ve tüm değer ölçülerini yitirmiş bir toplumu nasıl tekrar hayata kavuşturduğu anlatılmaktadır.


MEDİNELİLERDEN HİCRET DAVETİ

Kâbe'ye yapılan senelik hac görevi, Arap yarımadasının bütün noktalarından, Arapları Mekke'ye getiriyordu. Peygamber Aleyhisselam efendimiz bu sefer, kendisine sığınma imkânı ve peygamberlik vazifesini yerine getirme izni verecek bir kabile bulup, ikna etmenin yollarını aradı.
Medine'den gelen yarım düzine kadar insanla karşılaştı. Yahudi ve Hıristiyanların komşuları olan bu kişiler, peygamberler ve ilâhî vahiyler kavramına yabancı değillerdi.
Üstelik onlar, bu kutsal kitap sahiplerinin, bir Peygamberin, son bir müjdecinin gelmesini beklediklerini de biliyorlardı.
Muhammed Aleyhisselam efendimize inandılar, kendisine Medine'de diğer inananlar bulmaya çalışacakları ve gereken desteği vereceklerine dair söz verdiler. Ertesi yıl, Akabe görüşmelerinde oniki kadar Medineli kendisine bağlılık yemini ettiler ve İslâm'ı öğretecek bir öğretmen istediler. Bu görevi üzerine alan Mus'ab, bu işte hayli başarılı oldu ve bir sonraki sene Mekke'ye hac sırasında yeni müslüman olmuş, yetmiş üç kişilik bir kafile gönderdi.
Bunlar Akabe görüşmelerinde Peygamber Aleyhisselam efendimizi ve diğer Mekkeli Müslümanları kendi şehirlerine göç etmeye davet ettiler ve Medine'ye geldikleri takdirde onların canlarını ve mallarını, kendi çocuklarını korudukları gibi koruyacaklarına ve kendi aile bireyleriymiş gibi bağırlarına basacaklarına söz verdiler.
Böylece Peygamber Aleyhisselam efendimiz, ashabından bazılarının da Medine'ye göç etmelerine izin verdi.
Kısa zamanda, Mekkeli müslümanların hemen hepsi Medine'ye göç etti.



HİCRET BAŞLIYOR

Hicretten 17 yıl sonra Hazreti Ömer'in halifeliği zamanında, Hazreti Ali'nin teklifiyle bu yolculuk, Hicri takvimin başlangıcı olarak kabul edildi.
Mekke'den Medine'ye ilk hicret eden, Beni Mahzûm'dan Abdülesed oğlu Ebû Seleme, en son hicret eden ise Peygamber efendimizin amcası Hazreti Abbas'tır.
Mekke'nin fethine kadar geçen süre içinde, dini uğruna, evini–barkını, malını–mülkünü, ailesini, kabilesini, akrabasını, bütün varlığını Mekke'de bırakarak Resûlullah Aleyhisselam'ın müsaadesiyle Medine'ye göç eden Mekkeli Müslümanlara 'Muhâcirûn' adı verilmiştir.
Medine'de muhacirleri misafir eden, onlara bütün imkânları ile yardımcı olan Medineli Müslümanlara da 'Ensâr' denilmiştir. Muhâcirûn ve Ensâr, Kur'ân–ı Kerim'de birçok vesilelerle övülmüşlerdir.(7)
Hazreti Ömer Mekke'den gizli ayrılmadı. Kılıcını kuşandı, Kâbe'yi tavaf etti. Bütün müşriklere meydan okuyarak:
"İşte ben Medine'ye gidiyorum. Analarını ağlatmak, karılarını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler peşime düşsün..." dedi. Hazreti Ömer'in hicreti, Peygamber efendimizin hicretinden 15 gün kadar önce olmuştu.
Mekke'de hastalık ve güçsüzlük gibi nedenlerle hicret etmeye imkân bulamayan birkaç kişiden başka Müslüman kalmamıştı. Bir kısmı Habeşistan'da bulunmakla birlikte, çoğu Medine'ye hicret etmişlerdi.
Hazreti Ebû Bekir ile Hazreti Ali'yi Resûlullah efendimiz Mekke'de alıkoymuştu. Ebû Bekir çok kere Peygamber efendimizden hicret için izin istemiş; ancak efendimiz:
"Acele etme! Belki ALLAH sana hayırlı bir arkadaş verecek..."(8) buyurarak hicretini geciktirmişti. Ebû Bekir, o arkadaşın kendisi olmasını arzu ediyordu.
Kâinatın efendisi öğle sıcağında Hazreti Ebû Bekir'in evine vardı. Peygamber efendimiz Ebû Bekir'in evine sabah ve akşam saatlerinde uğrardı. Bu defa alışık olmadığı bir saatte ziyaret edişinden önemli bir konuda görüşmek için geldiği anlaşılıyordu.
Ebû Bekir beraber yolculuk yapıp yapmayacaklarını sordu. "Evet! ALLAH'ın emri ile beraber hicret edeceklerini" cevabını alınca sevincinden ağladı. Ebû Bekir, sevinç gözyaşları ile 4 aydır dışarıya bırakmayıp, ağaç yaprakları ile beslemekte olduğu iki cins devesini işaret ederek:
–Yâ Rasûlulah! Dilediğini seç, dedi. Peygamber efendimiz ise deveyi ancak parasını ödemek suretiyle kabul edebileceğini söyledi ve bu develerden birisini aldı. 'Kasvâ' adlı deve budur.


HAZRETİ ALİ O'NUN YATAĞINDA
Peygamber efendimiz ve Ebû Bekir, yol kılavuzluğu ile ünlü Abdullah b. Üreykıt adlı kişiyi kılavuz olarak kiraladılar.
Üç gün sonra Sevr Dağı'nın eteğinde buluşmak üzere sözleştiler. Abdullah b. Üreykıt henüz İslâm'ı kabul etmemişti, ama maharetli bir kılavuz olmasının yanında güvenilir bir kimseydi.
Resûlullah efendimiz ve Ebû Bekir için hazırlanan yol azığı bir dağarcığa konuldu. Ebû Bekir'in kızı Esmâ, belindeki bez kemeri ikiye ayırıp bir parçası ile bu dağarcığın ağzını bağladığı için Esma'ya "Zâtü'n–nitâkayn" (iki kemerli) unvânı verildi.
Peygamber efendimiz hemen evine döndü. Hazreti Ali'yi çağırdı:
–Ben Medine'ye gidiyorum. Sen bu gece benim yatağımda yat, hırkamı üstüne ört. Müşrikler beni yatıyor sansınlar, onlara bir şey sezdirme. Sabahleyin şu emânetleri sâhiplerine ver. Ondan sonra sen de hemen gel," buyurdu.

KUREYŞ CANİLERİ EVİ KUŞATIYOR
Ortalık kararınca, Kureyş'in seçme cânileri evin etrâfını sardılar. Sabahleyin evinden çıkarken hep birden saldırıp öldüreceklerdi. Hazreti Ali, Peygamber efendimizin yatağına yattı. Peygamber efendimiz eline bir avuç kum alıp, evini çeviren müşriklerin üzerine saçtı. Saçılan kum taneleri cânilerden her birine isâbet etmiş, hepsi de derin bir uykuya dalmışlardı. Peygamber efendimiz Yâ–Sîn Sûresi'nin başından:
"Biz onların önlerine ve arkalarına birer sed çektik, böylece gözlerini perdeledik. Onlar artık elbette görmezler" anlamındaki 9'uncu âyetine kadar olan kısmı okuyarak, aralarından geçip gitti.
Gece yarısı Ebû Bekir'in evine gitti. Gece olunca, her ikisi evin arka penceresinden çıktılar. Ayakkabılarını çıkarıp, ayaklarının uçlarına basarak ıssız yollardan Mekke'nin güneyine doğru ilerlediler.
1.5 saat, 3 mil yol alarak Sevr Dağı'nın tepesindeki gizlenmeye elverişli mağaraya vardılar. Kureyş'in araması bitinceye kadar, perşembeyi cumaya bağlayan geceden pazar gününe kadar bu mağarada üç gün üç gece kaldılar.
Müşrikler peygamber efendimizin yatağında yattığını sanıyorlardı. Sabahleyin, yatakta yatanın Hazreti Ali olduğunu görünce, hayal kırıklığına uğradılar, ne yapacaklarını şaşırdılar.
Hazreti Ali'yi önce Harem–i Şerîf'e götürüp hapsettiler; fakat daha sonra serbest bıraktılar.
Bu arada Muhammed'i bulan, öldüren veya esir eden kimseye yüz deve ödül vereceklerini Mekke'nin her tarafında ilan ettiler. Bu haber duyulunca, ne kadar maceracı, cani, katil varsa, hepsi etrafa yayıldı. Mekke'de ve Mekke dışında, harıl harıl Peygamber efendimizi arıyorlardı.

MAĞARADA ÜÇ GÜN KONAKLADILAR
Mağarada kaldıkları sure zarfında Ebû Bekir'ın azatlısı Âmir b. Füheyre koyunları bu bölgede otlatarak mağaranın yakınına getiriyor, sağıp onlara taze süt veriyordu. Ebû Bekir'ın kızı Esmâ mağaraya yiyecek getiriyor, gündüzleri Mekke'de geçiren oğlu Abdullah da geceleri mağaraya gelerek şehirde olup bitenleri haber veriyordu.
Peygamber efendimiz ve Ebû Bekir'i arayanlar, iz sürerek, nihâyet Sevr'deki mağaranın ağzına kadar geldiler. Ayak sesleri ve konuşmaları içeriden duyuluyordu. Ebû Bekir, başını kaldırdığı zaman onların ayaklarını görmüş ve endişelenmiş. Peygamber efendimiz O'na endişelenmemesini söyledi ve müşriklerin kendilerine zarar veremeyeceğini bildirdi. Ebû Bekir olayı şöyle anlatır:
"Bir ara başımı kaldırdığımda Kureyş casuslarının ayaklarını gördüm ve:
–Yâ Resûlullah! Bunlar eğilip baksalar bizi görürler, dedim. Resûlullah efendimiz:
–Sus yâ Ebâ Bekir! İki yoldaş ki, ALLAH onların üçüncüsüdür, hiç endişe edilir mi"? buyurdu. Kur'an–ı Kerim'de bu hususa işaret edilmektedir:
"Muhammed'e yardım etmezseniz, bilin ki, inkar edenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak ALLAH ona yardım etmiştir. Arkadaşına 'üzülme, ALLAH bizimle beraberdir' diyordu. ALLAH da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı."
Peygamber efendimiz ve Ebû Bekir mağaraya girdikten sonra ve müşriklerin gelmesinden önce bir örümcek mağaranın girişine ağ kurmuş ve bir güvercin de yumurtlayıp kuluçkaya yatmıştı. Bunu gören müşrikler mağaranın ağzına kadar geldikleri halde içeriye bakma ihtiyacı hissetmemişler, bu durumda Kureyşliler mağaranın içine bakmanın ahmaklık olacağını düşünerek çekip gittiler.
Kılavuz Abdullah, üç gün sonra, dördüncü günün, Pazar sabahı sözleştikleri saatte develerle birlikte Sevr'e geldi. Devenin birine Resûlullah Efendimiz ile Ebû Bekir, diğerine ise kılavuz Abdullah ile Ebû Bekir'ın kölesi Âmir b. Füheyre binerek Medine'ye doğru yola çıktılar.
Medine'ye doğru 24 saat hiç dinlenmeden yol aldılar. Deve yürüyüşü ile 13 günlük olan Medine yolunu 8 günde katederek 12 Rabiulevvel/23 Eylül 622 pazartesi günü Kuba'ya ulaştılar.

SUREKANIN PEYGAMBERİMİZİ YAKALAMA ÇABASI
Müdliç oğullarından Sürâka, Kureyş'in ilân ettiği mükâfâtı elde etmek hevesiyle, Peygamber Efendimiz ve arkadaşlarının kendi bölgelerinden, kabilelerinin yakınından geçtiğini öğrenir öğrenmez silahlanarak atına bindi ve harekete geçti, hicret kafilesini tâkibe koyuldu.
Atını dörtnala sürerek Resûlullah Efendimiz ve arkadaşlarına yaklaştığı sırada, atı sürçüp yere kapaklandı. Kendisi de yere yuvarlandı. Yeniden atına binip koşturdu. Tam yaklaştığı sırada, atının ön ayakları kuma saplandı, yine düştü. Atını zorlukla kurtardı. Atını kendi çabasıyla kurtaramayıp olayda da fevkalade bir durum sezince aman diledi. Peygamber Efendimiz ve arkadaşları dört kişi idiler. İsteselerdi O'nu öldürebilirlerdi. Ama bunu yapmayıp onu affettiler. O'nun aman istemesi üzerine Peygamber Efendimiz ve arkadaşları durdular. Sürâka ilerledi. O, atının Peygamber efendimizin dua ettiği bir esnada düştüğünü söylemiştir. Peygamber Sürâka'nın yaklaştığını görünce:
"ALLAH'ım onu düşür!" diye dua etmiş, atı yere kapaklanan Sürâka:
–Ey ALLAH'ın nebîsi! Ne dilersen emreyle, demiş, Resûlullah Efendimiz de:
–Sen geride dur, arkamızdan gelenleri bırakma! buyurmuştur. Sürâka verdiği bu sözü tuttu. Ayrıca kendisine yazılı bir emannâme verilmesini istedi. Peygamber efendimiz de Âmir b. Füheyre'ye bir emannâme yazdırarak kendisine verdi. O da bu emânnâme ile geri döndü; rastladığı diğer takipçilere de:
–Ben aradım, boşuna yorulmayın, bu tarafta yok... diyerek geri çevirdi.
Eslemoğullarından Sehm koluna mensup Büreyde b. Husayb da, Kureyşin ilân ettiği mükâfatı alabilmek için Peygamber Efendimizi takibe başlamıştı. Büreyde, kendi arazisinden geçen Peygamber Efendimizi ve yanındakileri durdurup kimliklerini öğrenmek istedi. Fakat sonunda Peygamber efendimizin konuşmasından etkilenerek ilk görüşte, yanındakilerle beraber Müslüman oldu. Daha sonra başındaki beyaz sarığı çözerek mızrağının ucuna bağladı.
–Sizin gibi şanlı bir kafile bayraksız gitmez. İzin verirseniz ilk alemdarınız olayım, diyerek, kendi arazilerinden çıkıncaya, ta Kuba Köyü'ne kadar peygamber Efendimize bayraktarlık, onlara muhafızlık yaptı.


ZAYIF SÜTTEN KESİLMİŞ KEÇİNİN SÜT VERMESİ
Kafile Kudeyd'e gelince yiyecek bir şeyler almak üzere Huzâa kabilesine mensup Ümmü Ma'bed, Âtike bint Hâlid'in çadırına uğradı. Burada istirahat edip yemek yediler. Ümmü Ma'bed'den hurma veya et satın almak istediler. Fakat o, yanında yiyecek bulunmadığını söyledi. O sırada Peygamber Efendimiz çadırın yanında sürüye katılamayacak kadar zayıf ve sütten kesilmiş bir keçi gördü. Onu sağmak için müsaade istedi.
Keçiyi besmele ile sağınca oradakilere yetip artacak kadar süt verdi. Fesâhat ve belâğatıyla ünlü olan Ümmü Ma'bed'in sürüyü otlattıktan sonra çadıra dönen kocası Ebû Ma'bed el–Huzâî'nin isteği üzerine Peygamber Efendimizi tarif ederken kullandığı ifadeler çok meşhurdur. Bunlar hilye edebiyatına kaynak olmuştur. Onun oğlu Ma'bed el–Huzâî, ileride, Uhud savaşından sonra Mekke'ye doğru yola çıkan müşrik ordusuna karşı soğuk savaş taktiği uygulamak suretiyle, Müslümanlara yardım edecektir. Dolayısıyla, Ma'bed ailesi Peygamber Efendimize ve Müslümanlara sıkıntılı durumlarda yardımı ile tanınmıştır.

MEDİNE BEKLİYOR
Resûlullah Efendimizin yola çıktığı Medine'de duyulmuştu. Bu yüzden Medineliler, Resûlullah Efendimizi karşılamak üzere her sabah şehir dışına çıkıp bekliyorlardı. 12 Rabiulevvel /23 Eylül 622 Pazartesi günü yine öğleye kadar beklemişler, sıcak bastırınca ümitlerini kesip dönmüşlerdi. Bu esnada bir iş için evinin yüksek kulesinden etrafı seyreden bir Yahudi, beyazlar giyinmiş bir kafilenin uzaktan gelmekte olduğunu gördü ve yüksek sesle:
–İşte günlerdir yolunu beklediğiniz devletli geliyor, diye haykırdı.
Peygamber Efendimiz, 12 Rebîülevvel 1/24 Eylül 622'de Medine'ye 3 km. kadar uzaklıkta bulunan Kubâ'ya ulaştı. Medineliler derhal silahlanarak, bir bayram sevinci içinde yollara döküldüler. Resûlullah Efendimizi Medine'ye bir saat uzaklıkta Kuba Köyünde karşıladılar.
Kur'ân–ı Kerîm'de "takvâ üzere yapıldığı" bildirilen Kuba Mescidi'ni binâ etti ve burada namaz kıldı. Bu mescidin kıble tarafına gelen duvarına ilk taşı Peygamber efendimiz onun yanına ikinci taşı da Ebû Bekir koydu.
14 gün sonra, bir cuma günü Peygamber Efendimiz devesine bindi. Karşılamağa gelenlerle muhteşem bir alay içinde Medine'ye hareket etti. Yolda 'Sâlim b. Avf oğulları'na âit 'Rânûnâ Vâdisi'nde öğle vakti oldu. Resûlullah Efendimiz burada arka arkaya iki hutbe okuyarak, yüz kadar Müslümanın iştirakiyle ilk Cuma Namazını kıldırdı. Buradaki mescid bugün "Cuma Mescidi" olarak bilinir.

PEYGAMBER EFENDİMİZİN MEDİNE'DE KARŞILANIŞI
Cuma namazından sonra Resûlullah Efendimiz Medine'ye hareket etti. Medine, tarihînin en önemli gününü yaşıyordu. Halk bayram sevinci içinde, Kuba'dan itibaren yolu iki taraflı doldurmuştu. "Resûlullah geldi, Resûlullah geldi" diye bağrışıyor, Kadınlar, çocuklar damların üzerine çıkarak şöyle şiir söylüyorlardı:
"Veda tepesinin sırtlarından ay doğdu üstümüze,
ALLAH'a davet eden bulundukça şükretmek vacip oldu bize."
Küçük kızlar def çalarak şenlik yapıyorlar ve şu şarkıyı terennüm ediyorlardı:
"Biz Neccaroğullarının
kızlarıyız,
Ne mutlu bize Muhammed'in
komşularıyız."
Medine halkı, Resûlullah Efendimizin gelişinden duyduğu sevinci, hiç bir şeyden duymamıştı.
Herkes Peygamber Efendimizi kendi evinde misafir etmek istiyor:
–Ey ALLAH'ın Rasûlü! Bize buyurunuz... diyerek deveyi durdurmak istiyorlardı.
Resûlullah Efendimiz ise, kimseyi gücendirmemek için devesini serbest bırakmıştı.
–Siz deveyi kendi hâline bırakınız. O memurdur, emrolunduğu yere gider, buyurarak dâvet edenlerden izin istiyordu.
Deve Benî Mâlik b. Neccar'dan Râfi' b. Amr'ın oğulları olan ve Muâz b. Afrâ'nın himayesinde bulunan Sehl ve Süheyl adlarındaki iki yetim çocuğa ait, hâlen 'Mescidü'n–Nebi'nin bulunduğu boş bir arsanın üzerinde çöktü. Resûlullah Efendimiz inmedi. Deve kalkarak bir kaç adım gittikten sonra geri dönüp ilk çöktüğü yere yeniden çöktü, bir daha kalkmadı. Resûlullah Efendimiz üzerinden inerek:
–Akrabamızdan en yakın kimin evi?" diyerek etrafındakilere sordu. Devenin çöktüğü yere evi en yakın olan Ebû Eyyûb el–Ensârî Hâlid b. Zeyd:
–İşte evim, işte kapısı, buyurunuz Yâ Rasûlallâh! Diyerek Resûlullah Efendimizi dâvet etti. Hz. Peygamber efendimizin eşyalarını alarak evine götürdü ve kendisini Mescid'in ve yanındaki odaların inşaatı tamamlanıncaya kadar yedi ay boyunca misafir etti.
Hicretle, 23 yıl süren peygamberlik devrinin 13 yıllık "Mekke Devri" sona ermiş, 10 yıllık "Medine Devri" başlamıştır.



DİPNOTLAR:
1. İbni Mace, Fitne:2
2. Buhari, İman: 4–5, Rikak: 26, Müslim, İman: 64–65, Ayrıca Bk. Ebû Davud, Cihad: 2, Tirmizi: Kıyamet: 52, İman– 12, Nesai, İman: 8–9–11
3. Tevbe sûresi:20
4. Ali İmran süresi:195
5. Enfal sûresi:74
6. İbn Hişam, Sîretü'n–Nebî, 1/359.
7. Bkz. Enfâl Sûresi:72, 74; Tevbe Sûresi:20, 100; Nahl Sûresi: 41,110; Hac Sûresi:58; Haşr Sûresi:9; Fetih Sûresi:10,18, 29,
8. el–Buhârî, 4/255; İbn Hişâm, 2/ 124; İbnü'l–Esîr, a.g.e., 2/101

Ziyaret -> Toplam : 125,67 M - Bugn : 110118

ulkucudunya@ulkucudunya.com